Mâzîde Kalan Tatlı Bir Hâtıra OSMANLI

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

4 atlıdan, 6 yıl şanla-şerefle hüküm süren bir cihan devleti çıkarmanın sırrı nedir? Osmanlı, başlangıçta «zor»a tâlip olmuştur. Mefkûresini «nizâm-ı âlem» üzerine oturtarak, «Çöle İnen Nûr»u hâle hâle dünyaya yaymıştır. Bu cümleden olarak; Osman Gazi;

“Bizim dâvâmız kuru bir cihangirlik dâvâsı değildir; «i‘lâ-yı kelimetullah»tır.” diyerek, bu esası, kendinden sonrasına vasiyet olarak bırakmıştır.

“İslâm tarihinin, sahâbe devrinden sonra en ihtişamlı safahâtını teşkil eden Osmanlı Devleti, padişahından çobanına kadar bütün halkının Peygamber muhabbetiyle temâyüz ettiği bir devlettir. Peygamber -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm-’a, her adı anıldığında salât ü selâm getirmenin yanında, ihtiram ile elini kalbine koymak, O’nun mevlid-i şerîfi okunurken velâdet ânını ifade eden mısraları topyekûn ayakta dinlemek gibi sayısız ihtiram tezâhürünün en mükemmel örneklerini bu yüce devletin zirvesindeki padişahlar, bir örf hâline getirerek ortaya koymuştur…”1

Hasbelkader, beşer olma muktezâsınca, sultanların da içinde bulundukları şartlar muvâcehesinde kusurları olmuş olabilir. Ancak tahkir etme kastıyla isnad edilen sıfatlara şahâdet edecek hiçbir vesika da gösterilememektedir. Buna mukabil, iyi bir devlet adamında bulunması gereken yüksek fazîletlerle mücehhez, hassas bir ruh hâline sahip olduklarına dair pek çok misaller verilebilmektedir. Hangi birisi zikredilebilir ki?..

Osman Gazi’nin misafir olduğu Şeyh Edebâlî’nin evinde, odasında Kur’ân-ı Kerim bulunduğu için teeddüp ederek, yatmadan sabahlaması mı?..

I. Murad Han’ın, gaza meydanında şehidlik nasip olduğu için hamd ü senâda bulunması mı?..

Fatih Sultan Mehmed Han’ın, emrini dinlemeyen Rum mimarın elini kestirdiği için, aynı cezaya çarptırılmasını hüsn-i kabûlle karşılaması mı?..

Yavuz Sultan Selim Han’ın, Mısır Seferi’ni müteâkip halîfe olarak İstanbul’a dönerken, halkın tezâhüratına muhatap olmadan pâyitahta girmek için geceyi beklemesi mi?..

Kanunî Sultan Süleyman Han’ın, yaşlı ve hasta hâliyle, kendisi için son olan, uzun ve meşakkatli bir sefere çıkmaktan imtinâ etmemesi mi?..

Sultan I. Ahmed Han’ın, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek ayak izlerinin maketini yaptırarak kavuğunun üzerine asmasındaki aşkı mı?..

Sultan Vâhideddin Han’ın;

“Tahtım elden giderse gitsin. Yeter ki vatan kurtulsun!” diyerek, Anadolu’da bir mücadelenin başlatılmasına yardımcı olma gayretindeki vatan sevgisi mi?..

Eski Maliye bakanlarından merhum Adnan KAHVECİ, Osmanlı ile ilgili bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

“Bizim, Osmanlı’yı batıran kurum olarak gördüğümüz «iltizam usûlü»nü, Amerika’nın vergi toplamada kullanmak istediği modern bir iktisat teorisi olarak mastır derslerinde görünce şaşırdım ve tekrar Osmanlı’yı incelemeye başladım.”2

Osmanlı’nın hüküm-fermâ bulunduğu coğrafyada, bugün otuz civarında devlet bulunmaktadır. Siyasî, iktisadî ve içtimaî kargaşalar içinde inleyen bu ülkelerde, her ne kadar bir kısım idareci ve aydınlar çeşitli sebeplerle Osmanlı’ya karşı husumet güdüyorlarsa da; umumî olarak halk onu şükran duygularıyla, muhabbetle yâd etmektedir. Bu muhabbetteki püf noktasını, İstanbul’da bir câmide, huşû içinde ikindi namazının sünnetini edâ eden insanları seyreden bir Arap âlimi;

“Osmanlı’nın kazandığı izzet, işte böyle, sünnet-i seniyyeye uymaktaki bağlılığındandır.” diyerek belirtiyor.

