BİR ZİYARET… BİR HİDÂYET…

İrfan ÖZTÜRK

Birkaç yıl önce bir Avrupa seyahatine çıkmış ve Lyon’a inmiştik. Havaalanında bizi bekleyen dostlarımız vardı. Bizi havaalanından aldılar arabaya binip yola devam ederken Fransa’da kaldığımız birkaç gün içinde gerçekleştireceğimiz programı öğrenmek istedim. Programı yapan kardeşimiz;

“­–Hocam şimdi Lanya’ya gidiyoruz. Orada bir kardeşimizin ikramına katılacağız. Akşama kadar oradayız. Akşam namazından sonra akşam yemeği, yatsıdan sonra camide sohbet edilecek, daha sonra istirahate çekileceğiz.” dedi.

Programın bu kısmı aynen uygulandı. Sohbetten sonra eve gitmek üzere hazır bekleyen arabaya bindik ve hareket ettik.

Arabayı süren kardeşe; «nereye gideceğimizi» sordum.

“–Misafir kalacağımız eve gidiyoruz.” dedi. Ben de ona dedim ki:

“–Misafir kalacağımız eve gidiyoruz ama misafir kalacağımız ev için iki şartım var:

Sigara içilen evde misafir kalmam bir,

Yiyeceğimiz yemeklere tuz katmasınlar iki.”

Böyle deyince araba yavaşladı ve şoför;

“–Hocam misafir kalacağımız ev sahibi sigara içiyor. O zaman başka bir eve gitmemiz lâzım. Onun için yavaşladım ve durdum, ne yapalım?” dedi.

Ben de;

“–Kardeş, ben prensiplerimden taviz vermem, şartımı söyledim, gerisi size ait!..” dedim.

Meğer arabanın arkasında sessiz bir şekilde bu konuşulanları dinleyen kardeş, misafir kalacağımız evin sahibi imiş. Adam şöyle dedi:

“–Hocam mademki sigara sebebiyle, pis kokusundan dolayı sizin gibi bir insan evime gelmeyip misafir olmayacak; sizler şahit olun ben de bu sigarayı bir daha ağzıma sürmeyeceğim. Tevbe yâ Rabbi Tevbe ettim yâ Rabbi!”

Ben de:

“–Kardeş; mademki bizi evinizde misafir etmek için sigaradan vazgeçtiniz, bir daha içmemek üzere Allâh’a söz verdiniz. Ben de bu akşam evinizde kalmak için size söz verdim, haydi yola devam edelim!” dedim. Kardeşimizin evine giderken şunları okudum kendilerine:

Bir acayip bid’at gelmiş cihâna,
Aman ha değmesin ehl-i îmâna!
Duhan diye isim vermişler ona,
Tütsü verir çıksın diye îmâna!

Bazı imamlar nûş edip içerler,
İçip de mihraba niçin geçerler?
Melekler istikrâh edip kaçarlar,
Şikâyet ederler varıp Rahmân’a…

Enbiyâdan hiçbir kimse içmedi
İçin diye tembih dahî etmedi
Seleften hiç kimse alıp-satmadı
Ticareti haramdır bezirgâna…

Kardeş, bak senin adın Mustafa imiş ismin güzel, hâlin de güzel olsun böyle pisliklerle uğraşma. Bak İbrahim Hakkı Hazretleri ne diyor dinle!

Deme tömbekiye fışkı, fışkı duyar âr eder;
Katma tütünü fışkıya fışkıyı murdâr eder

Ve Mustafa Bey’in evine geldik. Mustafa Bey’in tevbesinin ihlâsı sebebiyle olacak ki senelerce sigara içilmiş evde gece boyu zerre kadar sigara kokusunu duymadım.

Hazâ min fadli Rabbî…

Gece istirahat edildi.

“–Sabah namazına camiye cemaate gidelim.” deyince;

“–Burada, evde cemaat yapalım.” dediler.

Onlara;

“–Peki evde cemaat yapacaktık da bu camileri niçin yaptık? Haydi camiye gidelim!” dedim yine fazla bir kabul görmedi. Bunun üzerine;

“–Arkadaşlar! Şimdi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aramızda olsaydı camiye mi giderdi, yoksa evde mi kılardı?” deyince hepsi bir ağızdan;

“–O camide cemaatle kılardı.” dediler.

“–Öyleyse haydi camiye!..” dedim ve hep birlikte sabah namazını camide cemaatle kıldık. Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn…

Namazdan eve döndüğümüzde saat çok erkendi. Kahvaltı saat 10:00’da yapılacaktı. İşraka kadar bekleyip, işrak namazından sonra kahvaltı vaktine kadar istirahat etmek üzere odalarımıza geçtik.

