AİLE SAÂDETİ

İrfan ÖZTÜRK

Dînî ilimler, güvenilir bir şekilde kayda alınmış, sahih senedi, yani sağlam rivâyet zincirleri olan hadîs-i şerifler üzerine bina edilir. Bu sebeple elhamdülillâh dînimiz, önceki dinlerin uğradığı kasıtlı tahriflerden, ve bilmeden yapılan tebdil ve tağyirlerden muhâfaza olmuştur.

Fakat öbür tarafta, vaaz u nasihat, irşad ve dînî edebiyat sahasında bu senet ile tevsik etme işi çok sıkı tutulmamıştır. Çünkü bu sahada hâdiselerin gerçekten vâki olup olmadığına değil, daha ziyade anlatılanın bir ibret, bir hisse taşıyıp taşımadığına bakılmış, böylece kulaktan kulağa, kitaptan kitaba nice menkıbeler, kıssalar nakledilmiştir. Zaten mesele, üzerine bir akîde veya bir fıkhî hüküm binâ etmek olmadığından İmam Gazâlî gibi zâhirî ilimlerde zirve olan şahsiyetler de vaaz u nasihat tarzı eserlerinde, bu rahatlığı sergilemişlerdir.

Vâkıa bu kıssaların çoğunu, mûteber hadis kaynaklarından tespit etmek mümkün değildir. Fakat bizim kültürümüze, edebiyatımıza, vaaz u nasihat eserlerimize mâl olmuş bu kıssaları, millî hâfızamızdan söküp atmak da kolay değildir. Kolay olmadığı gibi doğru da değildir. Diğer yandan Efendimiz’e söylemediği, yapmadığı bir şeyi isnad etmenin büyük tehlike ve tehdidinden kaçınmak şartıyla, bu tür kıssalar; kesinlikle vâki olmuş kabul edilmeyip, ibret almak cihetiyle anlatılabilir, dinlenilebilir, kanaatindeyiz. Bugüne kadar nice ârifin lisanında, âlimin kitabında yer bulmuş olmaları da bize cesaret vermektedir.

Bu minvalde Efendimiz’in aile hayatıyla ilgili şöyle bir menkıbe kitaplarda anlatılagelmiştir.

Bir gün Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Âişe-i Sıddîka -radıyallâhu anhâ- Vâlidemizin hücresini teşrif etmiş;

“–Yiyecek bir şeyin var mı?” diye sormuşlar. Hazret-i Âişe Vâlidemiz de hem latîfe hem de Efendimiz’in diğer hanımlarına nazîre olsun diye;

“–Bu gece kaldığınız yerde bir şey hazırlamadılar mı?” deyivermiş.

Fakat bu sözden Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- pek müteessir olup, mübarek yüzünü dönüp çıkmaya hazırlanmışlar. Hazret-i Âişe; derhâl hatasını müdrik olarak, Efendimiz’in cübbesinin mübârek eteğinden tutup özür dilemiş ise de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kabul etmeyip, dışarı çıkmışlar. Hazret-i Âişe Vâlidemiz, Fahr-i Kâinât’ı üzmenin, Allâh’ın Habîbi’nin gönlünü kırmanın perişanlığı içerisinde pek derin bir nedamet duymuş, çok sağlam bir tevbe etmiş, yanarak yakılarak secdeye kapanmış ve Cenâb-ı Hakk’a yalvarmaya yakarmaya başlamış:

“Yâ Rabbi, Sen’den başka hâlime acıyacak, bana yardım edecek kimsem yoktur. Ne olur Habîbi’nin gönlünü bu hakir kuluna dargın eyleme! Aramızı te’lîf eyle yâ Rabbî!..”

Allah Teâlâ; bu içli, samimî, sâfiyâne yakarışı kabul buyurmuş. Derhâl Cebrâil -aleyhisselâm-’ı Habîb-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e göndermiş. Rasûl-i Ekrem, bir ayağını mescidin zeminine basmış, öbür ayağını da atıp içeri girecekken Cebrâil -aleyhisselâm- yetişmiş;

“–Mescide girmeye izin yok.” demiş.

