İnsanı Sultan Yapacak Taç EDEP

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış, nezâket, incelik, hayâ… gibi irtifâ belirten mânâlarda kullanılan edep mefhumu; «esfel-i sâfilîn» ile «âlâ-yı illiyyîn» arasında süzülen insanı, Hakk’a uçuran bir kanat, «sultan» yapacak bir taçtır. Kelâm-ı kibar, ne sırlar veriyor; bu paha biçilmez mücevher için:

Onun başlıca sırrı, hudutlara riâyet,
Kalır mı insanda hak, gözetilmezse şâyet.
İstediğin insansa, onu edeple donat,
Edeptir insanı Hakk’a uçuran kanat.

Edep; bir tâc imiş Nûr-i Hudâ’dan,

Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan.

Âlemlere rahmet ve üsve-i hasene (en güzel örnek) olarak gönderilen Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Beni Rabbim edeplendirdi; edebimi de üstün ve güzel eyledi.”

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyuruyor.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz, -Aleyhissalâtü ve’s-selâm- Efendimiz için;

“O’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkıdır.” buyuruyor.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in himmetleriyle cahiliyye bataklığından çıkarak, insanlık âleminin en nezih topluluğu hâline gelen ashâb-ı kiram -radıyallâhu anhum- Hazerâtı, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesiyle, her biri birer edep âbidesi olarak temâyüz etmişlerdir. Onların izinden yürüyen Hak dostları da teselsülen, bu nurdan tâcı, başlarının üzerinde asırlardır şanla-şerefle taşımışlardır. Bu öyle hassas, ince bir ruh hâlidir ki; gerek içtimâî, gerek ferdî durumuna göre hayatın her ânı, nâdide bir kanaviçe misâli ilmek ilmek bu nûrânî şuâ ile dokunur; sofrada, çarşıda-pazarda, yatakta, ibâdette, ziyarette, sohbette, okulda ilh… Çünkü; insan:

“Her an Allah Teâlâ ile beraberdir.” (el-Hadid, 4); O -celle celâlühû-’nun huzûrundadır ve O;

“Şah damarından daha yakındır.” (Kāf, 16)

Hazret-i Hasan ve Hüseyin -radıyallâhu anhumâ-’nın, daha çocuk yaşlarında iken sâdır olan nezih bir davranışları vardır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu iki gülü, bir bedevînin abdestini usûlüne uygun alamadığını görünce, ona şöyle derler:

“Amcacığım, biz birbirimizle abdest üzerinde anlaşamadık. Bize bakabilir misiniz; hangimiz daha doğru abdest alıyoruz?” Adamın kabul etmesiyle abdest almaya başlarlar. Onları seyreden bedevî, kendi hatasını anlayarak, teşekkür eder. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu sevgili torunlarının henüz çocuk yaşlarında bu olgunluğu, edebi, şefkati, merhameti ve mes’ûliyet hissini sergileyebilmesi; o saâdet devrinin edep ve terbiye ile ilgili müktesebâtını göstermesi bakımından ibretâmiz bir örnektir.

Medîne-i Münevvere’de doğup, hâle hâle dünyaya yayılan nur medeniyetine, ne kadar güzel haslet ve fazîlet varsa, hepsi de nispet edilse sezâdır; fedâkârlık, merhamet, istikamet, diğergâmlık, edep, ilim-irfan ilh… İnsanı mâverâya kanatlandıran bu yüksek değerler, içtimâî yapının husûsiyeti hâline gelmiştir ümmet ölçeğinde. İslâm kültürü, edeple ilgili çok zengin bir muhteviyata sahiptir. Bunlardan birkaç tanesi zikredilirse: 1

Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:

“Güzel edep, Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür.”

Ebû Muhammed Harîrî -kuddise sirruh- buyurur:

“Yirmi senedir ayağımı uzatıp oturmadım. Dedim ki: «Rabbime karşı edepli olmak, benim için daha evlâdır.»”

İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- buyurur:

“Bütün edeplerin başı; hem rahatlıkta, hem de sıkıntı zamanında Allah Teâlâ’nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmaktır.”

Mahmud Sâmi Efendi -kuddise sirruh-, edebi dolayısıyla ömrü müddetince iki dizi üzerinde oturmuşlar; ayak ayak üstüne atmamış, bağdaş dahî kurmamışlardır.

Abdullah bin Menâzil -kuddise sirruh- buyurur:

“Edep insanın nefsini bilmesi, tanımasıdır.”

“Nefsini bilen Rabbini bilir.” buyurulması muvâcehesinde; edepli insanın, içtimâî yapısı sağlam bir cemiyet için, temel taşı mesâbesinde olduğu açıktır. Kendisinin âciz bir kul; ancak yüksek istîdatlarla mücehhez ve varlıkların en şereflisi olarak yaratıldığının şuurundaki fertlerle saâdete erer insanlık. Karınca ezmekten sakınan, hayvan ve kul hakkından kaçınan, bütün yaratılmışlara şefkat ve merhametle bakan insanlarla yükselir cemiyet.

