KARDEŞLİĞİN BEDELİ
Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@yuzaki.com
Sabretmek, öfkeyi yenmek, teennîli davranmak gibi dille söylemesi kolay fakat yapılması zor olan birçok davranış vardır. Meselâ; «Sabret!» iki heceden oluşan söylenmesi son derece kolay bir tavsiyedir. Ancak onu tatbik etmek, nefsi uzun ve sıkı bir idmana sokmayı gerektirmekte, yani bedel istemektedir.
Bedel isteyen davranışlardan biri de kardeşçe hareket etmektir. Kardeşlik, bedelini ödemedikçe «ana-baba bir» kardeşler için bile mümkün olmaz.
“Kardeş kardeş geçinelim işte! Ortada ne var ki?” deyivermesi kolaydır. Ancak bedelini ödemeden kardeşliğin sağladığı huzur ve saâdet iklimini oluşturmak imkânsızdır. Kardeşliğin bedeli; kardeşlerin bencillik, kıskançlık, hırs ve tamahtan uzak durarak ellerinde bulunan nimetleri bölüşüp kardeş payı yapmaları ve aralarında adaleti hâkim kılmalarıdır.
“Sizden biri, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe mü’min olamaz.” hadîs-i şerîfi bunu ifade etmektedir. Kanunî Sultan Süleyman Han, bu hadîsi mısralara şöyle dökmüştür:
Her ne kim sana sanursun, san anı kardâşuna
Fi’l-hakîka sözümü gûş it, Müselmanlık budur
gûş it: İşit
Kardeşliğin tesisi, asgarî vazîfe olan bu prensibe ilâve olarak kardeşin davranışlarını hüsn-i niyetle yorumlamak, hattâ yaptığı hataları affetmek ve ona karşı müsâmahalı davranmak gibi başka birçok fedâkârlık, ferâgat ve diğergâmlık da gerektirir.
Mısır’a Mâliye Nâzırı olan Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, yıllar önce kendisini kuyuya atmış olan ağabeyleri huzuruna geldiğinde;
“Bugün sizi kınamak, ayıplamak yoktur!” (Yûsuf, 12/92) deme büyüklüğünü göstermiştir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, yıllarca kendisine ve ashâbına olmadık işkenceler eden ve doğup büyüdüğü yurdunda yaşamasına bile imkân vermeyen, bununla da kalmayarak sığınmış olduğu Medine’ye kadar onunla savaşmaya gelen hemşehrilerini Mekke’nin fethinden sonra aynı şekilde affetmiştir. Bu örnek hasletleri dikkate alan hikemî şairimiz Nâbî, kardeşliğin bedelini şöyle nazmetmiştir:
Yûsuf gibi envâ-ı mihen çekmeye muhtâc
Âsan değil ihvâna veliyyü’n-niam olmak
envâ-ı mihen: Çeşitli sıkıntılar. âsân: Kolay. ihvan: Kardeşler.
veliyyü’n-niam: Velinimet
Demek ki kardeşlik, asgarîsini adalete bağlı olmanın teşkil ettiği, âzamîsini ise peygamberî sabır ve müsâmahanın oluşturduğu vazife ve fedâkârlıklara bağlıdır. Bunları yapmak için çaba sarf etmemek bir tarafa, çeşitli bahanelerle müslüman kardeşini hor ve hakir görüp sonra da kardeşlik beklemek anlaşılır bir tavır değildir. Sergilenen davranışla beklenen netice arasındaki bu tezat, her iki tarafta da sukût-i hayal ve güvensizlik oluşturur, uzun süre kapanmayacak yaralar açar. Hâlbuki kardeşlik, kardeşi hor görmek bir yana, onunla müşterek olan noktaların ön plâna çıkarılmasıyla kurulup sürdürülebilir. Din, kültür ve ideal birliği en güçlü müşterekleri oluşturur.
