Osmanlı’yı Mâzîdeki Kudretine Kavuşturan Kahraman FÂZIL AHMED PAŞA

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

GİRİT’E BEZİRGÂNLIĞA GELMEDİK!

Köprülü Mehmed Paşa’nın büyük oğlu Fâzıl Ahmed Paşa, 1635 yılında Vezirköprü’de doğdu; babası tahsil görmemiş, tecrübe mektebinde yetişmiş bir devlet adamıydı. Fakat oğlunun genç yaşta ilim ve irfan sahibi olmasını istediğinden; daha yedi yaşında iken, onu İstanbul’a getirtip medrese eğitimine başlattı. Ahmed; tanınmış ilim adamlarından ders gördü, çalıştı, çabaladı ve kısa zamanda büyük gelişme gösterdi. Sonunda henüz 22 yaşında bir genç iken «Sahn-ı Semân» müderrisliğine tayin edildi. Hızlı yükselişi, ilim çevrelerinin tenkit ve rahatsızlıklarına yol açtı. Şahsıyla ilgili dedikodulara son derece üzülen Fâzıl Ahmed, ulemâ mesleğinden soğumuştu. Baba Köprülü; bu gelişme üzerine, oğlunu ulemâ sınıfından ayırarak, vezirlik rütbesiyle Erzurum valiliğine tayin ettirdi. Orada bir yıl görev yapan Fâzıl Ahmed Paşa, gösterdiği başarı üzerine ertesi yıl Şam valiliğine getirildi. Valiliği sırasındaki verimli icraatlarıyla hem babasının, hem de Sultan IV. Mehmed’in takdirini kazandığından Halep Beylerbeyliğine tayin edildi.

26 YAŞINDAKİ GENÇ SADRAZAM!

Köprülü Mehmed Paşa 83 yaşına gelmişti, hastaydı. 1661 yazında hastalığı artınca, Vâlide Turhan Sultanla genç padişah telâşlandılar. Kendisine emr-i Hak vukû bulduğunda ne yapacaklarını sordular. Paşa, onlara şu tavsiyede bulundu:

“Rahat etmek isterseniz, öldüğümde sadâret makamını Halep Beylerbeyi oğlum Fâzıl Ahmed Paşa’ya verirsiniz!”

Paşanın bu arzusu, oğlunu kayırmak gibi basit bir temennî değildi. O, memleket çarkını çevirecek muktedir elin, kendi oğlu olduğunun idrakindeydi.1

Fâzıl Ahmed Paşa, Halep’teki görevine başlayamadı; çünkü acele kaydıyla gönderilen bir hatt-ı hümâyunla İstanbul’a davet edildi. Kısa zamanda Dersaadet’e gelen genç paşa, Sultan IV. Mehmed tarafından huzura kabulünün ardından, 1661 yılı Temmuz’unda «Sadâret Kaymakamı» tayin edildi. Fakat bu görevinde de fazla kalamadı, babasının üç ay sonra vefatı üzerine 26 yaşında (31 Ekim 1661) sadrazam oldu.

GEREKİRSE ÖDÜNÇ ALIRIZ!

Erdel anlaşmazlığı üzerine Avusturya’ya sefer ilân eden Fâzıl Ahmed Paşa; 18 Ağustos 1663’te Almanların Neuhausel, Türklerin Uyvar dedikleri stratejik kaleyi kuşattı. Son derece sağlam tahkim edilen ve çok iyi savunulan Uyvar kalesini 37 gün gibi kısa bir sürede teslim alması; hem içeride, hem dışarıda kendisine büyük itibar sağladı; Osmanlıların batıdaki kudretini zirveye çıkardı. Osmanlı’nın bu büyük başarısı; «Uyvar önündeki Türk gibi» deyimiyle, Avrupa’nın bütün halklarına mal oldu, bir korku cümlesi olarak dilden dile yayıldı.

Avusturyalı tarihçi Hammer; ünlü tarihinde Uyvar’ın fethinin 37 günde tamamlanmasının Avrupa’yı dehşet ve korku içinde bıraktığını, Türklerin bütün kıtayı işgal edeceği şâyiasının derin endişelere sebep olduğunu söyler.

Sadrazam bu fetih sırasında, kadîm geleneğe uyarak, Osmanlı askerine şu vaatte bulunmuştu:

“Esir getirene 50, kelle getirene 20 kuruş mükâfat verilecektir!”

Ancak, paşanın bu kararına Kethüda Şişman Efendi itiraz etti:

“Paşam, bu ihsana sel gibi akçe gelse fayda etmez!”

Fâzıl Ahmed Paşa;

“Hazine bugün içindir. Bizim akçemiz böyle günlerde sarf edilmek içindir; şayet gerekirse ödünç alır, yine esirgemeden dağıtırız!” diye cevap verdi.2

ORDUGÂH YERALTI ŞEHRİNE DÖNÜŞTÜ

Fâzıl Ahmed Paşa, Avusturya seferinden yeni dönmüştü. Sultan IV. Mehmed; Girit’te, Kandiye dışındaki bütün kalelerin Devlet-i Aliyye’nin elinde olduğunu, bu kale yüzünden Mısır’a ve hacca giden müslümanlara Venediklilerin huzur vermediğini söyleyerek, sadrazamdan bu kalenin fethini istedi.