Zamanımızda milletlerin ancak ilimle kurtulacağı fikriyâtı hâkim. Doğrudur; fakat ilim bir vasıtadır; onu kullanan insandır asıl olan. Çünkü ilim ve teknolojinin bu kadar ilerlemiş olduğu çağımızda, insanın da o kadar saâdetten uzaklaşmış olduğu acı bir vâkıa. Bu sebeple önce insanın; hikmetle, edeple rûhunun doyurulması gerekir. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-;

“İlimden önce edep öğreniniz.” buyuruyor. Kelâm-ı kibarda:

“Edep ehli, ilimden hâlî olmaz, edepsiz ilim okuyan, âlim olmaz.” deniyor.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Kişinin çocuğunu terbiye etmesi, ona edep öğretmesi, her gün yarım sa‘ (1750 gram hurma vesâire gibi) sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” buyuruyor.

Asıl olan ana-babanın çocuklarından böyle mes’ul olması iken; şimdilerde ise, herkesin bir tarafa çektiği dünyevî (seküler) kaynaklı «özgürlük» aşkına, «çocukların eğriyi-doğruyu, kendilerinin öğrenmesine fırsat verilmesi» kanaati yaygın. Hâlbuki, yanlışları ve doğruları hayat tecrübeleri ile tanımış olan ebeveyn, bu bildiklerini evlâtlarına aktarmayacaklar da, ne yapacaklar? Nitekim bu şanlı medeniyetin asırlar süren hükümranlığı, istikbâli yüklenecek olan çocukların, fıtratına uygun eğitimle yetiştirilmesiyle mümkün olmuştur.

Edepli ol cân isen,
Hakk’ı bil insân isen,
Müştâk-ı sultân isen,
Var edep öğren, edep.

diyor, Kaygusuz Abdal; edebin lüzumu ile ilgili olarak. Batılı seyyahların medeniyetimizle ilgili olarak çok sitâyişkâr tespitleri vardır. Bunlardan edep mevzûu ile ilgili birkaç tanesi şöyledir: 2

“Osmanlı Türkleri, umûmî ve ferdî ahlâklarının ciddiyetini şerîatin iffet ve hayâ mefhumuna medyundurlar. Ahlâkî ve dînî bir hukuk sisteminin zarûrî bir netîcesi olan bu hâli, barbarlık örf ve âdetlerinden, milletin göçebeliğinden ve kocaların kıskançlığından mütevellit göstermek haksızlıktır.” (Mouradgea d’Ohsson-1791)

“Türkler başkalarının kadınlarına azamî derecede hürmet ederler ve gezinti yerlerinde tesadüf ettikleri kadınlara gözlerini dikip bakmayı haram sayarlar.” (A. L. Castellan-1811)

“Müslüman-Türkler arasında kibir ve gurur istîdâdı âdeta meçhuldür; Kur’ân’ın en şiddetle nehyettiği temâyüllerin biri de budur.” (A. Brayer-1836)

Bugün çocuklar «ekmek sahibi olabilmeleri» endişesiyle, âdeta yarış atları misâli imtihandan imtihana koşturulurken, onların edep sahibi olmaları, âdâb-ı muâşeret kaidelerini öğrenmeleri ne ölçüde takip edilebilmektedir? Bin bir problemle boğuşan ailelerde bu, ne kadar mümkün olabilmektedir? Millî eğitimimizde, hazcılık (hedonizm) girdabında savrulan nesillerin heder olmaması için bir gayret, bir proje var mıdır? Bir kısım basın ne zaman insafa gelip de, okullarda seccade avını bırakıp, gençlerin hayatî meselelerini ele alacak? Cemiyetimizin mevcut hâline bakıldığında; herkes şikâyetçi olduğuna göre, buna müsbet bir cevap verebilmek herhâlde mümkün olamayacaktır.

Ahlâkın kaynağı «din»dir. Ancak günümüzde cemiyet ahlâkı, dünyevî (seküler) zihniyetin tehdidi altındadır. Din; insan hayatının her ânını tanzim eden, saâdete eriştirecek ilâhî değerler manzûmesidir. Dünyevî (seküler) zihniyet de, bu maksada mâtuf, böyle bir prensipler çerçevesi vaz‘ etmiş midir? Hangi önderin tavsiyeleri, insanlığı düştüğü buhrandan kurtaracaktır? Hangi «-izm»in, hangi değerleri üzerinde ittifak edilecektir? Dünyayı kan ve ateşe boğan, bu ideolojik cephelerin hâkimiyet mücadeleleri değil midir?

Cemil MERİÇ;

“İdrakimize giydirilmiş deli gömlekleri.” diyor; «-izm»ler için. Haber kaynaklarından öğrenilen akla ziyan hâdiseler ortada… Halkın her dînî kaynaklı talebinin karşısına, dünyevî (seküler) zihniyet adına karşı çıkılması, bastırılması; buhranları körüklemiş, cemiyeti içtimâî cinnet noktasına getirmiştir. Gönül sultanlarından Yûnus Emre’miz, içtimâî barış için dünyaya şu cihanşümul tebliği yapıyor; gönüllere hitap ederek:

Ehl-i diller arasında aradım, kıldım talep,
Her hüner makbul imiş; illâ edep illâ edep.
Gezdim Halep’i Şam’ı, eyledim ilmi talep,
İlim gerideymiş; illâ edep illâ edep.

____________________

1 Sâdık DÂNÂ, Altınoluk Sohbetleri-1, Erkam Yay., No: 61, s. 114.

2 İ. Hâmi DÂNİŞMEND, Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İst. Kit. Yay. 37, s. 38.