Kanepe üzerine kıbleye karşı oturup günlük tesbihâtımı çekmekle meşguldüm. Bir an Beyne’n-nevm ve’l-yakaza / uyku ile uyanıklık arası denilen bir hâl hâsıl oldu. Hâlen tesbih elimde tesbihimle meşgulüm. Baktım oturduğum kanepenin karşısında bir kanepe daha var ve üç tane genç yan yana oturuyorlar. Ortalarında oturan pırıl pırıl nûrânî bir genç… O genç birden kuş gibi çırpınmaya ve titremeye başladı ve yere düşüp bayıldı. Arkadaşları heyecana kapılıp; «Öldü!» diye üzerine kapanıp kaldırmaya çalışıyorlar. Onlara;

“–Bırakın onu kendi hâline! Onun gönlüne hidâyet güneşi doğdu.” diyorum ve perde kapanıyor. Ben aynı hâlimle tesbihime devam ediyorum. «Hayırdır inşâallah!» diyerek işin neticesini beklemeye karar verdim. Çünkü çok anlamlı bir hâldi.

O gün Cuma idi. Kahvaltıdan sonra Annonay’a gidip Cuma’yı orada kılmayı plânlamıştık. Annonay’a gidip Cuma namazını kıldık. Sonra arkadaşlarla görüşmeye başladım. Biraz sonra iki kişi, bir delikanlının elinden tutarak içeri girdiler.

Bir de ne göreyim!

Sabah kanepede gördüğüm gençler karşımda!

“–Hocam, bu gençler müslüman olmak istiyor.” dediler. Ben de;

“–Bu kardeşimizi ve sizi akşam rüyamda gördüm.” deyince o ortadaki genç öyle bir titredi cezbeye geldi ki tepeden tırnağa kadar vücudu titredi ve ağlamaya başladı. Kelime-i şahâdet getirerek müslüman oldu.

Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn.

İsim koymak için kendisine sordum; «İsa» ismini istedi. Acaba hıristiyanlık saikıyla mı İsa ismini istiyor diye;

“–Mahmud koysak olmaz mı?” dedim. Kabul edince kendisine; «Mahmud İsa» ismini koyduk. Mahmud İsa orada bulunduğumuz süre içinde bizden ayrılmadı. Daha sonra İstanbul’a dîn-i mübîn-i İslâm’ı öğrenmek için geldi bir seneye yakın Kur’ân ve dînî bilgiler aldı, Hak dostlarıyla görüşme şerefine erip onlardan feyizyâb oldu.

Bizlerle iki defa umreye geldi. Bu sene de inşâallah umrede beraberiz.

Rabbimiz hidâyetle dâim eylesin. Müslüman olan arkadaşlarla tanışıp kendilerini tebrik ettiğimizde;

“–Hocam teşekkür ederim beni müslüman yapmakla İslam bahçesine bir fidan daha diktiniz amma bu diktiğiniz bu fidanı sulamazsanız kurur.” diyerek çok veciz bir şekilde mânevî mes’ûliyeti sırtımıza yüklemiş oldular. Allah bu emaneti taşımaya muvaffak eylesin.

Bir başka gidişimde Mahmud İsa’nın annesini ziyarete gittik. Kabul ettiler, gayet iyi karşıladılar. Bize ikram etmek üzere çikolata kutusu elinde bize doğru geldi;

“Hocam ben baktım, içinde müslümanlara zarar verecek katkı maddesini göremedim. Amma bir de siz bakın size zarar verip mânevî gelişmenize mânî olmayayım.” dedi. Baktık gerçekten de çikolatada herhangi bir zararlı madde yoktu.

İkramları aldık, kahve ikram etti, teşekkür ettik. Şimdi bir şeyler söylememiz gerekiyordu:

“–Efendim, biz yolda giderken bir elma bulduk, elmayı aldık çok güzeldi, yedik çok tatlı idi. Düşündük bu güzel ve tatlı elma, mutlak iyi bir ağacın meyvesidir. Çünkü kötü ağaçtan iyi meyve düşmez. Dolayısıyla bu güzel meyvenin düştüğü güzel ağacı görmeye geldik.”

Dedim o da;

“–Ben de son zamanlarda oğlumdaki bazı değişiklikleri görmeye ve hissetmeye başlamış ve hâlinden, durumundan endişe etmeye başlamıştım. Amma şimdi sizlerle beraber, sizin gibi münevver insanlarla olduğunu görünce çok sevindim ve mutlu oldum. Sizlere şükran borçluyum.” dedi. Anne ve babasını Türkiye’ye davet ettim, bir müddet sonra davetimize icâbet ettiler. Ve Türkiye’de birkaç gün misafir kaldıktan sonra memnun bir şekilde Fransa’ya döndüler. Mahmud İsa gibi anne ve babasının ve hidâyetten mahrum olanların hidâyete ermeleri için bu makalemizi okuyan herkesten mânen yardımcı olmaları için duâlar bekliyorum. Hidâyet Allah’tan…

Not: İslâm dîni gibi mukaddes bir dîni seçtiği için «Mahmud İsa» ve bütün arkadaşlarını tekrar tebrik ediyorum..