Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler
HAK YOLDAN SAPANIN HAKKINDAN GEL!

Handenur YÜKSEL

Osmanlı Devleti’nin ikinci hükümdarı Orhan Gazi 1281’de doğdu. Annesi Şeyh Edebâlî Hazretleri’nin kızı Mal Hâtun’du. Babası Osman Gazi’nin vefatı üzerine 1326’da beyliğin başına geçti. Orhan Gazi’nin en önemli askerî başarısı 1326’da Bursa’nın fethidir.

Onun döneminde devletin sınırları İstanbul ve Karadeniz’e doğru genişledi. 1330’da Hıristiyanlığın mukaddes şehirlerinden olan İznik fethedildi.

Sonraki yıllarda Gemlik, İzmit, Hereke, Yalova ve Armutlu da Osmanlı topraklarına katıldı. Orhan Gazi, Yalova ve Armutlu bölgesinin idaresini oğlu Süleyman Paşa’ya verdi. Orhan Gazi, devletin 16 bin kilometre kare olan topraklarını 95 bin kilometre kareye çıkardı. Fethettiği yerlere adlî ve idarî işler için kadılar, askerî işler için subaşılar tayin etti. Buralarda onlarca cami ve medrese inşa etti.

***

Orhan Gazi, oğlu Süleyman Şah’ı serdar tayin ederken, Osmanlı beyliğini İslâm’ın temel esasları üzerinde yüceltmesi emrini vermiş, ona şu tavsiyelerde bulunmuştu:

“Vezirlerini ve komutanlarını, aydınlık zihnin ve koruyucu fikirlerinle bir araya toplayıp temiz yaratılışında gizli olan gayret ve hamiyetini ortaya çıkarıp;

«Her kim Allâh’ın koyduğu hudutları çiğnerse…» hükmünce, kim doğru yoldan saparsa, hakkından gel! Allâh’ın;

«Biliniz ki, muhakkak hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.» âyetini göz önünde tutup, alışkanlık edindiğin güzel âdetleri halkın ve ileri gelenlerin arasında yaygınlaştır. Din düşmanlarını parlak kılıcının darbesiyle kahreyle. Onları zafer alâmeti sayılan mızrağınla perişan ve târumar edip din ve devlet işlerinin devamına hizmet et!”

DEDİKODU YOLU
KAPANMALI

Osmanlı Devleti sadrazamlarından Köprülü Mehmed Paşa, Arnavutluk’un Berat şehrinde dünyaya geldi. Devşirme usûlüyle İstanbul’a getirildikten sonra, üstün zekâ ve kabiliyeti görülerek saraya alınıp Enderun’da yetiştirildi. Tahsili sonunda süvari bölüklerine tayin edildi. Sonraki yıllarda Köprü kasabasına yerleşerek burada evlenen Mehmed Paşa, Trabzon Valiliği, Şam Mütesellimliği, Karaman Beylerbeyliği yaptı. 1657’de, 79 yaşında iken kendisine sadrazamlık teklif edildiğinde birtakım şartlar ileri sürdü. Şartlarının kabul edilmesi üzerine, Sultan IV. Mehmed’e (Avcı Mehmed) sadrazam oldu. Anadolu’da çıkan isyanları sert bir şekilde bastırarak, ülkede asayiş ve emniyeti sağladı. 31 Ekim 1661’de 83 yaşında iken Edirne’de vefat eden Köprülü Mehmed Paşa, İstanbul Çemberlitaş’taki türbesine defnedildi.

Vâlide Turhan Sultan, Köprülü’yü huzura kabul ettikten sonra kendisine sordu:

“–Paşa, Padişah Hazretleri sadrazamlık mührünü size ihsan etmeyi diler; din ve devlet için icap eden hizmetlerin üstesinden gelebilir misin?”

Köprülü şu cevabı verdi:

“–Yüce saltanat tarafından, birkaç şarta inâyet buyurulur ise, inşâallah her işin üstesinden gelinebilir!”

Vâlide Sultan yeniden sordu:

“–Şartların nelerdir?”

Köprülü’nün ileri sürdüğü şartların içinde birisi vardı ki, çok ilgi çekiciydi:

“–Kulunuz hakkında, kin ve garaz sahiplerinin veya çıkarlarına zarar gelenlerin sözlerine kulak asılmaya! Çünkü bu kimseler devletten pay almayı dilerler. Bu düşüncede olanları, râzı ve memnun etmek mümkün değildir. Onun için bu makam sahibine haset edip düşman kesilenler çok olur. Onların hücumunu kırmak ve fesatlarını defetmek için dedikodu yolunu kapamaktan başka çare yoktur. Eğer bu dört şarta uyulur ve izin buyurulur ise, Allâh’ın inâyeti ve duâlarınızın bereketiyle vezâret hizmetinin üstesinden gelebilirim.”

Sadrazamlık, hemen ertesi gün kendisine verildi.

RÜYADA SIRT KUVVETTİR!

