NEDEN İYİLİK YAPARIZ?
Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com
Hiç sorguladık mı kendimizi, neden iyilik yaparız? Akrabaya, arkadaşa, eşe-dosta, fakire, muhtaca neden ikramda bulunuruz? Renkli peçeteli, ihtişamlı, çeşit çeşit ikramlı sofralar neden hazırlarız? Neden ihtiyaç ânında tatlı uykumuzu ya da işimizi-gücümüzü bırakıp yardıma koşarız?
Zihnimizin bir köşesinde; «bir gün o da bize…» anlayışı, «… desinler» düşüncesi, «el-âlem ne der?» kuruntusu, «… yapmadan içim rahat etmez» takıntısı, «ne iyi insan olduğumuzu» ispatlama telâşı yoksa da iyilik yapmamızın bir sebebi vardır mutlaka değil mi?
…İyilik, atalarımızın hayatta kalmak için verdiği mücadelenin neticesinde ortaya çıkan bir kavrammış!
İlkel hayattayken insanın tek mücadelesi av bulup karnını doyurarak hayatta kalmakmış. Avını bulan insan onu sadece kendi ailesiyle ve yakınlarıyla paylaştığı için av bulamamış diğer grupların tehdidi altında oluyormuş. Bazen onların saldırısına uğruyor, ölümle sonuçlanan kavgalar oluyormuş. Buna bir çözüm olarak insan, aklını kullanıp elindekinden biraz da ötekilere vermenin hayatta kalma mücadelesine katkı sağlayacağını düşünmüş. Paylaştığında hem hayatta kalabiliyor hem de kendisinin de av bulamayacağı diğer günler için ötekilerine örnek olarak hayatta kalma mücadelesine katkıda bulunuyormuş.
İşte «iyilik» dediğimiz kavram, bencil insanın hayatta kalma savaşının yüz binlerce yıllık mirasıymış.
Bu açıklama nasıl geliyor kulağımıza? Belki önce gülüyoruz ama biraz düşününce; «Doğruluk payı olabilir» diyoruz. Fakat zenginin malından muhtaçlara vermesi sosyal anlamda böyle bir katkı doğuruyor da olsa iyilik yaparken; «Yapayım ki ondan bana zarar gelmesin!» mantığıyla hareket eden kaç insan vardır acaba?
İnsan, zarar gelmesin diye ya da karşılığını bulmak gibi bir beklentisi yoksa başka neden iyilik yapar ki? Malından, zamanından, enerjisinden, canından niçin fedâkârlıkta bulunur ki?
«Kendimizi iyi hissettiğimiz için» iyilik yapmamız, “kişisel gelişimci”lerin bakış açısıyla biraz daha rûhî boyut katarak olayı açıklasa da bu da gerçek bir açıklama olmasa gerektir.
Zira bazen öyle anlar ya da öyle kişiler vardır ki bir başka boyut düşünmeksizin insanın kendisini iyi hissetmesi imkânsızdır. Felçli bir hastanın altını temizlemek, “kişisel gelişim” adına nasıl bize kendimizi iyi hissettirebilir ki?
Ya da diyelim ki hissettirdi bu ne kadar böyle sürer?
Adam öldürerek, hırsızlık yaparak ilh… kendini iyi hisseden(!) bir insan için de iyilik yaparak kendini iyi hissetmek gibi bir durum söz konusu mudur acaba?
Neden iyilik yaptığımızın başka bir açıklaması olmalıdır mutlaka.
…Gerçekte iyilik Allah için yapılır/yapılmalıdır! Böyle olduğunda ilk üç açıklamayı da kapsayan bir netice zaten olacaktır.
Fakat iyiliğin Allah için olması zordur.
Çocuklarımıza yaptıklarımız için; “Bir gün o da bize yapacak…” diyorsak,
Eşe-dosta ikramda ya da herhangi bir yardımda bulunurken; “O da bize yapmıştı…” diye kendi içimizde bir yarışa giriyorsak,
“Ne iyi insan olduğumuzu…” ispatlama telâşındaysak,
“El-âlemin ağzına kötü sakız olmaktansa iyi sakız olma…” felsefesindeysek,
“Yapmadan içim rahat etmez ama…” gibi bir mantıkla takıntılarımızın esiriysek…
Yaptığımız iyilikler Allah için olma özelliğinden çok uzaktır. Cenneti kazanma arzusuyla yapıyorsak o dahî Allah için olma özelliğinden çok olmasa da uzaktır! İyiliğin Allah için olması gerçekten zordur!
Hazret-i Ali bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı sulamıştı. Sabah olup da ücreti olan arpayı alınca eve geldi, üçte birini öğütüp ondan «hazîra» dedikleri bir yemek yaptılar.
Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi de pişen yemeği ona verdiler.
Sonra ikinci üçte biri öğütüp yemek yaptılar. Bu yemek pişince bu sefer de bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son üçte biri öğütüp ondan yemek yaptılar.
Bu yemek pişince bu sefer müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler. (Esbâb-ı Nüzül Bedreddin ÇETİNER) Ve haklarında şu âyetin inmesine sebep olacak bir davranış sergilemiş oldular:
“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. «Biz size, ancak Allâh’ın rızâsı için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.» derler.” (el-İnsân, 8-9)
Gerçekte iyiliğin neden yapılması gerektiğini açıklayan bu ilâhî beyan ile birlikte tekrar düşünelim:
Allah için yaptığımızı sandığımız iyilikler ne kadar yakınmış O’nun rızâsına? Yaptığımız iyilikleri unutmayarak en azından bir teşekkür ya da vefâ bekleriz değil mi?
“İyilik yap denize at; balık bilmezse Hâlık bilir!” anlayışına sahip olabilmek gerçekten zordur fakat imkânsız değil!
“Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (el-Bakara, 262) âyet-i kerîmesinin bize ilham ettiği, Allah için yaptığımızı iddia ettiğimiz iyiliklerin; «eziyet vermeyen, can acıtmayan, yüreğe taş gibi oturmayan» iyilikler olmasıdır. Yani sağ elinin yaptığını sol elinin bilmeyeceği kadar çabuk unutulan cinsten iyilikler olması.
İyilik Allah için yapılmıyorsa aslında o iyilik değildir. Sadece kendini tatmindir ya da maddî-mânevî bir karşılık bulma arayışıdır. Fakat ne niyetle yapılırsa yapılsın şu dünyada iyilik her hâlükârda güzeldir.
Lâkin iki dünyamızın da güzel olabilmesi için iyiliğin Allah için olması gerekir vesselâm.