GELECEK VE VAATLER

Asım UÇAROK

İnsanoğlu geleceği merak eder.

Kendisi için bir sır olan «yarın» hakikati, onu çepeçevre sarmıştır. Kendisini ister irade sahibi bir etken; ister kaderin önünde bir edilgen konumunda hissetsin, insanoğlu geleceği öğrenme iştiyakındadır. Tarih boyunca falcılar ve kâhinler insanların bu zaafını istismar ederek semirmişlerdir.

Gelecek bir meçhul.

Abbasî halîfelerinden Mansur bir gün dehşet içinde uyanır. Rüyasında bir melek görmüş ve ona ne kadar ömrünün kaldığını sormuştur. Melek de elini kaldırıp beş parmağını göstermiştir. Halîfe rüya tabircilerine başvurur; kimisi bu «beş»i beş sene ile, kimisi beş ay ile kimisi sadece beş gün ile tabir etmişlerdir. Halîfe endişelidir ve tabirden de tatmin olmamıştır. Sonunda rüya İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye sorulur: Büyük imam sükûnetle şu cevabı verir:

“Melek şu âyette dile getirilen beş maddeye işaret etmiş:

«1. Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allâh’ın katındadır.

2. Yağmuru O yağdırır,

3. Rahimlerde olanı O bilir.

4. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.

5. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.

Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.»” (Lokman, 34)

Literatürde bunlara; «Mugayyabât-ı Hamse» yani ilmi yalnız Allâh’a mahsus olan beş madde adı verilmiştir.

Gaybı yalnız Allah bilir.

Ancak gayb âleminden şahâdet âlemine, yani duyuların idrâkine açık sahaya geçen şeyler, artık bilinebilir, üzerlerinde tahmin yürütülebilir. Firâset sahipleri için yeterince ipucu vermiş, gelişi çarşambadan belli olan perşembeler haricinde gelecek bilgisi gayba ait. Gaybı da yalnız Allah bilir. Bugün ultrasonla anne karnındaki bebeğin cinsiyeti tespit edilince, bir tabuyu yıktıklarını zannedenler, o bebeğin kabiliyetlerini, karakterini, dünya ve âhiret ikbâlini bilebiliyorlar mı?

Gelecek meçhul…

Bu meçhûliyet, insanda merak/vehim kadar, korku/emniyet duygusunu da depreştiriyor. İnsan, gelecekte başına gelecekleri bilmek ve ona göre hareket etmek istiyor. Yarının kendisi için iyi mi kötü mü olacağını bilmek istiyor. Tercihlerini geleceğe göre yapmak istiyor.

Aldanışı da bu merak ve korkudan, toparlanışı da…

Geleceğin bu belirsizliği yanında umûmî prensipler hâlinde aslında bütün gelecek belli…

Çünkü adı üstünde, «haber getirenler» nebîler/peygamberler, vakit tayini yapmaksızın geleceğin şemasını çıkarmışlardır.

Gelecek merakının o meşhur sorusunu Nasreddin Hoca’ya da sormuşlar:

“–Hocam, kıyâmet ne zaman kopacak?”

Hoca bu, böyle bir soruya ilim adamı ağzıyla değil, halkı saracak ve sarsacak bir nükte ile cevap verecek;

“–Küçüğü mü, büyüğü mü?” demiş.

“–O ne demek hocam, kıyâmetin küçüğü, büyüğü de mi var?”

“–Olmaz mı! Küçük kıyâmet hanımın ölümü, büyük kıyâmet ise benim öbür tarafa gitmem demektir!”

Nasreddin Hoca, aslında aynı soruya;

“–Sen kıyâmete ne hazırladın?” şeklinde cevap vererek, hakîm üslûbuyla muhatabını kıyâmetin zamanından çok, ona hazırlığı düşünmeye sevk eden Efendimiz’in sünnetini uyguluyor.

“Asıl kıyâmet senin ölümündür. Sen öldükten sonra ne zaman koparsa kopsun kıyâmet. Sen ona ne hazırladın, ona bak!..”

Gelecek aslında belli…

Hepimiz öleceğiz…

Dünyanın insanlar arasında tedâvül eden günleri turlarını bitirecek ve dünyanın da defteri dürülecek. Sonra vakti gelince bambaşka bir sabaha uyanacağız. Yeniden diriltilecek, haşir, hesap, mîzan, sırat gibi merhalelerden geçip ebedî mekânımıza varacağız.

Hangisine?

Onu da Allah biliyor, ama bize de yüzlerce ipucu veriyor. Cennet ve cehennem ehlinin özelliklerini yüzlerce âyette tekrar tekrar sayıyor.

Îman, sâlih amel, hicret (yasakları terk), namazı ikāme, infak/zekât/sadaka, iffet, sadâkat, istiğfar, tevbe… Bu vasıflar cennet ehlinin vasıfları…

Küfür, inkâr, fesat, yalan, kibir, isyan, günah… Bunlar da cehennem ehlinin.

Buna rağmen gelecek ile ilgili kandırılıyor insan. Gerçekleri tersyüz eden sahtekâr aynalarda başka fallar okuyor, hakikî pusulalara bakmak, dosdoğru yoldan gitmek yerine.