“Her şeyde olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin iyilikleri de vardır hataları da. Ancak 6 sene boyunca hasenâtı seyyiâtına ağır bastığı içindir ki, kader-i ilâhî bu uzun süre içinde İslâm’ın bayraktarlığı unvanını onlara ihsan etmiştir. Seyyiâtı hasenâtına ağır basınca da, bu şerefli unvan yine kaderin hükmünce ellerinden alınmıştır. En kötü zamanlarda bile, değil içki gibi İslâm’ın açık bir hükmüne muhalefet; içtihâdî meselelerde dahî şer’î hükümlere riâyet etmek için elden gelen gayreti gösterdiklerini, sayıları milyonları bulan arşiv belgeleri ispat etmektedir.”3

Osmanlı’nın zevâlini müteâkip, hanedan mensuplarının âkıbetleri pek hazin ve ıstıraplı olmuştur. Dünyanın çeşitli yerlerine savrulan bu insanlar; asâletlerinin icabı olarak, çeşitli mihrakların kullanma gayretlerine asla âlet olmamışlar, Türkiye devleti aleyhinde tek kelime konuşmamışlardır. Ülkeden ayrılırken devletin hazinesine el sürmediklerinden dolayı fakr u zarûret içerisinde kalmışlar; vatan hasreti ile yâd ellerde ömür tüketmişlerdir.

Öyle ki; Sultan Vâhideddin Han İtalya’da vefat ettiğinde, cenazesi haftalarca ortada kalmış; nihayetinde vefâlı bir Suriyeli şahıs tarafından alınarak Şam’da defnedilmiştir.

Merhum Ali Ulvi KURUCU Hocaefendi, Mısır’da iken, orada yaşayan bazı hanedan mensupları ile ilgili hâtıralarını şöyle anlatıyor:

“… Şehzade Aziz Efendi’ye gitmiştik. Öyle görülüyordu ki Aziz Efendi, tek fanilasını yıkamış, fakat kurumadığı için giyememişti. Gömlek düğmelerinin arasından teni görülüyordu. Kahve getirdi. Eski bir tepsi ve en ucuzundan fincanlara koymuştu. Kahve de ancak suyun rengini değiştirecek kadar katılmıştı. Şehzade kahveleri utanarak verdi;

«Aziz kardeşlerim; tepsinin, fincanların ve kahvenin kusuruna bakmazsınız. Siz benim hatırıma, ecdadımın hatırına geldiniz, sağ olun…» dedi. Bunları söylerken, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.” (…)

“… Cevhere Sultan, genişçe, tek bir odanın yarısını kilimle örtebilmişti. Bizi içeri buyur ettikten sonra;

«Aziz evlâtlarım; siz tabiî benim yoksul evime, sergime değil, gönlüme geldiniz. Şu mübârek günde, bu garibi sevindirdiniz. Ne yapalım, biz böyle olduk. Eğer Cenâb-ı Hak, her nimeti elimizden aldığı gibi, gözyaşını da alsaydı da ağlayamasaydım, ben ne olurdum?» diyerek ağlamış, bizi de ağlatmıştı.”4

Çok uzun yıllar sonra, kanunla hanedan mensuplarının Türkiye’ye girişlerine izin verildi. Ancak; «ba‘de harâbi’l-Basra»…

“Ne yazık ki, bugün kurtlara «kurt» olduklarını söyleyebilecek ve gösterebilecek bir Osmanlı nümûnesinden mahrumuz. Modern insanlık tarihinin en büyük kaybı, işte bu «Son İnsanlık Adası»nı kendi elleriyle batırması olmuştur.

Keçecizâde Fuad Paşa’nın haklı olarak dediği gibi, Avrupalılar dışarıdan, biz içeriden!..”5

İngiliz tarih felsefecisi A. Toynbee, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesini, «Durdurulan İmparatorluk» olarak izah ediyor. Yoksa, her zâlimin elini tutan öyle âdil bir kuvvet olsaydı; bugün dünya böyle kan ve ateşe boğulur muydu? Bu yüzden, her ne kadar Osmanlı mirasına karşı ürkek duruluyorsa da, herkes Türkiye’ye baktığında O’nu görüyor; mazlumlar ümitle, sömürgeciler de endişe ile…

____________________

1 Osman Nûri TOPBAŞ, Osmanlı, Erkam Yay., İst., 1999, s. 13-15.

2 Prof. Dr. A. Akgündüz-Doç. Dr. S. Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV Yay., İst., 1999 s. 3.

3 Prof. Dr. A. Akgündüz-Doç. Dr. S. Öztürk, a.g.e., s. 57.

4 M. Ertuğrul DÜZDAĞ, Ali Ulvi KURUCU-1, Kaynak Yay., 4. baskı, İzmir, 28, s. 368-370.

5 Mustafa ARMAĞAN, Osmanlı, Da Yay. 12. baskı, İst., 25, s. 119.