Vücudumuzdaki Âlemlerden HABERDAR MIYIZ?

Aydın TALAY

aydintalay@gmail.com

Acaba hiç durup düşündük mü şu vücudumuzda neler oluyor?.. İnsan vücudu dışarıdan göründüğü gibi basit bir mekanizmadan mı ibarettir? Vücut, gerçekten bizim arzu ve isteklerimizle mi çalışıyor?

Vücutta olan-bitenleri anlatmaya kalksak, içinde faaliyet itibarıyla her türlü ihtiyacı karşılayan sayısız fabrikalar, kaynaklar, milyarlarca evlerden teşekkül eden siteler görürüz. Yayın ve haberleşme sistemleri, temiz ve kirli su tesisatları, gıdaları en yakından en uzağa kadar şaşırmadan, zamanında, yeteri kadar ve baş döndürücü bir hızla dağıtan muazzam bir düzen buluruz. Savunma, güvenlik ve alarm cihazlarından, en küçük bir üniteden haberdar olup yön veren; virüs girmez, bozulmaz muazzam bir kompütere kadar daha neler ve neler… Herkes kendi vazifesine bakıp başka işe karışmadığı gibi görevini en mükemmel biçimde yerine getiriyor. Tehlikelere karşı koyacak askerler gayet disiplinli ve gözlerinden bir şey kaçmıyor. Vücuttaki nesnelerin isim ve adetlerini saymaya rakamlar kâfî gelmeyeceği gibi 21. asrın ilerleyen tekniğine ve geceli-gündüzlü çabalara rağmen daha keşfedilmemiş özellikleri de var…

Allâh’ımız; yüce kitabımızın İnfitar Sûresi’nin 6 ve 7. âyetlerinde mealen şöyle buyurur: “Ey insan! İhsanı, affı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O; seni yaratan, yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren, dengeli-ölçülü bir biçim ve karakter verendir.”

Peki, bu kadar küçük nesneye bu derece hayatî görevi veren ve şaşırmadan, hile karıştırmadan nesil kesilinceye kadar devam edilmesini sağlayan yüce kudret kimdir? «Bütün bunlar kendiliğinden oluyor.» demek ne kadar mantıksız ve akıl dışı bir kabul olur.

Vücudumuzun ne güzel ve yerli yerinde yaratıldığına, fakat gün gelip de kişinin her yaptığının hesabının sorulup ardından çürümesinin ne kadar çetin olacağına; kendine has üslûbu ile işaret eden gönül şairimiz Yunus Emre bir ilâhisinde şöyle seslenir:

Vücudum hoş imarettir
Harâb olmak ne müşküldür
Çürüyüp toprak altında
Türâb olmak ne müşküldür

Öğretim; eğitim ve tefekkürle iç içe olduğu zaman kıymet kazanır. İnsan; vücudundan gökteki yıldızlara kadar incelendiğinde düşünme ve tetkik etmeye fırsat tanımaz, ilim faziletle birlikte sürdürülmezse nesilleri ancak bilgi hamalı yaparsınız.

Mâneviyata karşı çeşitli bahanelerle kapatılan kalp ve beyni; mide, şehvet ve para hırsı insanlıktan çıkarıp robotlaştıracaktır. Bu tiplerin ise şefkat ve merhametten uzak ve canavardan beter davranışlar sergilemesi kaçınılmazdır.

Vaktiyle fakir ve kalabalık bir ailenin oğlu kış da kapıya dayanınca babasının yakasına yapışarak; «Artık ayakkabısız idare edemeyeceğim.» diye tutturur. Bir kesesine bir de oğluna bakan baba, kendine göre bir yol bulur. «Peki oğlum gel!» diyerek elinden tutup köşe başında dilenen ayakları kesik bir dilencinin yanına götürür. «Bak oğlum! Ayakkabısız olmak mı iyidir yoksa bu adam gibi ayaksız olmak mı daha güzeldir?» der. Çocuğun firâseti de yerindeymiş ki itirazı kesilir. Bir eksiğimiz olduğu, bir isteğimiz yerine gelmediği yahut işimiz tersine gittiği zaman kıyâmetler koparıyoruz.

