Eğitimde Gaye; ŞAHSİYET EĞİTİMİ

Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
(Yûnus Emre)

Çocuk ve gençlerimizin nasıl eğitildiğini düşünürken önce; ailelere, öğretmenlere, ders kitaplarına, idarecilere, müfredat programlarına, okul binalarına, iletişim araçlarına (televizyon, gazete, internet), ders kitabının dışında okuduklarına, eğitimde sanat eğitiminin yerine gençlerin zevklerine, alışkanlıklarına, boş zamanları nasıl değerlendirdiklerine bakarak bir inceleme yapmaya ihtiyacımız var. Bu inceleme sonunda eğitimimizin hâli ve düzelmesi için; “«Neler yapabiliriz?» sorusunun cevabını beraberce aramalıyız.” derken kimlere görev düştüğünü de anlatmalıyız. Veliler, öğretmenler, okul idarecileri, eğitim bakanlığının bütün mensupları, siyasîlerimizin hepsi, medya patronları ve çalışanları, yazarlar, finans kaynağı zenginler, sivil toplum kuruluşları… Çocukları ve gençleri seven bütün insanlar seferber olmalıdır.

Yukarıda saydığımız birimleri tek bir yazı içinde inceleyip sonuca varmak mümkün değil. Eğitimle ilgili bir vakfın, derneğin, medya organının, belediyelerin, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, eğitime gönül veren işadamlarının girişimiyle araştırmalar yapılır, projeler hazırlanır ve uygulamaya konur.

Hâdiselere bir bakalım;

Anadolu’nun güzel beldelerinden birinde, okul çıkışında, yüzleri maskeli çocukların polise taş attığını gören öğrenciler; polisi taşlayan, yüzleri maskeli öğrencilere taş atmaya başlarlar. Bir başka gün okul çıkışında bir çocuk; öğretmenini, arkadaşını ve annesini bıçaklıyor, bir başka gün… örnekleri bitmez. Yüzüne maske geçirip polisi taşlayan çocuk da, kendi aklınca polisi sevdiği için maskeli gençlere taş atmak zorunda hisseden çocuk da bıçaklayan çocuk da suçlu olan çocuklar ve gençler de bizim eserimiz, onlarla övünebilir miyiz?

“Geçmiş yıllarda suç oranı neden azdı, gün geçtikçe suçlu sayısı neden artıyor, çareler neler olabilir?” sorularını cevaplamaya mecburuz.

Kökü dışarıda olan vakıfların, derneklerin, dünyaya hâkim olmaya çalışan güçlü ülkelerin ve o ülke zenginlerinin Türkiye’de çocuklar, gençler, kadınlar, aileler, topraklarımızın zenginliği, kaynaklarımız, tohumlarımız, ürünlerimiz, sağlığımız, genlerimiz konusundaki çalışmalarını okudukça insanın; «Bize sessiz kalmamız, düşünmememiz, çalışmamamız, değerlerimizin kaybedilmesine susmamız konularında bir büyü mü yapıldı?» diyesi geliyor. Eskiler bu hâle; «Ölü toprağı serpilmiş.» derlerdi.

Okullarımız vardı; ağaçların gölgesinde nefes alırdık, renk renk gülleri seyrederdik. Sonra oyun oynayarak derslerin yorgunluğundan uzaklaşırdık. Toplantı salonlarımız vardı; yarışmalar yapardık, şiirler okur, şarkı ve türküler söylerdik. Kütüphanemiz vardı, inceleme yapmak için, kitap okumak için, alıp evde okumak için güler yüzlü kütüphane memurlarımız vardı. Çocuklara kitapları sevdirmek için, okumayı seven çocuklara mükâfat veren öğretmenlerimiz ve idarecilerimiz vardı. Muhakkak şimdi de vardır. Sayıları geçmişe göre artmış mı? Kaç okulumuzun memuru olan kütüphanesi var? Kaç okulumuzun bahçesinde ağaçlar, çiçekler var.

Bilgisayar odalarımız ve internetten ödev yapıp, aynı ödevi fotokopi yaptırmış gibi öğretmene veren çocuklarımız var. Biri çıkıp da;

“Öğretmen robot değil; aynı kaynaktan alınan, emek verilmeyen ödev, öğretmeni sıkar, çocuğa da faydalı olmaz!” demiyor, diyemiyor… Sonra beton duvarlar arasında çiçek açmasını bekliyoruz. Duygusuz, hayalsiz, not peşinde, dershane peşinde koşan çocuklar ve onların anneleri. Kara taşta yeşil ot biter mi?