Ta Âdem babasından, Havvâ anasından beri…

«Şu ağaca yaklaşmayın!» emrine karşı şeytan, en büyük anne ve babamızı ne ile kandırdı?

Yiyin şu ağaçtan da gazab-ı ilâhîye uğrayın, demedi tabiî ki!

Gelecek vaatleriyle aldattı…

Size ebediyet ağacını, hiç tükenmeyen bir mülkün yolunu göstereyim mi? (Bkz. Tâhâ, 120)

Bu ağaçtan yerseniz;

İki melek olacaksınız!

Cennette ebedî kalacaksınız!

Yeminler olsun ben sizin iyiliğinizi düşünüyorum! (Bkz. el-A’râf, 20-21)

Evet, sahte gelecek tüccarları, fânîlik ağacını, ebediyet ağacı diye yutturuyorlar.

Yanlışlarına, zamanın gereği diyorlar. Çağ diyorlar… Çağdaşlık diyorlar. Modernlik diyorlar. İlerleme diyorlar. Piyasanın îcapları diyorlar. İşin kuralı diyorlar.

Emr bi’l-mârûfu, tebliği bırakmaya din ve vicdan özgürlüğü diyorlar.

Evlâdını eğitmeyip, nefsinin pençesinde bırakmaya pedagojik yaklaşım diyorlar.

Gelecek çarpıtıcısı şeytan bununla da kalmıyor;

İnfakta bulunmayı, kardeşine yardım etmeyi düşünene; «Fakir düşersin!» diyor…

Yasakları çiğnemezsen istikbâlin yok olur, diyor.

Dürüst olursan kazanamazsın, aç kalırsın, diyor.

Hayâlı, iffetli olursan evde kalırsın, diyor.

Daha süslü gelecek kandırmacaları da var:

Gençlikte haramlara bulanarak gençliğini yaşamazsan (!) sonra içinde kalır, gelecekte daha kötü patlar, diyor.

Çok acı neticeleri olan gelecek aldatmaları da var:

Bakamazsın bu çocuğa, aldır! Yetiştiremedikten sonra doğurmuşsun ne ifade eder (!) diyor.

Bütün bu telkinlere aldanıp da er-geç gelecek olan gelecekte «saâdet yerine sefaletle» karşılaşanlara ne şeytan ne diyor? Okuyalım:

“Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allâh’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim.” (Bkz. İbrahim, 22)

Bütün bu kandırmacalar ve hazin netice, cehennem ile ilgili anlatılan şu fıkraya nasıl da benziyor:

Güya, öbür tarafa varan kişiye cenneti de cehennemi de gösterip seçimi kendine bırakmışlar. Adam görüntülere bakmış. Cehennem hiç de fena bir yer değil. Herkes eğlence içinde. Ben cehennemi seçeyim, demiş. İşlemler tamamlanıp içeri girince görmüş ki, cehennem, bildiğin cehennem… Ateş ve azapla dolu. Feryad etmiş:

“–Ama o gördüklerimiz böyle değildi?!.”

Şu mânidar cevabı almış:

“–Onlar reklâm görüntüleriydi!”

Dünyada şeytanın ve gönüllü adamlarının gelecek vizyonlarına inananlar, aynı feryâdı basıyorlar ve basacaklar.

Şeytan ve avenesinin durumu böyle…

Diğer yanda yontulmamış nefsin de kendi geleceği konusunda kafası karışık.

Bazen çok küstah…

Bazen çok korkak…

“Pek ihtimal vermiyorum ya, varsa bir âhiret, nasıl olsa orada da dört ayak üstüne düşerim!” diyerek şımarıyor; azıcık vicdanı sızlasa bu sefer de;

“Allah benim gibi bir günahkârı asla bağışlamaz, benden adam olmaz, öyleyse ben en iyisi kötülüğümde devam edeyim!” şeklindeki kötümser bir kurnazlığa başvuruyor.

Çünkü insan, kendi geleceğini berbat etmek istiyor! (el-Kıyâme, 5)

Kendi geleceğini günaha bulamak istiyor.

Bunun için kıyâmeti inkâra yelteniyor.

Ya inancıyla;

Tamamen inkâr…

Yahut da davranışlarıyla;

Erteleyerek…

İnsanın gelecek konusundaki en büyük hatası; geleceği, gelecekte meydana geleceği mutlak olan, ölüm, haşir, hesap gibi vâkıaları çok çok uzak görmesi… Tevbe etmek, hâlini düzeltmek konusunda olumlu düşünse de mîlâdı hep gelmeyen yarınlara erteleyenler, Efendimiz’in tabiriyle; müsevvifûn/yarıncılar helâk olmakta…

O hâlde tek çıkar yol;

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiyesi üzere her an; «veda etmekte olan kişi» hâlet-i rûhiyesi içinde olmak…

Geleceğin hemen eşiğinde olduğunu müdrik olmak… Kapıyı çalacak, gürültülü geleceğin, milyon sene sonra da gelse, hazırlıksız bir kişi için «bağteten» âniden geleceğinin şuurunda olmak…

Gelecekle ilgili sahte reklâmlara değil, gerçek vaatlere itimat etmek…