Hâlbuki alnımızı secdeden kaldırmasak dahî bir nefes sıhhatin hakkını edâ edemeyiz. Zira nefes deyip geçmeyelim. Nefes almakla kan temizleniyor, vücut ısısı sağlanıyor, kirli hava dışarı atılıyor ve geri çıkarken de boş durmayıp gırtlaktaki ses tellerini titreştirerek ses meydana getiriyor. Aynı yoldan temiz ve kirli hava birbirine karışmadan ve zarar vermeden nasıl giriş ve çıkış sağlanıyor? Alınan hava, toz ve topraktan süzüldüğü gibi ayrıca uygun miktarda nemlendiriliyor. Nefes borusundaki tüyler en küçük bir yabancı maddeye geçit vermez… İşte bu yüzden Muhibbî mahlâsı ile şiirler yazan Kanunî Sultan Süleyman’ın sağlık hakkında bir beyti meşhurdur. Halk arasında hep idareci olmak ve devletin başına gelmek için yarışılır. Hâlbuki bütün saltanat tek bir nefesin kıymetinde değildir:

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

Abbasî Devleti’nin tanınmış hükümdarlarından Harun Reşid yaz sıcağında bir tas su isteyip tam içecekken mânevî kardeşi olan Behlül Dânâ içeri girer.

“–Dur sultanım, bir söz diyeceğim, suyu daha sonra içersiniz.” der. Sultanın canı sıkılır ama kardeşini de kıramaz.

“–Bak!” der, Behlül. “Şu suyu aldın içeceksin sultanım, fakat âniden boğazında bir tıkılma oldu ve bir yudum suyun aşağı inmediğini gördünüz. Çalıştınız ama bir türlü suyun gidişi mümkün olmadı. Bu takdirde ne yaparsınız?”

“–Şimdi bunun sırası mı Behlül, icabına bakar hekim çağırırım!”

“–Peki, Bağdat’ta çaresini bulamadınız şu kaftanınız da dâhil her şeyinizi bu yolda harcar mısınız?”

“–Evet.” der Harun Reşid.

“–Peki, suyu içtiniz ama bu kere dışarı çıkmıyor. İdrarda tıkanıp kaldınız ne yaparsınız?” Yine sultan bu konuda elindeki bütün imkânları harcayacağını söyleyince Behlül dayanamaz:

“–Peki, sultanım bütün bu saltanat, taht ve kaftanınız bir damla suyu içeri sokmaya ve içerideki bir damla suyu dışarı çıkarmaya kādir değilse siz, neye sahipsiniz?”

Behlül Dânâ Hazretleri’nin dikkatimizi çekmek istediği böbreklerimizin her biri 150 gram civarında fasulye şeklinde ve yumruk kadar. Sayısız keseciklere sahip ve bunlardan tuz, üre, ürik asit, su ve benzeri onlarca sıvı madde süzülerek idrar torbasında toplanıyor. Yarım litrelik idrar torbası olmasaydı insanlar devamlı tuvalete taşınmak zorunda kalacaktı. Bütün kanın süzülmesi beş dakikada tamamlanmaktadır. Fâtır Sûresi’nin 15. âyetinde mealen Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey insanlar, siz Allâh’a muhtaçsınız. Zengin olan, muhtaç olmayan, övgüye lâyık olan Allah’tır.”

2 kilogram ağırlığında olan karaciğerin tam 400 görevi olduğunu biliyor muydunuz? Daha garibi; solucan gibi karaciğeri dilim dilim parçalayıp sadece bir dilimini koysanız bile kalan parça çok serî şekilde harekete geçip karaciğeri eski hâline getirebiliyor.

1300 gram ağırlığındaki beyinle 100 trilyon hücre arasında nasıl bağlantı kurulmuş dersiniz? İrade, zekâ ve beş duyu ile ilgili hareketlerimiz ancak böyle sağlanabiliyor.

Son söz; Ziyâ Paşa’nın hayretli nidâsıdır:

Sübhâne men tehayyera fî sun‘ihi’l-ukûl;
Sübhâne men bi-kudretihî ya‘cizu’l-fuhûl

“Yaratışındaki sanat karşısında akılların hayrete düştüğü, kudreti karşısında en zirve kişilerin bile âciz kaldığı yüce Mevlâ’yı noksan sıfatlardan tenzih ederim!”

KAYNAKLAR:
1. Harika Sistemler Âlemi, İnsan Vücudu, Yeni Asya Yayınları (Komisyon)
2. Harun Yahya, Düşünen İnsanlar İçin Göklerde ve Yerdeki Deliller, s. 43-83.