RAHMETİ DİLİMİZDEN DÜŞÜRMEYELİM!

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@yuzaki.com

Rahmet, rahmet edilene ihsanda bulunmayı gerektiren rikkat ve acıma duygusu demektir.

1

Türkçemizde rahmetin mukâbili olarak «esirgeme, acıma, bağışlama» gibi kelimeler kullanılır. Ancak bunlar içerisinde «esirgeme»; yerine göre «sakınmak, engellemek, hattâ cimrilik etmek» mânâsına gelir. Meselâ;

“Falanca gözünü budaktan esirgemez.” deriz,

“Rabbim! Rahmetini bizden esirgeme!” diye duâ ederiz.

«Acıma» kelimesi de buna yakın bir anlamda kullanılabilir. Meselâ millî şairimiz Mehmed Âkif;

Kızımın iffeti batmakta rezîlin gözüne;
Acırım tükrüğe billâhi tükürsem yüzüne!..

derken iffet düşmanlarının yüzlerine tükürmesi durumunda tükürüğüne yazık olacağını, onların tükürülmeye bile değmeyecek kimseler olduğunu belirtir.

«Acıma» kelimesi bazen de rikkat ve ihsandan mücerret bir hâlde kullanılır. Bu anlamda haksızlığa uğrayan bir köle kendisine zulmeden ihtişamlı bir saltanat sahibine; «Sana acıyorum!» diyebilir. Bu; «Seni acınacak, rezil, zavallı ve haysiyetsiz bir durumda görüyorum!» demektir.

«Acıma» kelimesi bazen rikkat ihtivâ eder, ancak ihsandan mahrum olur. Meselâ bir anne, ıstırap içindeki hasta yavrusuna karşı tarifsiz bir acıma hissi duyar. Ancak onun hissettiği bu acının çocuğuna hiçbir faydası yoktur. Öte yandan ıstırap içindeki hastalarıyla devamlı karşılaşması sebebiyle hissizleşen ve dolayısıyla annenin duyduğu acının belki binde birini bile duymayan doktor, soğukkanlı bir şekilde çocuğu tedavi ederek ona faydalı olabilir. Fakat onun çocuğa olan bu iyiliği «acıma»dan ziyade bir «ihsan» ve «bağış» olarak isimlendirilmelidir. Çünkü rikkat duygusundan mahrum bulunmaktadır.

Kısacası «rahmet» kelimesi, «acıma» ve «esirgeme» gibi kelimelerle karşılanamamakta, onların yanında apayrı bir yer tutmaktadır. Üstelik dilimizde «rahmet» ile aynı kökten türeyen birçok kelime ve deyim de yerleşmiş bulunmaktadır. Hısım-akrabamızı ziyaret ederek sıla-i rahim yaparız, geçmişlerimizi rahmetle anar, isimlerinin önüne mutlaka «rahmetli» kelimesini koyup sonunda yine; «Allah ganî ganî rahmet eylesin.» deriz. Kabir taşlarına; «Merhûm/merhûme falanca… rûhuna Fâtiha!» yazarız.

Rahmet kelimesi, mecâzen başka mânâlarda da kullanılır. Yağmur bunlardan biridir. Bundan da deyimler türemiştir.

«Bir damla rahmet düşmedi.»,

«Bir rahmete tutulduk ki sırılsıklam olduk.» deriz. Kelimenin bu anlamı Kur’ân-ı Kerim’den gelmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur.” (el-A‘râf, 57)

Rahmet kelimesi, Kur’ân’da; İslâm, Kur’ân, nübüvvet ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hakkında da kullanılır.2

Çünkü bunların hepsi de Rahmân ve Rahîm olan Allah Teâlâ’nın rahmetinin eserleridir. Cenâb-ı Hak;

“Biz Sen’i ancak rahmeten li’l-âlemîn / âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107) buyurarak sevgili peygamberinin rahmet oluşunu özellikle tescil eder. Süleyman Çelebi de Mevlid’inde bu husûsu şöyle dile getirmiştir:

«Rahmeten li’l-âlemîn»dir Mustafâ
Hem «Şefîu’l-müznibîn»dir Mustafâ

Şefîu’l-müznibîn: Günahkârların şefâatçisi

Esmâ-i hüsnâdan olan Rahmân ve Rahîm; «çokça merhamet eden» mânâsında iki sıfattır. “O, müminlere çok merhametlidir” (el-Ahzâb, 43) âyetini nazar-ı dikkate alan bazı âlimler, «Rahîm» sıfatının yalnızca mü’minlere yönelik olan âhiretteki ilâhî rahmeti ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir.3