“–Ey Cebrâil kardeşim, bunun sebebi nedir?” diye sorunca, Hazret-i Cebrâil;

“–Hazret-i Âişe’nin gözü ırmak gibi akıyor. Hak Teâlâ, gidip onu teselli etmeni emir buyurdu.” diye cevap vermiş.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hücre-i saâdete geri dönmüş. Hazret-i Âişe karşılayıp yeniden gözyaşlarıyla affını talep etmiş. Rasûl-i Ekrem de özrünü kabul buyurmuş.

Hak Teâlâ, Cebrâil -aleyhisselâm-’a;

“Habîbim ile Âişe’yi biz barıştırdık. Onlara bir de ikram edelim. Git, cennet nimetlerinden al, onların önüne götür.” buyurmuş.

Cebrâil -aleyhisselâm-, cennet nimetlerinden getirip önlerine koymuş. Hazret-i Âişe; bir lokma Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ikram ediyor, ikinci lokmayı kendisi yiyormuş. Son iki lokma kalınca Rasûl-i Ekrem;

“Bu iki lokma da baban Ebûbekir için kalsın.” buyurmuşlar.

Hazret-i Ebûbekir’i çok seven Efendimiz, ilâhî ikram olarak gelen cennet nimetlerinden de yâr-i gāri, Hazret-i Ebûbekir’e ayırmış. O esnada kapıdan müsaade istenince;

“Yâ Âişe, kapıdaki Ebûbekir’dir. Söyle içeri gelsin.” buyurmuşlar.

Hazret-i Ebûbekir içeri girince Efendimiz;

“Yâ Ebâbekir! Bu iki lokma cennet yemeklerindendir, senin için ayırdık.” buyurmuşlar ve Hazret-i Ebûbekir Efendimiz’e ikram etmişler. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- ise o iki lokmayı eline alıp, birini Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e diğerini de Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’ya vermiş. Rasûl-i Ekrem;

“–Yâ Ebâbekir! Niçin bu iki lokmayı kendin yemedin de bize ikram ettin?” diye sorunca;

“–Yâ Rasûlâllah! Sizin yemeniz, benim yememden bin kat daha hayırlıdır.” cevabını vermiş.

Ey kardeş! Kıssadan alacağımız hisse nedir?

İhlâs ile yapılan duâ ve secdenin tesirini görüyor musunuz? Âişe Vâlidemiz’in ihlâslı duâ ve secdesi Rasûlullâh’ın gönlünü tekrar kazanmasına vesile olmuş. Biz de duâ ve secdelerimizi ihlâs ile îfâ edersek arzu ettiğimiz bütün güzellikler ayağımıza gelir. Cenâb-ı Hak işlerimizi âsân eyler.

Hazret-i Âişe Vâlidemizin hâlinden çıkaracağımız başka hisseler de vardır. Bir hata işleyince hemen tevbe etmek gerekir. Özür diledim kabul etmedi dememeli, ısrarla rahmet-i ilâhiyyenin kapısında durmalıdır.

Yine aile içinde nasıl bir muhabbet ve hürmet olması gerektiği hususunda da bu gibi kıssalar bizim için rehber olmaktadır.

Bir başka hisse de şudur ki, Efendimiz cennet nimetinden dostu Hazret-i Ebûbekir’e ayırırken, Hazret-i Sıddîk da tekrar o ikramı Efendimiz’e ikram ederek, İslâm kardeşliğini göstermişlerdir.
Allah bizleri onların izinden ve şefâatlerinden ayırmasın. Aile yuvalarımızı, arkadaşlık bağlarımızı Efendimiz’in yuvası ve Efendimiz’in arkadaşlığı gibi eylesin. Âmîn…