BEKLENEN MİSAFİR

Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com

Nicedir bekliyorduk yolunu. Ziyaretlerin hep haberlidir. En az iki ay önceden hanemizi onurlandıracağını biliriz. Ona göre hazırlanırız. Tehirsiz gelirsin; asla gelişini ertelemez, ziyaretini bir gün bile öne almazsın…

Seni konuk etmek en yüce onurdur fakirhanemizde…

Bizden öncekiler için onurdu, bizim için onurdur, bizden sonrakiler için onurdur…

İblisin tahammülümüze çaldığı isyan karasını, ferâsetimizin loş dehlizlerini, merhametin gittikçe daralan karanlık tünelini aydınlatacak şey sendeki o nurdur…

Hoş geldin aziz misafir…

Hoş geldin, hoşluklar getirdin, hoş bulduk seni ey dost…

Umarız sen de bizi hoş bulur, hoş görürsün bilcümle kusurlarımızı…

Hatasız kul olmaz ey yâr. Lâkin bizim hatalarımız öyle serçe gagasında kelebek kanadı değil. Hamalıyız hatalarımızın iki büklüm… Yürürüz menzil-i maksûda kan-ter içinde…

Şehirlere akıverdik şırıl-şırıl. Oralarda kurudu alnımızın teri, kesildi dizlerimizin dermanı ve söndü paşa çırası gibi gözlerimizin feri… İşimiz işe, aşımız aşa benzemiyor. Gözlerimizden sessizce sızıp, çapak çapak yanağımızda kuruyan umutsuzluktur aziz dost, yaşa benzemiyor…

Köylerimizle aramızdaki köprüleri gelirken yıkmış idik…

Son danamızı da satıp, köyümüzden başımız dik (!) olarak, kardelen gibi çıkmış idik…

Paslı bıçakla kesip kaderimizin kördüğümünü, gölge eden bulutlara ruhsatsız silâhla yedi kurşun sıkmış idik…

Dönemeyiz köyümüze. Köyümüzde köy mü kaldı ey yâr?..
Hoş geldin ey misafir…

Her gün aş kotarılan misafirhanesinin duvarındaki levhada, konaklayan konuklar için selis bir yazıyla;

Müselmansan kıl nemâzın, kıble şol caniptedir.
İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir.

deyû kolaylıklar sunan ama icbar etmeyen köyler hangi dağların ardında acep?..

Kavurucu yaz sıcaklarında bizleri onurlandırdığın böylesi zamanlarda, şadırvanda abdest alan gencin tepesine dikilerek;

“Pek oruçluya benzemiyorsun yeğenim. Neden dersen, ağzına aldığın su, dışarı saldığın sudan daha çoktu.” diyen saçı-sakalı ak ama iz’an ve irfanı kara, cahillere arada bir rastlansa da aldırma. Bilseler yaptıklarının kötülüğünü, onda direnirler mi hiç?.. Eğdik de eğilmediler mi? Eğittik de eğitilmediler mi?.. Duâlarımızda onlara da iz’an dilesek ağzımız mı eğilir?..

Hoş geldin aziz misafir… Hoşça bul n’olur bizi…

Yoksa da sofralarımızda sütlâcımız, güllâcımız; mihrap mermerince kavîdir Allâh’a inancımız… Kötülük yoktur içimizde. Biz, bizden önde gidenleri tanırız. Ne yaparsak, hulûs-i kalp ile rızâ-i ilâhî için yaptığımızı sanırız. Yanlışsa yapmayız bir daha, hatamızdan Allâh’a sığınırız…

Seni ararız gün boyu cami avlularında, evliyâ yatırlarında…
Seni ararız sahura dek direkler arasında, iftar çadırlarında…

Görünürsün kimi zaman bir pîr-i fânînin gün çalığı sahtiyan sînesinde, kimi zaman bir çocuğun gözlerinin minesinde… Geliriz göz göze, dururuz yüz yüze… Gülüşünle serinler kor gibi yanan bağrımız, diner bilcümle ağrımız…

Hoş geldin ey sevgili misafir… Adını gönlümüze mahya ederiz. Elimizden geldiğince seni ihyâ ederiz…

Biliriz ey aziz dost; heybendedir hikmet, rahmet, mağfiret, bereket… Dağıtırsın onları bol bol günler ve geceler boyu… Onurlandırırsın bizleri o nûra lâyık olmasak da…

Hoş geldin, hoşnut ettin, bir hoş oldu gönlümüz…

Dışımız içimizin aynası değil ne yazık ki… Mevlâ bilir içimizi… Tezgâhlarda iftariyelikler, fırınlarda pideler dizi-dizi. Sevgidir eksik olan yüreklerimizde. O yürekleri gönül eyle sevabına bu gelişinde… Heybende biraz da sevgi getir. Yüreğimizi de gönül hâline getir ki, sevelim birbirimizi…

Hoş geldin beklenen misafir, hoş geldin on bir ayın sultanı, hoş geldin ey sevda süzgünü, nefis dizgini, gönül gezgini Ramazan. Hoş geldin bilcümle hoşluklarınla…