Marazî Merhamet “ACIYACAĞINIZ TUTMASIN!”
Asım UÇAROK
Her hususta olduğu gibi insan, merhamet hissinde de ifrat ve tefrit, yani artı ve eksi yönlerde aşırılıklara düşmek ihtimaliyle karşı karşıyadır.
Her hususta insana lâzım gelen itidal ölçüsünü, insana şahdamarından yakın olan ve ona nefsinin neler fısıldadığını çok iyi bilen Rabbi vermiştir (K?f, 16). İnsanoğlu, merhamette de Rabbinden öteye geçemez.
Cenâb-ı Hakk’ın insanoğluna itidal ölçüsü, bir fiilî kıstas, bir insanlık ve kulluk mihengi olarak lutfu ise Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Hucurat Sûresi’nin ilk âyet-i kerîmesinde;
“Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmeye çalışmayın!” buyurularak bize bu ölçü hatırlatılmaktadır.
Allah Teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. Beşer içinde ise Efendimiz’den daha merhametli, daha engin bir şefkate sahip bir fert bulunamaz.
Fakat burada bir husus mühimdir.
Gerçek rahmet ve merhamet ile dışyüzü itibarıyla merhamet gibi görünen, aslında temelsiz bir acıma hissinden ibaret olan hâlleri birbirinden ayırt etmek gerekir. Aslolan, meselelerin içyüzü ve neticesidir.
Mevzu olarak yanlış, bâtıl ve zararlı olanı hoş görmeye sevk eden bir merhamet marazî merhamettir.
Bunun mukabilinde; doğru, güzel ve faydalı fakat zor, acı, sabır gerektiren reçeteleri uygulamada kararlılığı gevşeten bir merhamet, marazîdir.
Hasta evlâdına iğne yaptıran bir anne; çocuğunun iğne korkusu veya acısıyla bastığı feryatlara, döktüğü gözyaşlarına aldırmaz. Bu aldırmazlık onun merhametsizliği değildir. Marazî merhametten, eksik, müfrit bir zaaf hâline gelmiş merhametten korunduğunu gösterir.
Pek çok hususta maddî, müşahhas, dünyevî sahada meseleyi çok daha rahat kavrarız. Verdiğimiz misaldeki anne, evlâdının bedenini ilgilendiren tedavisinde gösterdiği metâneti, yavrusunun mânevî hastalıklardan korunması yahut tedavisinde göstermeyebilmektedir.
Burada da ufuk önemlidir. Sığ dünya ufkuyla değil, cennet-cehennem ufkuyla bakan bir anne, akıl-bâliğ olmuş evlâdının uykusunu bölmeye kıyamamazlık edip, onun sabah namazını geçirmesine göz yummaz.
Marazî merhamet nelere mal olmamıştır ki!
Hemen her çocuk, aileden ayrı yatılı okumaya alışamama sendromunu yaşayabilir. Dirâyet ve metânet sergileyemeyen anne-babalar çocuklarının bu tabiî reaksiyonuna mağlûp olurlar ve çocuk da eğitimden mahrum olur.
Marazî merhametin en tehlikelisi ise nefse merhamettir. Zorluğu, terlemeyi, yorulmayı, açlığı hiç sevmeyen nefis; en ufak bir sıkıntı karşısında yakınmaya, şikâyet etmeye başlar. Nefsin hâli; iğnenin kendi faydası için olduğunu, iğnenin bir anlık acısına sabretmezse belki de neştere mecbur olacağını bilse de kendini feryattan alıkoyamayan çocuğun hâli gibidir.
Çünkü çocuğun da nefsin de bakış ufku kıttır. Neticeye değil yola bakar.
Zalime merhamet edilemeyeceği gibi; kendine, çevresine ve Rabbine haksızlık eden ham nefse de merhamet edilmemelidir. Aslında bu net tavır, hakikatte asıl merhamettir.
Cenâb-ı Hak; böyle bir marazî merhamete karşı, cemiyet nizamını ilgilendiren, ahlâkî bir müeyyide talimatından sonra şöyle buyuruyor:
“Allâh’ın dîninde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın.” (en-Nûr, 2)
Bu âyetin ifadesini yaşadığımız pek çok meseleye uygulayabiliriz:
Gayret etmesi, teslîmiyet göstermesi, çalışması, ferâgat etmesi kendi lehine olan nefse acıyacağınız tutmasın!
Tembelliğe, gevşekliğe hele kabalığa, hele haksızlığa acıyacağınız tutmasın!
Zulme acıyacağınız tutmasın!
Ahlâksızlığa acıyacağınız tutmasın!
Çünkü asıl acımasızlık böylesine acımaktır.
Mademki merhametlilerin en merhametlisi, Zâtına rahmeti âdeta farz kılan, sonsuz rahmet sahibi emrediyor, o acımasızlık olamaz. O mahz-ı rahmettir, rahmetin ta kendisidir.
Fakat Allah ve Rasûlü’nden ötede bir merhamete kalkışanlar rahat durmadılar, durmayacaklar.
İşte geçmişten bir misal:
Câhiliye pek çok ahlâkdışı, insanlık dışı alışkanlığın yaygınlaştığı bir devirdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, Kur’ân-ı Kerim rehberliğinde, adım adım, mesele mesele o cemiyeti ıslah edip, hakikî bir insanlık sahası hâline getirdi.
