Örnek Bir Baba Modeli HAZRET-İ LOKMAN -ALEYHİSSELÂM-
Kur’ân’dan Mü’minlere Hitaplar
Prof. Dr. Ömer ÇELİK omercelik08@hotmail.com
Aile, İslâm cemiyet hayatının çekirdeğini teşkil eder. Allâh’a inanmış, Peygamber’e aşkla bağlanmış iki sıcak gönül; Allâh’ın emri ve Peygamber’in kavli ile buluşur, kaynaşır; Allâh’ın varlığına delil olacak eşsiz muhabbet ve sıcaklıkta bir yuva oluşur. Orada ibâdet hazları, zikir coşkuları, sohbet feyizleri yaşanır. Bahar mevsimine erişmiş, rengârenk çiçeklerin, meyvelerin yetiştiği bir bahçe gibi; mânevî râyihaların doldurduğu güllük-gülistanlık bir yuva olur. O yuvada anne, dişi kuş misâli yuvayı içten imar eder. Baba da dıştan o yuvayı korur, gözetir. Anne, üzerine düşen vazifeleri bir ibâdet vecdiyle yapar. Baba da bir cihad aşkıyla helâl rızık kazanmanın, yavrularını birer İslâm mücahidi yapmanın heyecanını taşır.
İşte Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de Lokman -aleyhisselâm-’ı numûne göstererek, bir babanın evlâtlarına nasıl örnek olması ve onları nasıl bir İslâmî terbiye ile yetiştirmesi lâzım geldiğini beyan eder.
Öncelikle Lokman -aleyhisselâm-, Allâh’ın kendisine hikmet ihsan ettiği hayrın ve fazîletin zirvesinde bir şahsiyettir. Bu; sağlam bir aile tesisi için babaların yetişkin, kâmil ahlâk sahibi, hikmet ehli kimseler olması gerektiğini hatırlatır.
Peki hikmet nedir?
Hikmet; insanın nazarî ilimleri en güzel şekilde öğrenip onların gereklerini yerine getirmesi; böylece üstün ve güzel fiilleri, gücü nisbetinde tam bir meleke kazanarak kemâle erdirmesidir.
Hikmet; illet ve sebepleri bilerek, gayeye ulaştıracak şekilde ameli ilme, ilmi amele uydurmaktır.
Hikmet; gerçek Hakîm’in hükmüne tâbî olmak, nefsin istediği yönden değil, Hakk’ın istediği şekilde sırât-ı müstakîme uymak, nefsi tanıyıp dizginlerini ele alarak ölçülü davranmak ve hükmüne karşı koymanın imkânsız olduğunu bildiğimiz Allâh’a karşı asla isyan etmemektir.
Bu sebeple âyet-i kerîmede;
“Kime hikmet verildiyse ona pek çok hayır verilmiştir.” (el-Bakara, 2/269) buyurulmaktadır.
Lokman Hakîm’e verilen hikmetlerden bir misal şöyledir:
Bir gün Dâvud -aleyhisselâm-, Lokman Hakim’den bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istedi. Lokman Hakim de ona, kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hazret-i Dâvud, bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini talep etti. Lokman Hakim, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. Dâvud -aleyhisselâm-, ona bunun sebebini sorunca da şöyle dedi:
“Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz!..” (Taberî, XXI, 82)
Lokman Hakîm kendine verilen fazîleti şöyle hülâsa eder:
“Doğru sözlülük, emâneti yerine getirmek, beni ilgilendirmeyen şeyi terk etmek ve ahde vefâ göstermek.” (Muvattâ, Kelâm, 17)
Hikmet sahibi kişiye lâzım gelen, hem ilim hem de amel bakımından bunun şükrünü îfâ etmektir. Bu yüzden hikmetin verilmesi mukabilinde;
“Allâh’a şükret!” (bkz. Lokman, 31/12) buyurulur.
Bu şükrün ilmî yönü; önce o hikmetin Allah Teâlâ’nın bir ihsanı olduğunu bilerek, Allah’ı şirkten tenzih etmektir.
Amelî yönü ise; her türlü söz, fiil ve davranışlarda kendi nefsânî arzularını değil, Allâh’ın emrini ve rızâsını gözetmektir. İşte bu sebeple, Lokman -aleyhisselâm-’ın oğluna nasihati vesile kılınarak Allâh’a şirk koşmak en büyük zulüm sayılıp kesinlikle yasaklanır. (bkz. Lokman, 31/13)
Sonra da sâlih amellerin başında gelen Allâh’a kulluk ve ana-babaya iyilik emredilir. (bkz. Lokman 31/14-15)
İslâmî ailenin sağlam temeller üzerine oturup yükselebilmesi için, ana-babaların evlâtlarının terbiye ve yetiştirilmelerinde tüm imkânlarını seferber etmeleri gerektiği gibi, evlâtların da ana-baba hukukunu tam olarak yerine getirmeleri gerekir.
