BUNUN HESABINI VERECEKSİNİZ!

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Îman nûru ile nurlanıp, İslâm esasları ile şekillenirken, her müslüman hem ferden ferdâ hem de cemaat olarak, yepyeni bir şekillenmenin öncüleri oluyordu…

Bu ilk öncülerden biri de Peygamberler Sultanı’nın halalarından biri olan Hazret-i Safiyye Hala’nın sevgili oğlu Hazret-i Zübeyr bin Avvâm idi. İslâm’ın ilk günlerinde ancak 15 yaşında olan Hazret-i Zübeyr -radıyallâhu anh-; ihlâs, sadâkat, tevekkül, ferâgat ve fedâkârlık gibi erdemlerin de öncülerinden biri olarak arz-ı endam ediyordu.

Neye niçin inandığını ve neyi niçin terk ettiğini çok iyi bilen bu yiğit sahâbî; zeki ve atılgan olmakla beraber, ciddî, dirâyetli ve tedbirli yapısıyla da çıkıyor önümüze.

İslâm’ın gül bahçesine girerek, gülistan oluşturmadaki gayretleri yanında, her tarafını sivri dikenlerin kuşattığı Mekke ve çevresini de gülistan hâline getirme çabasına girmişti.

Güzeller Güzeli’nden güzellik devşirerek, güzellikte de âbide şahsiyetlerden biri olan Hazret-i Zübeyr, çirkinlerin çirkinliğine muhatap olurken, en küçük bir pislik bulaşmamıştı ona.

Fakat amcası yakasını bırakmıyordu bir türlü… Babası Avvâm öldükten sonra, velâyetini üstlenen amcası Nevfel, küçük yaşta yetim kalan yeğenini çok sevmiş, sevgili yeğeninin üzerine titremiş, aynı zamanda iyi yetişmesi için de elinden geleni esirgememişti.

Sevgili yeğeninin İslâm’a girdiğini haber alan Nevfel amcası, onu çok şiddetli bir şekilde sorgulamış, sonra da öfkeyle bağırmaya, küfürler savurmaya başlamıştı. İslâm’dan dönmesi için çok şiddetli baskılar yapmıştı.

Hazret-i Zübeyr -radıyallâhu anh-, üzerinde büyük emeği olan amcasının da İslâm ile şereflenmesi için ne kadar dil dökmüşse de dinletememişti ona.

–Ey sevgili amcam! Benim çok iyi yetişmem için annem kadar özel gayret gösteren biri iken, şimdi yaptıklarını anlayamıyorum. Kavminin en önde geleni, en bilgilisi, en görgülüsü ve en akıllısı olduğun hâlde, İslâm’ın güzelliğini neden görmezsin? Ne olur ey amcam, şu putperestlik sapıklığından İslâm güzelliğine gelsen!

–Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun bunca emeğime! Sana olan bunca sevgime rağmen, eğer dönmezsen, asıl o zaman çekeceğin var benden!

–İslâm dönülecek bir din, müslüman da dönek biri değil ki ey amcam! Ben öyle bir güzelliğin içine girdim ki, hiçbir şey beni bu yoldan döndüremez artık! Senin de müslüman olmanı isterim ey amcam!

–Sana şimdi gösteririm ben!

Bağırıp çağıran amcası çok ağır hakaretlerin yanında, dayanılmaz işkencelere başladı. Bu günlere kadar üzerine toz kondurmadığı yeğenini öldüresiye dövdü. Dayak atmakla dîninden döndüremeyince, bu sefer de kalınca bir hasıra sardırdı. Sonra da hasırı ateşe verdi. Tutuşan hasırdan çıkan ağır duman Hazret-i Zübeyr’i nefes alamayacak bir duruma getirdi. Sarılmış olduğu hasır ile beraber yere düşen Hazret-i Zübeyr, dumandan boğulmak üzereydi.

Bunu fırsat bilen amcası, son bir gayretle seslendi…

–Putlarımıza dönerek, Peygamber’ini ve inandığın Rabb’ini inkâr et, kurtarayım seni!

