Orta Asya Evliyâsından SALÂHADDİN SÂKIB BİN SİRÂCÜDDİN

Doç. Dr. Necdet TOSUN ntosun@hotmail.com

Salâhaddin Sâkıb, Makûlât-ı Sâkıbî isimli eserinin başlarında kendi nesebini şu şekilde kaydetmiştir: Salâhaddin Sâkıb bin Hazret-i Îşân Mevlevî Muhammed Sirâceddin bin Hazret-i Kutb-i Zaman Halîfe Hâl Muhammed Ûşî bin Âşık-ı Zaman Hazret-i Hocam Nazar Hüveydâ-yı Çimyânî. Bu durumda Salâhaddin Sâkıb, meşhur şair ve Nakşbendî şeyhi Hüveydâ’nın torununun oğlu olmaktadır. Hüveydâ’nın (ö. 1194/1780) oğlu Hâl Muhammed’dir (ö. 1271/1854). Hâl Muhammed’in oğlu Sirâcî mahlâsıyla şiirler yazan Mevlevî Sirâceddîn’dir (ö. 1294/1877). Sirâceddîn’in Semer Bânû (ö. 1891), Salâhaddin Sâkıb (ö. 1910) ve Amancân Maksûm (ö. 1961) isimlerinde çocukları olmuştur.

Salâhaddin Sâkıb, Oş şehrinde 1843 yılında Özbek bir ailede dünyaya geldi. Yirmi yedi yaşındayken Nakşbendiyye’nin Müceddidiyye koluna intisap eden Salâhaddin Sâkıb, 36 yaşına geldiğinde dedesinin halîfesi Hoca Îşân’dan ve babasından halkı irşad etme yetkisi (icâzet) aldı. Muhtemelen bu dönemde hac için gittiği Hicaz’da Muhammed Mazhar el-Medenî’den (ö. 1301/1883) ikinci defa Nakşbendî-Müceddidî icâzeti almış olmalıdır. Kırk iki yaşına geldiğinde dedesinin bütün müridleri, yaklaşık bin kişi Salâhaddin Sâkıb’ın mürîdi oldular. 1892’den 1902 yılına kadar on yıl Doğu Türkistan’da (Hoten ve Yârkend’de) yaşadı. Doğu Türkistan’dan Oş’taki hanımı Tâcinisâ’ya şiir şeklinde mektuplar yazdı. Onun Doğu Türkistan’da bulunduğu yıllar, Fergana Vadisi’nde Rus işgaline karşı millî direniş (Basmacılık) hareketlerinin yoğunlaştığı ve bu hareketlere karşı Rus baskısının arttığı yıllara tesadüf etmektedir. Sonra memleketi Oş’a döndü. 1907 yılında dedesinin babası olan Hüveydâ’nın yazdığı dîvânın Taşkent’teki neşriyat masraflarını karşıladı. Bu dönemde, muhtemelen bir hac yolculuğu vesilesiyle uğradığı İstanbul’da Süleyman Hilmi (TUNAHAN, ö. 1959) Efendi’ye tasavvufî icâzet verdi. 13 Kasım 1910’da Oş’ta vefat ettiği kaydedilen Salâhaddin Sâkıb’ın kabri Kırgızistan’ın Oş şehrindedir.

Salâhaddin Sâkıb’ın Şeyh Kameruddin, Mamatcan Maksum (Muhammed Can Ma‘sum) ve Râziddin Maksum Salâhiddinov (Raziyyüddin Ma‘sum) isimlerinde üç oğlunun olduğu, bunlardan Mamatcân’ın Şemsinisâ isminde bir hanımla evlendiği bilinmektedir.1

Oğullarından Şeyh Kameruddin, 1926’da Ruslara karşı başlatılan direniş hareketi başarısız olunca Fergana Vadisi’nden Doğu Türkistan’a kaçtı, beş yıl Kargalık bölgesinde, sonra da Yârkend’de ikamet etti. 1938’de vefat eden Şeyh Kameruddin Doğu Türkistan’da babasının halîfesi sıfatıyla tasavvufu yaydı ve onun tarîkatına (babasının Salâhaddin Sâkıb’ın ismine nisbetle) Nakşbendiyye-Sâkıbiyye adı verildi. Şeyh Kameruddin’in vefatından sonra yerine müridlerinden Şeyh Eyyûb Kârî (Ziyâüddin Yârkendî) geçti. Eyyûb Kârî 1945’te Yârkend’de Çon Medrese’yi (Büyük Medrese) kurdu ve hem âlim hem de sûfî olarak hizmet etti. Tasavvuf ve özellikle de Nakşbendîlik hakkında Menba‘u’l-esrâr (Yârkend 1941) isminde Çağatay Türkçesi ile bir eser kaleme alan Eyyûb Kârî 1952’de Yârkend’de vefat etti. Yerine geçen Musa Han (ö. 1960) komünist Çin rejimine karşı mücadele ettiyse de başarıya ulaşamadı. Bu tasavvuf yolunun son dönem meşhur şeyhlerinden biri 1987’de ölen Turfanlı Şâh-ı Merdân idi.2

Salâhaddin Sâkıb şiirlerini bir dîvanda topladı. Şiirlerinde Sâkıb mahlâsını kullanmıştır. Bu dîvânın önceleri akrabalarının elinde olduğu, sonra yazar Tohtasın Calalov tarafından Taşkent’e götürüldüğü söylenmektedir. Dîvan dışında iki Çağatayca eseri daha bilinmektedir. Bunlar Ma‘mûlât-ı Sâkıbî ve Makûlât-ı Sâkıbî’dir.