Öğretmenler, dershaneler, okul idarecileri, özel okullar; imtihan sonuçlarından sonra başarılı öğrencileriyle övünme yarışındalar. Âdeta özel kuruluşlar, testlerde başarılı olan öğrencileri avlama;

“Benim öğrencim, benim dershanem, benim okulum…” diyerek övünme peşindeler. Övünmenin sonunda neler kazanacaklarını, ayıp olmasın diye söylemeyelim. Oysa bu ülkenin şahsiyetli insanlara ihtiyacı var. Şahsiyet, çocuklukta ve gençlikte kazanılır. Başarı; şahsiyetli olmanın bir bölümüdür, tamamı değil. Diğer bölümleri nerede vereceğiz? Başarı tek başına bir hiçtir. Testlerde arka arkaya gördüğü beş şık arasından doğruyu bulup işaretleyen, başarılı denilen öğrenci, soruları tek tek sorduğunuz zaman etraflıca cevap veremeyecektir.

Hâlbuki eğitimin ve öğretmenin görevi; öğrenirken düşündürmek, bazen şaşırtmak, hayret ettirmek, hayran bırakmak, mukayeseler yaptırıp soru sorarak öğrenmelerini sağlamaktır. Peygamber Efendimiz;

“Rabbim, hayretimi artır.” diye duâ eder.

Popüler kültürün ürünü olan vasıtalarla şahsiyetli insan yetişebilir mi? Tarihimiz, kültürümüz, dilimiz, şiirimiz, şarkılarımız, türkülerimiz, mehterimiz, ağıtlarımız…

Çocuk ve genç; okulda, dershanede kültürümüzün inceliklerini anlayabiliyor mu? Evde aile, bu kültürün içinde büyümediği için etkisiz kalıyor. İnternet, televizyon, basın; aynı popüler kültürün unsurları içinde yuvarlanıp gidiyor. Sevinçlerimizi, heyecanlarımızı, üzüntülerimizi ifade şekillerimiz değişiyor. Ölüm haberinin arkasından;

«Mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin…» demeyi unuttuk. Cenaze alkışlarla uğurlanıyor. Üzüntülü aile fertlerine;

«Toprağı bol olsun.» diyecek duruma geldik. Eskiler;

“Türküleri yakanlar (söyleyenler), kanun koyuculardan kuvvetlidirler. Çünkü türkülerin konuları; halkın üzüntüleri, sevinçleri, duyguları ve hasretleridir…” derlerdi.

Türküler halkındır onun için yüzyıllarca yaşar.

Kanunlar ise konur, yıllar sonra ihtiyaca göre değişir…

Türkülerin söylendiği yerler vatandır. Söylemeyi unuttuğunuz zaman, söylemeyi bilmediğiniz zaman topraklarımız vatan olmaktan çıkar, başka nağmeler yükselir. Çocuklarımız beraberce bozulmamış türküleri, marşları söyleyebiliyor mu? Bunlar ders kitaplarında yer alabiliyor mu? Ezberlerinde kaç güzel türkü var?

Ya mânevî atmosferin içinde ilâhî dinlerken tempo tutup alkışlayan gençlere ne demeli?

Okullarımızda sanat eğitimine yer veriliyor mu? Ortak şuurun oluşması sanatla olur. Şarkılarla, şiirlerle, hikâyelerle, tiyatroyla ve sanatın bütün dallarıyla ilgilenmeye heveslendirmekle kültürümüzün güzellikleri verilebilir. Sevgi, fedâkârlık, dürüstlük, yurt ve millet sevgisi, yaratılmış olan bütün varlıkları sevme ve koruma duygusu gibi hasletler; sanatın bütün vasıtaları kullanılarak verilebilir.

Fuzûlî’nin dediği gibi:

Dert çok, hem-dert yok…

Kime anlatalım, çare ne?

Bir bahar günü, güzel düşünceler içinde;

«Ben ne yapabilirim, biz ne yapabiliriz?» diye ümitle yola çıkalım. Önümüzde bir tatil var, bu tatili değerlendirelim. Hikâyelerle, kıssalarla, şiirlerle, ilâhîlerle, boyalarla, kalemlerle, duâlarla onların dünyalarını renklendirelim. Yaptıklarını kontrol edelim. Öğrenmek istiyormuş gibi, okuduklarıyla ilgili sorular soralım. Veliler;

«Ben ne anlarım?» demesin. Onların okuduklarını bir kere de size okumasını isteyerek, onu dinlediğinizi, ilgilendiğinizi fark ettirin. Onları mükâfatlandırın.

Üsküdar Belediyesi, Üsküdar’ı mor salkımlarla donatıyor. Çocuklarımız baharın güzelliğini fark etsin; ruhları renk renk çiçeklerin, yeşillerin içinde güzel duygularla dolsun. Evinizin bahçesi olmasa bile, pencerelerde, saksılarda yetiştirecekleri çiçeklerin bakımını onlar yapsın. O zaman yollardaki çiçekleri sevmesini öğrenip koparmayacaklar. Yıllar sonra bir bahar günü, bahçeye diktikleri bir ağacın nasıl meyve verdiğini, saksılardaki çiçeklerin renklerini, kokularını ve onlarla beraber yaşayan arkadaşlarını, büyüklerini hatırlayacaklar…