Hazret-i Zübeyr -radıyallâhu anh-, her tarafını sarmış olan yoğun duman altında zoraki nefes alarak cevap verdi.

–Kurtuluş İslâm’dadır!

–Eğer dönmezsen önce dumandan boğulacak bir duruma geleceksin, sonra da ateş saracak her tarafını. Dön ve kurtul ey Zübeyr!

Nefes almada zorlandığı için sesi bile zor çıkan Hazret-i Zübeyr, ateşin de dokunmaya başladığı bir anda, çığlık atarcasına şöyle haykırdı:

–Allah ve Rasûlü’ne îman etmiş bir müslümanım ben. Cayır cayır yansam da Allah ve Rasûlü’nden dönmem; dönmeyeceğim! Lâ ilâhe illâllah!

Hazret-i Zübeyr -radıyallâhu anh-, öyle bir destan yazıyordu ki, orada bulunan herkesi müthiş bir şekilde etkilemişti. O kadar ki; müşrik oldukları hâlde Hazret-i Zübeyr’e arka çıkmaya, onu savunmaya başlamışlardı.

Zübeyr’i ateşe vererek yaptığı bu amansız eziyet ile İslâm’ın ve müslümanların taraftar kazandığını gören amca, öfkeyle bağırarak terk etti orayı:

–Geberin öyle ise, hepiniz geberin!

–Dönmem ben, Allah ve Rasûlü’ndan, İslâm’dan dönmem! Lâ ilâhe illâllah!

Zor çıkan bir ses ile Hazret-i Zübeyr’den duyulan son sözlerdi bunlar. Nevfel’in öfkeyle bağırıp çağırarak gittiğini gören halk, her tarafı tutuşmuş olan hasırı söndürmeye koştular.

Yanmaktan son anda kurtulan Hazret-i Zübeyr’in, konuşacak hâli kalmamıştı artık. Duman ile boğulmak üzereyken, ateş ile de her tarafı fena hâlde kızarmış; nerede ise yanmıştı.

Son anda olayı haber alarak koşup gelen annesi, sevgili oğlunu bu hâlde görünce bütün sesi ile öyle bir kükredi ki, ses Mekke’de dalga dalga yayıldı:

“Bunun hesabını vereceksiniz!”

Hazret-i Safiyye, sevgili oğlunu birkaç kişinin yardımıyla ancak evine taşıyabildi. Onu eve götürürken gördüğü herkese;

“Bunun hesabını vereceksiniz!” diye haykırıyordu…

Sevgili annesinin şefkat ve himayesinde olan Hazret-i Zübeyr -radıyallâhu anh-, günlerce tedavi gördü. Başta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olmak üzere, îman kardeşleri, sahâbe arkadaşları ziyaretine gelip gitti.

Onun hayatını ortaya koyarak yazmış olduğu destan, dilden dile öyle aktarılıp konuşuldu ki;

“Zübeyr’in inandığı din, asıl hak din olsa gerek!” demeye başladılar. Zübeyr’in annesi Safiyye Hala’nın haykırdığı;

“Bunun hesabını vereceksiniz!” sözü ise, Zübeyr’in destanına ayrı bir destan kattı.

Allah ve Rasûlü’nün dediğinin olması, Kur’ân ve Sünnet’in hükmetmesi; insanlığın, düşmüş olduğu korkunç küfür bataklığından çıkarılarak, îman ve İslâm gülistanına girmesi için hayatlarını ortaya koyan sahâbe, bize neyin mesajını veriyor acaba; hiç düşündük mü?

Peygamber ve sahâbeyi örnek alarak, bütün hayatımıza yansıtmamız, kurtuluşumuzun tek reçetesidir. Yoksa Safiyye Hala’nın da Hazret-i Zübeyr’in de yüzlerine bakamayız.

Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat, bizi hem burada hem de orada çok zor bir durumda bırakacaktır.

Tam teslîmiyet, Peygamberler Sultanı’nın gül yüzlerine bakabilmenin çaresidir…
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-