Ma‘mûlât-ı Sâkıbî: Eser; tasavvufun hem teorik, hem de pratik konularına temas etmektedir. Hamdele ve salvele bölümünden sonra Hüveydâ’nın şeceresi, sûfîlerin vazifeleri ve amelleri, nafile ibâdetlerin fazîleti, ilim ve terbiyenin önemi, duâların özellikleri ve kabul şartları, müridlerin sofra âdâbı gibi konular yer alır. Son bölümde Salâhaddin Sâkıb’ın vasiyeti bulunmaktadır. Konular ele alınırken Kur’ân ve hadislerin yanı sıra Zemahşerî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sâdî, Hâfız, Câmî, Nesefî, Bîdil ve Hüveydâ’nın eserlerinden alıntılar yapılmıştır. Eser, Taşkent’te litograf (taş baskı) olarak yayınlanmıştır. (Taşkent: Ârifcanov Matbaası, 1916)

Makûlât-ı Sâkıbî: Salâhaddin Sâkıb’ın (1259-1328/1843-1910) Nakşbendiyye-Müceddidiyye tarîkatının doktrin ve merasimleri ile bazı dînî-fıkhî meseleler hakkında Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı bir eserdir.3 Bir mukaddime ve 12 makûle (söz) adını taşıyan bölümden oluşmakta olan eserin ana başlıkları şunlardır:

Mukaddimede îmân ve İslâm ve akāyid-i din beyan kılındı.

Evvel makûlede namâznı beyan kılındı.

İkkinci makûle(de) ehl-i dilni ve şeyh-i kâmil ü mükemmilni bilmekni beyan kılındı.

Üçünci makûlede mürid almak ve tevbe birmekni beyan kılındı.

Törtünci makûlede hâtunlar bey‘atı ve irâdetini beyan kılur.

Bişinci makûlede on makāmât-ı sülûkni beyan kılındı.

Altıncı makûlede pîrdin pîrge kol birmekni câyiz nâ câyizlıknı beyan kıldı.

Yettinci makûlede akîdeni akîde-i dürüst kılmaknı beyânıdadur.

Sekkizinci makûle pîrni hakkını ve mürîdni âdâblarını beyânıda.

Tokkuzuncı makûlede âdâb-ı tarîkatnı beyânıda.

Onuncı makûlede ıstılâhât-ı Nakşbendiyye-Müceddidiyyeni beyan kılur.

On birinci makûlede sülûk-i tarîka-i Müceddidiyyeni ve letâif-i aşereni beyan kılur.

On ikkinci makûlede murâkabeni beyan kılur.

Eserin mukaddimesindeki fihriste göre (vr. 6b-8b) bir mukaddime, 56 makûle ve bir hâtimeden oluşması gereken kitap on ikinci makûlede sona erdiği için bu nüshanın nâkıs olduğu anlaşılmaktadır. Zaten eserin sonundaki cümle bitmeden eser kesilmektedir (son cümle: … Zât-ı vâcibü’l-vücud mülâhazasıda bolup). Ancak bazı makûlelere numara verilmemiş olması da dikkatten kaçırılmamalıdır. Mukaddimede müellif hakkında bazı otobiyografik bilgiler vardır. Eserde adı geçen ve referans yapılan bazı kaynak eserler şunlardır:

Ömer Nesefî’nin Akâid’i, İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ı ile Mebde’ ve Me‘âd risâlesi, Mîrzâ Mazhar Cân-ı Cânân’ın risâlesi, Sûfî Allahyâr’ın eseri, Muhammed Ma‘sûm’un Mektûbât’ı, Hüveydâ’nın Râhat-ı Dil’i, Behrâiçî’nin Ma‘mûlât-ı Mazhariyye’si. Eserdeki bilgilere göre müellifin dînî kurallara çok önem verdiği anlaşılmaktadır.

Makûlât-ı Sâkıbî isimli eserin diğer adı Tarîka-i Hâliyye-i Mevleviyye’dir. Buradaki «Hâliyye» kelimesi müellifin dedesi Hâl Muhammed Ûşî’ye, «Mevleviyye» kelimesi de babası Mevlevî Muhammed Sirâceddîn’e işaret etmektedir. Dedesi Halîfe Hâl Muhammed Ûşî, kendi zamanında Nakşbendiyye Müceddidiyye tarîkatının en etkili şeyhlerinden biri idi.

1 bkz. Tohtasın Calâlov, Gozallik Âlamida, Taşkent 1979, s. 149, 168, 174-176, 184-185; Polatcân Dâmulla Kayyumov, Tazkira-i Kayyumiy, Taşkent 1998, III, 497-498.

2 Thierry Zarcone, «XX. Yüzyıl Doğu Türkistanı’nda Sûfî Silsileleri ve Evliyâ Sevgisi», (trc. Ekin KESKİN), Türkler (ed. Hasan Celâl GÜZEL ve dğr.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, XX, 283.

3 Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 5347 (varak: 1a-84a). bkz. B. Babacanov ve diğerleri, Katalog Sufiyskih Proizvedeniy XVIII-XX vv İz Sobraniy İnstituta Vostokovedeniya im. Abu Rayhana al-Beruni Akademi Nauk Respubliki Uzbekistan (ed. Jürgen Paul), Stuttgard: Franz Steiner Verlag, 2002, s. 127-129.