MEHMED ÂKİF ERSOY’DAN NÜKTELER -3-

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK noztoprak@marmara.edu.tr

TÜRK’ÜN EN BÜYÜK ŞAİRİ

Günümüzde bir kesim Mehmed Âkif’i son dönemin en büyük şairi sayıp millî hislerinin tercümanı kabul ederken az da olsa bir kesim de ya sessiz kalıp görüş belirtmeme yolunu benimser ya da aleyhinde sözler sarf eder. O, Türk milletinin gönlüne taht kurmuş, mısraları dillerde dolaşan ender şairlerden biridir. Abdülhak Hâmid TARHAN, Hâkan adlı eserini Âkif’e gönderirken baş tarafına;

“Türk’ün en büyük şairi muhibb-i azîzim Âkif Bey’e” hitabında bulunmuş yazarken yanındaki Şerif Muhyiddin Bey’e;

“Hakikaten böyledir, bunu bütün samimiyetimle yazıyorum.” demiştir.

Ancak onu sevmeyenler de vardı. Bunlar tenkit etmek, küçük düşürmek için kendilerine malzeme arar, kimi onun Arnavut asıllı olduğunu, kimi molla olduğunu, kimi baytar olduğunu ileri sürerdi.

Maalesef Âkif’i tenkit edenlerden biri de öğrencisi sayılan Neyzen Tevfik’tir. O, hocası Âkif’in baytar oluşuna telmihte bulunarak hicvetmekten bile geri durmayan, dili yalınkılıç kullananlardandır.

Herkes gibi sen de tosunum s…(Safahât)a
Baytarlığı öğren amelîden, nazarîden
Hayvanlığı teşrîhe özen, kaz gibi durma
Geç esfel-i âzâya amûd-ı fikarîden1

Baytarlığını öne çıkararak Âkif’i tenkit etmeye kalkan yalnızca Neyzen Tevfik değildir elbette. Gençlerden biri de bir toplantıda hiç yeri ve zamanı olmadığı hâlde kinini kusmak için;

“–Siz baytar mısınız?” dedi.

Âkif istifini bozmadan;

“–Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?”

diyerek genci hak ettiği, lâkin hiç beklemediği bir şekilde utandırdı.

DÖRDÜNCÜ MEVKİDE SEYAHAT

Mehmed Âkif yürümeyi çok severdi. Bunu bilen dostları merak ederek, günde kaç saat yürüdüğünü sordular. Âkif, her zamanki gibi dolaylı, esprili ve doğru cevabı verdi:

“Yataktan kalkıp yeniden yatıncaya kadar.”

Âkif, vakit problemi yoksa hemen her yere yürüyerek gitmeyi tercih ederdi. Bir gün;

“–Trende kaçıncı mevkide gidiyorsunuz?” diye soran dostuna yürümeyi kastederek;

“–Dördüncü mevkide…” cevabını verdi.

BEYİTLİ NÜKTELER

Buraya kadar Âkif’in sözlü nüktelerinden örnekler verdik. Şairin beyitli nükteleri de var elbette. Birkaç örnek de onlardan yazalım.

Bilindiği üzere Mehmed Âkif baytardı. Ziraat Bakanlığında memur olarak çalışmıştı. İşte bu yıllarda baytar olarak Adana’ya gönderildi. Kahvede bilardo oynayan gençleri görünce hicvetmeden duramadı ve şöyle dedi:

Ayran daha midesinde kaynar
Kalkmış da teres bilârdo oynar2

Âkif’in benzer beyitleri eminim çoktur. Ne yazık ki onlardan çok azı elimizdedir. Onlardan birinin hikâyesi şöyledir:

Celâl Sâhir’i, konuşmakta olduğu arkadaşı;

“–Bir baltaya sap olamadın.” diye eleştirir.

Celal Sâhir;

“–Ne yapalım memleket balta sapı ile dolu!” karşılığını verir. Cevap güzeldir ve Âkif’in de çok hoşuna gitmiştir. Bir şeyler söylemeden duramaz:

Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap!
Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz,
Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti,
Pek de incelmeyiniz, sâde biraz yontulunuz!3

SEYFİ BABA

Âkif’in şiirlerinin toplandığı Safahat’ta yer alan şiirlerin birçoğu dönemi ince alayla anlatan manzûmelerdir. Safahat’taki şiirler; Âkif’in, çevresine ve içinde yaşadığı toplumun dertlerine son derece duyarlı ve gözlemleri derin bir şair olduğunu göstermektedir. Aşağıdaki manzûme İstanbul sokaklarının yağmurlu bir gecede ne hâle büründüğünün Âkif’in kaleminden canlı bir resmidir:

Geçen akşam eve geldim. Dediler:
–Seyfi Baba,
Hastalanmış, yatıyormuş.
–Nesi varmış acaba?
–Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
–Keşki ben evde olaydım… Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin… Nerde sopam? Kız çabuk ol…
Gecikirsem kalırım beklemeyin… Zîrâ yol
Hem uzun, hem de bataktır…
­ –Daha âlâ, kalınız:
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta belde.
Hani çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak;
«Gel!» diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,
Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,
Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrâfını tek-tük hisse.
Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun…
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;
Kâh olur, mürde şuâ’âtı düşer bir mezara;
Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;
Kâh bir ma’bed-i fersûdenin üstünden aşar;4
(…)

ACEMİ SEMERCİ

Hasan Basri ÇANTAY, Âkif’in çok zarif ve çok zengin fıkralarının olduğunu ve bunlardan bazılarını nazma çektiğini söyler ve örnekler verir.5

İki sayıdır dile getirdiğimiz nükteleri gibi Âkif’in manzum fıkraları da hayatın bir yönünü, bir gerçeğini dile getirir. Bunlardan biri «Acemi Semerci»dir. Şeyhî’nin ve Molla Lütfî’nin harnâmeleri gibi Âkif de «Acemi Semerci»de eşeklerin durumunu konu etmiştir. Bakın neler demiş:

Eşeklerin canı yükten yanar; «Aman!» derler,
«Nedir bu çektiğimiz dert, o çifte çifte semer!
Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri.
Semerci usta geberseydi… Değmeyin keyfe!
Evet, gebermelidir inkisâr edin herife.»
Zavallı usta göçer bir gün âkıbet, ancak,
Makāmı öyle uzun boylu nerde boş kalacak?
Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
«Giden semerciyi» derler; «Bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağ muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!»
«Nasihatım sana: Herzeyle iştigāli bırak;
Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.
Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.»
_____________________
1 Hilmi YÜCEBAŞ, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antoloji, LM Yay., İstanbul 2004, s. 352.

2 Mehmet Nuri YARDIM, Edebiyatımızın Güleryüzü, Çatı Kitapları, İstanbul tarihsiz, s. 150.

3 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s. 352-353.

4 Mehmet Âkif ERSOY, Safahat, Feza Gazetecilik Yay., İstanbul ts, I, 138, 140.

5 Bu örnekler için bkz. Hasan Basri ÇANTAY, Âkifnâme (Mehmed Âkif), İstanbul 1966, s. 85-95.