Dolayısıyla bu rahmete lâyık olabilmek için îman ve sâlih amel gerekmektedir. «Rahmân» sıfatı ise dünyada mü’min olsun kâfir olsun bütün insan ve cinleri, bunların da ötesinde bütün mevcûdâtı kuşatmaktadır. Canlı-cansız bütün varlıkların var oluşu ve varlıklarını sürdürmesi, Rahmân sıfatının tecellîsinin bir neticesidir. İlâhî rahmetin tecellî etmediği tek bir varlık yoktur. Nitekim Cenâb-ı Hak;

“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (el-A’râf, 156) buyurmaktadır. Böyle engin bir rahmet yalnızca Allah Teâlâ’ya mahsus olduğu için Rahmân sıfatı da yalnız O’nun hakkında kullanılır ve bir bakıma; «Allah» gibi özel isim yerine geçer. Rahîm ise, Rahmân’ın aksine; «er-Rahîm» şeklinde elif-lâmlı olmamak kaydıyla Allah’tan başkaları hakkında da kullanılabilir. Böylece Rahîm sıfatı, îman ve sâlih amel başta olmak üzere değişik sahalarda ilerlemek için gayret ve çaba gösteren kullarına Allâh’ın bir lutfu gibidir. Eğer Rahîm sıfatının tecellîsi olmasa, insan ve cinler gibi iradeli varlıklar da tıpkı cemâdât, nebâtât ve hayvânât gibi Rahmân sıfatının tecellîsiyle var olmak ve var olmanın gereği olan vazifelerini yerine getirmekle kalacak ve bunun ötesine gidemeyecekler; ibdâ’ gücünden mahrum bulunacaklar, yenilikler ortaya koyamayacaklar; hattâ sûret bakımından farklı olsalar bile sîretleri aynı olacak, Ebûbekir ve Ebûcehil gibi farklı karakterler bulunmayacaktı. Demek ki Rahîm sıfatı, iradeli varlıkların iyiye, doğruya ve güzele doğru kaydettikleri ilerlemelerin mükâfatlandırılmasıyla ilgilidir ve bu sebeple özeldir. Öte yandan kullar hakkında da kullanılabilmesi bakımından geneldir.

«Rahmân» sıfatı ise sadece Allah hakkında kullanılabilmesi cihetiyle özel, bilâ-istisnâ her şeyi kuşatması cihetiyle geneldir. Bu engin rahmeti düşününce gönüller coşar ve Cenâb-ı Hakk’a bu sıfatıyla yakarır. Şehzâde Cem’in, muhtemelen Avrupa esâreti esnasında söylediği şu tazarrû-nâme, Allâh’ın rahmetinin sahilsiz bir derya gibi olduğunu belirtmesinin yanı sıra; «suçu yüze vurmak sûretiyle utandırmamak» gibi rahmetin değişik mânâlarını dile getirmesi bakımından da dikkat çekicidir:

Cem rahmeti kapundan umar ey Kerîm ü Hayy!
Deryâ-yı rahmetine çü yoktur Sen’ün, kenâr!

Gerçi ki zâtun oldu nihan cümle dîdeden
Lâkin sıfât-ı rahmetün oluptur âşikâr

Yâ Rab! Bilir günâhını çün rahmet eylegil!
Cürmini yüzüne uruben etme şermsâr

Deryâ-yı rahmet: Rahmet denizi. Nihan: Gizli. Dîde: Göz.
Sıfât-ı rahmet: Rahmet sıfatları. Cürm: Suç. Şermsâr: Utanan.

Baştan beri söylemeye çalıştığımız şudur: «Rahmet» kelimesinin dilimizde köklü bir yeri vardır. Bu; onun dînimiz, kültürümüz ve medeniyetimizde ehemmiyetinin bir aksidir. Gelecek nesillerimizin bizi rahmetle anması, bize rahmet okutmamasını istiyorsak rahmeti dilimizden düşürmemeli, onları şeytânî vesveselere kulak tıkayıp Rahmânî ilhamlara yönelmiş olarak yetiştirmeliyiz. Rahmân sıfatının tecellîsi neticesinde akıl-fikir sahibi iradeli bir varlık olarak yaratılışımıza bir nebze şükredebilmemiz için Cenâb-ı Hak gönlümüzü iyiye, doğruya ve güzele yönlendirsin ve bu şekilde bizi Rahîm sıfatının tecellîsine daha fazla mazhar kılsın! Bu temennî ile rahmet ayı olan Ramazân-ı şerîfinizi tebrîk eder, rahmetine vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.

1 Râgıb el-Isfahânî, Müfredâtu Elfâzı’l-Kur’ân, rahmet md.

2 Damegânî, K?mûsu’l-Kur’ân, rahmet md.

3 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, I, 49-54.