Aziz Mahmud Hüdâyî 1541’de Şereflikoçhisar’da doğdu. Tahsilini Küçük Ayasofya Medresesi’nde tamamladı. Bir süre Bursa’da müderrislik yaptı. Daha sonra Muhyiddin Üftâde’ye intisap etti. Şeyhinin vefatından sonra bir süre Balkanlar’da hizmet veren Hüdâyî, daha sonra İstanbul’a geldi. Fatih Camii’nde vaizlik yaptı, tefsir ve hadis okuttu. 1589’da Üsküdar’da bir yer satın alarak külliyesini inşa etti.

Sultanahmet Camii’nin temeline ilk kazmayı Aziz Mahmud Hüdâyî vurdu. 1616’da yapılan açılış merasiminde ilk hutbeyi yine hazret okudu. Kanunî’nin, kızı Mihrimah Sultan’dan torunu Ayşe Sultan’la evlendiği rivâyet edilen Aziz Mahmud Hüdâyî, 1628 Ekim’inde 87 yaşında iken vefat etti. Üsküdar’da inşa ettirdiği türbede yatmaktadır.

Hazret, mutasavvıf ve şair kimliğinin yanı sıra mûsıkîşinas bir hüviyete de sahipti. Halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkası meydana getirdi.

***

Avusturya ile olan savaş devam ediyordu. Osmanlı Devleti’nin on dördüncü hükümdarı Sultan I. Ahmed, bir gece şöyle bir rüya gördü:

Nemçe (Avusturya) Kralı’yla güreşe tutuşmuş, fakat sonunda arka üstü düşerek sırtı yere gelmiş, üstelik kral da üzerine abanmıştı. Rüya yorumcuları, bu korkulu görünen rüyanın tabiriyle ilgili açık bir şey söylemekten çekindiler. Bunun üzerine sultanın rüyası, bir kâğıda yazılıp zarf içine konularak tabir edilmek üzere Aziz Mahmud Hüdâyî’ye gönderildi. Padişahın mektubunu getiren elçi, Hazret-i Hüdâyî’nin evine vardığında kapıyı bizzat hazret açtı. Elçinin elindeki mektubu aldı ve daha içini okumadan ağzı kapalı ikinci bir zarfı padişaha verilmek üzere ona uzattı.

Padişaha gönderilen mektup açıldığında rüyanın şöyle tabir edildiği görüldü:

“Cenâb-ı Hak; insan vücudunda sırtı, cansız varlıklar arasında ise yeryüzünü en kuvvetli yaratmıştır. İnsanın sırtı yerle temas ederse, bu iki kuvvet birleşmiş olur. Aynı şekilde, Padişah Hazretleri’nin yere sırtüstü düşmesi ve sırtının yere temasıyla birlikte bu iki kuvvet birleşmiş oluyor. Bu yüzden -Allâhu a‘lem- devletin düşmana karşı zafer kazanacağı görülecek.”

Rüyanın bu şekilde tabiri, sultanı son derece memnun etti, umutlandırdı. Hüdâyî Hazretleri’ne bolca hediye ve ihsan gönderdi.

Bir süre sonra Estergon kalesi düşmandan geri alınıp Avusturyalılara karşı kesin bir zafer kazanılınca, Hazret-i Hüdâyî’nin tabiri doğrulanmış oldu. Padişah âdeta büyülenmişti. Çeşitli vesilelerle Hüdâyî’yi yakından tanıma fırsatı bulan Sultan I. Ahmed, sonunda bu gönül sultanının sâdık bir bendesi oldu.

MUSHAFLARI OMUZLAYIP ÇIKARIM!

19. asrın kıymetli hattatlarından biri olan Hattat Mehmed Sâlih Efendi, kalemindeki sağlamlık dolayısıyla halkın şimşir dediği, ağaçların en sağlamı ile anılırdı; «Çemşir Hâfız» diye meşhurdu. Enderûn-ı Humâyûn’un hat hocalarındandı. Üsküdar, Salacak ve Erenköy’de oturmuştu. Hocası Akmolla Ömer Efendi’ydi.

Devrinin bütün üstad hattatlarınca, hattının kimsenin hattına benzemediği, gayet ustaca ve hoş olduğu ifade edilirdi.

1820 tarihinde Kur’ân yazarken vefat etmiştir. Sultanahmet At Meydanı’ndaki ve Yenibahçe’de iki çeşmenin üzerindeki yazılar ona aittir.

Üç yüz atmış altı Kur’ân-ı Kerim mushafı yazdığı ifade edilen, fakat Hattat Muhsinzâde Abdullah Bey’in, «Hat ve Hattâtîn»in yazarı Habib Efendi’ye, kendisine ait olan 454. Kur’ân-ı Kerîm’ini görmüş olduğunu söylediği Hattat Mehmed Sâlih Efendi; gençliğinde içki müptelâsı olup âvâre bir hayat geçirmiş, daha sonra tövbe edip günahlarını affettirmeye çalışmıştı.

Bir gün dostları;

“–Vaktiyle yaptıklarınla kıyâmet günü Cenâb-ı Hakkın huzurunda nasıl hesap vereceksin?” diye sordular. Şu cevabı verdi:

“–Hesap dîvânına, yazdığım Mushaf-ı şerifleri bir torbaya koyup omuzlayarak çıkarım!”