Ana-babaya iyilik, İslâm’ın önde gelen ahlâkî esaslarından biridir. Ana-baba müslüman olsa da olmasa da onlara mutlaka iyi davranılmalıdır. Müslüman iseler seve seve iyiliğe devam etmek, şayet değilseler yine de İslâm’ın bir emri olarak onlara iyilikle sahip çıkmak lâzımdır. Meselâ günaha iştirak etmeksizin yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını düzene koymak; eziyet etmemek; ağır söylememek; hastalıklarını tedavi ettirmek ve vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarda bulunmak bu kabildendir.
Ancak ana-baba müslüman olmamakla birlikte; bir de çocuklarını körü körüne Allâh’a şirk koşmaya zorlarlarsa, onlara bu hususta kesinlikle itaat edilmeyecektir. Çünkü Allâh’a isyan sayılacak hiçbir emre itaat etmemek de dînin temel esaslarından biridir.
Bir baba olarak Lokman -aleyhisselâm-’ın şirki yasakladıktan ve Allâh’a samimî bir kulluğu öğrettikten sonra çocuklarını öncelik sırasına göre hangi esaslar çerçevesinde terbiye etmek istediğini şu âyet-i kerîmeler beyan eder:
“Evlâdım! Yaptığın (iyilik veya kötülük) hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, göklerin veya yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa, Allah onu (âhirette karşına) getirir. Şüphesiz ki Allah en ince hususları bilendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.
Evlâdım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır ve başına gelen musîbetlere sabret. Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdir. (Kibirlenerek) insanlara yüzünü yan çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenmiş, çokça övünüp duran hiçbir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde mûtedil ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini, elbette merkeplerin sesidir!”
Ailede İslâmî terbiyenin esas umdelerini teşkil eden bu nasihatleri kısaca şöyle izah edebiliriz:
1. Allah Teâlâ’nın varlığını, birliğini, kudretini, en ince sırları ve gizlilikleri bildiğini ve her şeyden hakkıyla haberdar olduğunu idrak etmek; yapılan tüm amellerin en ince noktasına kadar kayıt altına alındığının farkında olarak âhiret hesabından korkmak. Daha anlaşılır bir ifadeyle Lokman -aleyhisselâm- oğlundan Allâh’ı tüm isim ve sıfatlarıyla tanımasını, «mârifetullâh»a ermesini ve ihsan şuurunda bir kulluk yaşamasını istemektedir. Öyle bir Allah ki, yapılan bir iyilik veya kötülük kimsenin dikkatini çekmeyeceği bir küçüklükte bile olsa, hattâ zerre (atom) miktarı, elektron ve proton miktarı kadar bile olsa (bkz. ez-Zilzâl, 99/7-8), yine bu amel hiç kimsenin muttalî olamayacağı gizli bir yerde bulunsa; meselâ büyük bir kayanın içinde, yahut göklerin akıl-fersâ genişliği veya yeryüzünün ulaşılamaz derinliği içinde herhangi bir yerde bulunsa, bunu görüp, bulup mahşerde kulun karşısına çıkaracaktır. İslâm, işte böyle bir Allâh’a kulluğu emretmekte ve O’na karşı gelmekten sakındırmaktadır.
2. Namazı dosdoğru kılmak. Namazın küçük yaşlardan itibaren çocuklara öğretilmesi, kıldırılması ve çocukların bu mühim ibâdete tedrîcen alıştırılması lâzımdır. Henüz küçük yaşlarda ağaç mesâbesinde iken namaza alışamayan ve onu yemek ve içmek gibi günlük hayatının ayrılmaz bir parçası hâline getiremeyenlerin daha sonraki yaşlarda çok zorlandıkları tecrübe ile sâbittir. Bu sebeple Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuk yaşlardaki namaz eğitiminin çok büyük ehemmiyet arz ettiğini haber verir.
3. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak. Emredilmesi istenilen «iyilik», kulu Allâh’ın muhabbetine ve rızâsına ulaştıran her şeydir. Sakındırılması istenen «kötülük» ise kulu Allah’tan alıkoyan her şeydir. İyiliği emredip, kötülükten sakındırmak sözle olur. Fakat bunun en güzel yolu; insanları sakındırdığımız kötülüklerden öncelikle kendimizin sakınması, onlara yapılmasını emrettiğimiz şeyleri de evvelâ kendimizin yapmasıdır. Çünkü kendisine söz geçiremeyen kimsenin başkasına söz geçirmesi gerçekten zordur. Böylece Lokman -aleyhisselâm- evlâdına bütün iyiliklerin fiilî temsilcisi, tüm kötülüklerin de düşmanı olmasını öğütler. Ona böyle bir terbiye verir.
4. Başa gelen musîbetlere sabretmek. Burada dînin tebliği ile vazifeli kimselerin, iyiliği emredip kötülüğü yasaklarken bir kısım sıkıntılarla yüz yüze geleceklerinin büyük bir ihtimal dâhilinde olduğuna ve muvaffak olabilmek için bunlara göğüs germenin lâzım geldiğine işaret edilmektedir. Bütün bunlar (2, 3 ve 4. maddeler); yerine getirmekte azim ve kararlılık gösterilmesi, nefse ağır gelse de büyük bir cehd ve gayretle yapılmaya devam edilmesi gereken mühim işlerdir. Eğer lâzım gelen kararlılık gösterilmez ve gevşek davranılırsa, İslâm’ın bu mühim emirleri aksayabilir ve beklenen netice hâsıl olmaz.
5. Kibirlenip insanlardan yüz çevirmemek, onlara sırt dönmemek. 18. âyette kullanılan «sa‘r» kelimesi, devenin dizinde bulunan ve onu yüzünü hep aynı yönde tutmaya zorlayan bir hastalık mânâsını taşımaktadır. Buradaki ifade ise; kibir ve büyüklük taslayan, başkalarını küçük görerek yüzünü çeviren kimsenin tavrını tasvir eder. Aynı zamanda kibrin, kişinin ruh ve beden âhengini bozan, onu dengesiz harekete sevk eden ciddî bir hastalık olduğunu gösterir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız. Ey Allâh’ın kulları kardeş olunuz. Müslüman bir kişinin üç günden fazla kardeşine dargın durması helâl değildir.” (Buhârî, Nikâh 45)
6. Yeryüzünde böbürlenerek, çalımlı çalımlı yürümemek. Bir diğer âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (el-İsrâ 17/37)
Bunlar (5 ve 6. maddeler); Allâh’ın sevmediği ve râzı olmadığı mezmûm/kınanmış davranışlardır. Çünkü Allah kendini beğenenleri, başkalarına üstünlük taslayanları sevmez.
7. Yürüyüşün mûtedil olması; her türlü hâl ve davranışın hem ifrat hem tefritten uzak, orta ve mâkul bir şekilde olması. Yerine göre dînin en uygun davranış modeli ne ise onu sergileyebilmek.
8. Konuşurken sesin de mûtedil bir seviyede çıkması. Lüzumsuz yere bağırmamak. Zamana, zemine ve muhatapların durumuna; dinleyenlerin azlığına, çokluğuna ve işitebilme imkânlarına göre sesi ayarlamak. Ölçüsüz bir şekilde bağırıp çağırmamak. Rabbimiz burada merkep sesini misal vererek bunun kötülüğünü beyan buyurmaktadır. Hattâ Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, tâkatinden daha fazla yüksek sesle ezan okumaya çalışan bir müezzine;
“Ben, senin kasıklarının çatlayacağından korktum.” demiştir. (Kurtubî, XIV, 71)
Lokman -aleyhisselâm-’ın bu nasihat ve öğütlerini değerlendirdiğimiz zaman, onun evlâdını İslâm’ın îtikat, ibâdet, ahlâk ve muâmelât şeklinde özetleyebileceğimiz tüm alanlarını dikkate alarak ve bunlar içerisinde ilim ve hikmete dayanan tutarlı bir sıralama yaparak terbiye ettiğini anlarız. Dolayısıyla İslâmî hassâsiyeti olan ailelerin, ana ve babaların, Lokman -aleyhisselâm-’ın öğütlerinde tavsiye edilen ilâhî tâlimatlara uygun bir terbiye gerçekleştirebilmeleri için; bahsedilen değişmez ilâhî esaslar üzerinde derin derin tefekkür ederek tavsiye edilen modeli, aile hayatlarına aksettirmeleri, dünya ve âhirette onları mesut ve bahtiyar edecek hayırlı neticelere ulaşma bakımından son derece faydalı olacaktır.