Asr-ı saâdet nesli, bu unsurlarla kenetlenen toplumların en güzel örneğini teşkil eder. Cahiliyye devrinde Araplar, çetin çöl şartlarının hüküm sürdüğü geniş bir coğrafyada her biri kendi lehçesiyle konuşan müstakil kabileler hâlinde yaşıyorlar, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle yıllarca birbirleriyle savaşıp kan dâvâsı güdüyorlar, üstelik haysiyetlerine aşırı düşkün oldukları için yanlışlıkla meydana gelen cinayetlerde bile diyet almak istemeyerek inatla husumeti sürdürüyorlardı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, böyle birbirlerine düşman olarak yaşayan bu insan gruplarından; sahip oldukları her şeyi birbiriyle paylaşan, aynı ideali benimseyen ve gerçek kardeşlik hisleriyle birbirine bağlı olan bir cemiyet meydana getirmiştir. Bu cemiyette insanın derisinin rengi, konuştuğu dil ve doğduğu yer değil, Allah korkusu, yani cemiyetin benimseyip başının üstünde tuttuğu değerlere bağlılık ve bu değerleri ölçü alarak ortaya koymuş olduğu iyi davranışlar ön plâna çıkarılıyordu. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem;
“Yöneticiniz, parmakları kopuk siyahî bir köle bile olsa ona itaat ediniz!” buyuruyordu.
Ülkemizde bilhassa annelerimizin ve ninelerimizin çok samimî oldukları arkadaşları hakkında kullandıkları bir «ahret kardeşliği» veya kısaca «ahretlik» kelimesi vardır. Kelimeler, içi boş seslerden ibâret değildir. Onların gerisinde mutlaka bir kültür dünyası vardır. Mânâsından da anlaşıldığı üzere bu «ahretlik» kavramının kaynağı yukarıda temas ettiğimiz inanç değerlerinden başka bir şey değildir. Kardeşlik anlamını, öldükten sonra aynı mekânı paylaşma ve ebediyen beraber olma temennisini ifade eden bu kelimeden daha güçlü vurgulayabilecek başka bir kelime var mıdır? Bu güzel anlamı ifade etmek için böylesine isabetli bir tercihte bulunan milletimizin irfanına hayran olmamak kābil midir? Dahası bu kavramı kullanan ve dolayısıyla böyle bir anlayışa sahip olan bir insan, kardeşini derisinin renginden, konuştuğu dilden ve doğduğu yerden dolayı küçümseyebilir mi?
Bu anlayıştan uzaklaşmak ve müşterekler yerine farklılıkları ön plâna çıkarmak, dolayısıyla ideal birliğini yitirmek; nefreti ve sonunda çözülmeyi getirir. Bunun birçok örneği vardır. Asr-ı saâdette kurulup Hulefâ-i Râşidîn devrinde devam eden mükemmel birliği devralan Emevîlerin çöküşü bunun en çarpıcı misâlini teşkil eder.
İslâm tarihinin Hulefâ-i Râşidîn devrinden sonra en büyük fetihlerini gerçekleştiren Emevî İmparatorluğu’nun beklenmedik bir şekilde ânîden yıkılışı, Emevî hânedânının Arap olmayan Müslümanlara (mevâlî) âdil davranmayarak onları küstürmesi, Abbâsîlerin de bu durumu değerlendirmesi neticesinde olmuştur.
Endülüs’teki İslâm varlığının son buluşunun en önemli sebebi de benlik dâvâsı güderek ayrılığa düşmek ve kardeş kavgası yapmaktır. Böyle zamanlarda dış mihrakların devreye girmesi kadar tabiî bir şey yoktur.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışına yakın çıkan Arnavut ve Arap isyanları bunun en acı örneğini oluşturur. Millî şairimiz Mehmed Âkif, bu hususu mısralarında şöyle dile getirir:
Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez
Bizi biz yapan müşterek değerlerimize sarılıp yüreklerimiz aynı şeyler için topluca çarptıkça ve kardeşlerimize karşı üstümüze düşenleri yaptıkça kardeşlik iklimi içerisinde yaşayabiliriz.