Câhiliyede süren çirkin ve rezil âdetlerden biri; baba ölünce, hanımlarıyla evlâtların evlenmesiydi. İslâm bu menfur âdeti yasakladı. Böyle bir evlilik yapmış olan bir câhiliye şairi; mağduriyet edebiyatı yaparak, gûyâ yanık şiirlerle haksızlığa uğradığını iddia etmiş, kara propaganda yapmıştı. Tabiî ki İslâm’ın ferde ve cemiyete getirdiği saâdeti idrak eden ilk altın nesiller bu gibi duygu sömürülerine aldanmadılar.
Fakat günümüzde, bütün dünyanın dertlerinin tek dermanı olan İslâm’a teveccüh arttıkça, onun düşmanları da İslâm düşmanlığı ve İslâmofobi çalışmalarını bilhassa medya üzerinden gerçekleştiriyorlar. Bunun için de dînimizi dar bir şekilde anlayan ve uygulamaya çalışan bazı anlayış sahipleri de gerekli yardımı (!) sağlıyorlar. Sanki sırf medyaya malzeme olsun diye ortaya atılan meseleler… Gaddar bir dînin pençesine düşmüş zavallı müslümanlar imajı…
İdrak ettiğimiz şu rahmet ayını bile, daima oruç tutmayanların dövüldüğü bir tartaklama mevsimi gibi sunma gayreti yok mu aynı zihniyette?
Hâlbuki bu tavır, yakın zamana kadar komşularımız olan Rum ve Ermenîlerin dahî sergilediği Ramazân-ı şerîfe hürmet, oruçlu müslümana saygı duygusu köreltmek adına yapılıyor.
Nitekim olgun müslümanlarda günahkâra değil günaha karşı bir nefret vardır.
Netice olarak insanlığa gerçek rahmet ve merhameti getiren İslâm; acımasız, insafsız bir dinmiş gibi takdim ediliyor. Böylece İslâm’a ilgi duyması muhtemel gayrimüslimlere engel olunmaya çalışılırken, dinlerinden habersiz müslümanlar da sekülerleşmeye itiliyor.
Sekülerlik, dîne kayıtsızlık; -açık söyleyelim- dinsizlik merhametmiş gibi sunuluyor.
Hâlbuki, Hümanizm’in yeşerttiği, hâşâ Allah’tan fazla merhamet gösterisi, insanperverlik, idam karşıtlığı, aşırı serbestlik… meseleye bütünüyle bakıldığında bütün bunların aslında merhametsizlik olduğu anlaşılır.
İdam cezasının kaldırılması; k?til adaylarını; «Sonunda ölüm yok ya!» rahatlığına itmişse, cinayetleri artırmışsa, k?tile merhamet edelim derken, bütün bir topluma merhametsizlik edildiği ortaya çıkmaz mı?
İnsan hayatına kıymamaktan hareket eden bir aşırılık, daha fazla kan dökülmesine yol açıyor.
Gûyâ insanların ferdî hayatlarına karışmamaktan neş’et eden bir aşırı hürriyet, cemiyeti iğrenç bir bataklık hâline getiriyor.
Batıda, insan hakları savunucuları; birçok ahlâksızlığın ve rezilliğin, hem de kanunî düzenlemelerle yaşanabilmesi için avukatlık yapıyor.
Hastalıklı sineklerin yaşayabilmek için bataklık talep etmesi üzerine, gül bahçesine kıyılıyor.
Bütün bunlar itidalden uzak, insanı yaratandan ve insana verilmiş en müstesnâ örnekten habersiz gayretler.
Bu sebeple hep kaş yapalım derken göz çıkarmaktalar.
Çünkü ifrat ile tefrit kardeştir.
Meselâ…
Hiçbir hayvanî gıdayı yemeyi uygun görmeyen anlayış gûyâ merhametten kaynaklanıyor.
İşin komik tarafı, sanki bitkilerde can yok!
Fakat doğuda bu ifratın dizinin dibinde; kediyi-köpeği, maymunu, salyangozu, nesli tükenen kaplanı, neredeyse kıpırdayan her şeyi yiyen vahşî bir tefrit de fışkırıyor.
Hâlbuki zulmedilmezse, israf edilmezse, Allâh’a kulluğa enerji olarak istihdam edilirse, hayvanlar insanın emrine verilmiştir:
“De ki: Allâh’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kılmış? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle mü’minlerindir…” (el-A’râf, 32)
Peygamberimiz et yemiştir, fakat hayvanlara merhamete gelince; O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bineklerin üzerinde lüzumsuzca durup sohbete dalınmasını bile hoş görmemiştir.
Ne kadar terakkî etmiş, gelişmiş görüntüsü verse de asıl küfür merhametsizdir. Kıyâmetin zorluğunu anlatan şu âyet, küfrün acımasızlığını da anlatmakta değil midir?:
“Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak; oğullarını, eşini, kardeşini, kendisine sahip çıkan sülâlesini, hattâ dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister.” (el-Meâric, 11-14)
Hâlbuki, diğer yanda Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’a nisbet edilen şu söz merhametin zirvesini teşkil etmektedir:
“Rabbim! Bedenimi öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnızca ben kaplayayım da orada başka kullarına yer kalmasın!”
Hâsılı;
İfrat ve tefritten uzak, en mûtedil ve en müstesnâ ölçülerde merhamet, başta enbiyâ olmak üzere Allah dostlarının misallerini verdiği merhamettir.
Merhamette de yegâne ölçümüz; yüce kitabıyla ve Habîb-i Edîbi’yle Cenâb-ı Hak’tır.