Bu tarihte Girit adası, ticaret gemileri için vazgeçilmez bir üstü. Uzakdoğu ve Hint mallarının Avrupa’ya aktarılmasında ve Venediklilerin Anadolu sahilleriyle yaptıkları ticarette önemli bir istasyondu. Mısır, Tunus, Cezayir ve Trablus’tan Dersaadet’e sevk edilen malların deniz yolları üzerinde yer aldığından Osmanlılar için devamlı bir tehdit oluşturuyordu.

Sadrazam; fetih kararının alınması üzerine, 3 Kasım 1666’da 47 parçalık bir donanma ile Girit’e hareket etti. Hanya limanına varır varmaz, muhasara hazırlıklarına başladı. Vakit geçirmeden Kandiye kalesine hareket eden Fâzıl Ahmed Paşa, yaptığı keşif harekâtı sonundaki düşüncelerini kimseye söylemedi. Venediklilerin herhangi bir şekilde bu düşünceleri öğrenip tedbir almalarını istemiyordu.

***

Kandiye muhasarası, lâğım savaşları ile meşhurdur. Venedikliler, Osmanlı siperlerinin ileriye sürülmesiyle birlikte bu tünellere ateş vererek, ordu-yı hümâyuna büyük zâyiat vermeyi plânlamışlardı. Buna karşılık sadrazam da, üç koldan karşı lâğımlar kazdırarak, Venedik lâğımlarının imha edilmesini emretti. Muhasaranın başladığı tarihten itibaren üç ayın içinde Osmanlılar 153, Venedikliler 182 lâğım ateşlediler.

Bir süre sonra kış bastırdı. Fâzıl Ahmed Paşa, askerin siperlerden çekilmeleri hâlinde, Venediklilerin yeni tabyalar inşa edeceğini, yeraltında yeni lâğımlar açacağını düşündüğünden, ordunun kışı siperlerde geçirmesine karar verdi. Askerin kimi bölükleri siperlerde, kimileri lâğım yolları içinde sazdan ve kerpiçten odalar yaptı. Metris ve lâğım yollarında çarşı ve pazarlar kuruldu, ordugâh âdeta yeraltı şehrine dönüştü.3

Sadrazam da kışı yeraltında yaptırdığı iki küçük odacıkta geçirdi. Şu hâdise, Osmanlı ordusunun akıllara durgunluk veren inşa gücünü ve istihkâm tekniğindeki karşı konulmaz üstünlüğünü gösteriyordu.

HİÇBİR FİYATA DEĞİŞMEYİZ!

Kandiye savaşı, hem Hıristiyanlık dünyası, hem de Müslümanlık âlemi için onur meselesi hâline gelmişti. Venedik elçisi; hıristiyan dünyasının şerefi için Kandiye’den vazgeçilmesini, buna karşılık her türlü harp tazminatı ve haracı ödeyeceklerini bildirdi.

Fâzıl Ahmed Paşa bu teklife çok sinirlenmişti, cevabı şöyle oldu:

“Biz buraya bezirgânlığa gelmedik. Allâh’a şükür, devletimizin paraya ihtiyacı yok! Kandiye’yi hiçbir fiyata değişmeyiz!”

Böylece, bu fethin İslâm âlemi için de itibar meselesi olduğunu söyledi. Venedikliler bütün güçleriyle dayanmalarına rağmen, sonunda pes ettiler ve kalenin teslimine karar verdiler. Altı gün süren müzakerelerin sonunda imzalanan barış anlaşmasıyla Osmanlı ordusuna 22 sene muk?vemet eden Kandiye, Devlet-i Aliyye topraklarına katılmış oldu. Bu fetih, Osmanlı ordusunun cesaret ve azminin yanı sıra, Fâzıl Ahmed Paşa’nın üstün dirayet ve kumandanlık becerisinin bir sonucuydu.

***

On beş buçuk sene devleti dirâyetle yöneten paşa, bozulan düzeni yeniden ıslah ve tanzim etmeyi başarmış, Osmanlı’yı tarihteki şanlı azametine yeniden kavuşturmuştu. Fâzıl Ahmed Paşa üç yıl Avusturya ve Macaristan, üç yıl Girit, üç yıl da Lehistan cephelerinde savaşarak, aşırı bir şekilde yıpranmıştı. İkinci Lehistan seferi sonrasında yakalandığı istikra hastalığının giderek şiddetlenmesi üzerine 3 Kasım 1676’da, henüz 41 yaşında iken Çorlu yakınlarında hayata gözlerini yumdu. Yerli ve yabancı bütün tarihçilerin ittifak ettikleri gibi zeki, muhakemeli, sabırlı, azimli, ileri görüşlü, cömert, yumuşak kalpli ve dindar bir devlet adamıydı. İyi bir hattattı, fıkıh ve kelâm ilminde âlimdi, kendisine lâkap olarak verilen «Fâzıl» bir kişiliğe sahipti. Sadrazamın İstanbul’a getirilen na‘şı, babası Köprülü Mehmed Paşa’nın Dîvanyolu’ndaki türbesine defnedildi.

1 S. Ayverdi, «Kahraman Baba-Oğul», Türk Dünyası Tarih Dergisi, c. 6, s. 72, s. 39.

2 İ. Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, C. 4, Ankara, 1982, s. 418.

3 Dr. Ersin GÜRSOY, Girit’in Fethi, İstanbul, 24, s. 133.