ANADOLU FATİHİ ALPARSLAN

Ahmet MERAL

ahmetmeral@yuzaki.com

“Padişahın, bütün fenalık isteyenlerden gam çekmeyecek ve endişe duymayacak kadar akıllı ve dirâyetli olması lâzımdır.”
(Nizâmülmülk; Siyasetnâme)

ALPARSLAN DÖNEMİ (1064-1072)

Tuğrul Bey’in çocuğu yoktu. Vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına kardeşi Çağrı’nın oğlu Süleyman geçtiyse de, Çağrı Bey’in diğer oğlu Alparslan ve yine Selçuklu ailesinden Kutalmış bu durumu kabul etmeyerek taht mücadelesine giriştiler. Alparslan kısa zamanda bu mücadeleyi kazanarak rakiplerini saf dışı bırakmayı başardı. İçte düzeni ve birlik-beraberliği sağlayıp vezirliğe ünlü Nizâmülmülk’ü getirdikten sonra, batı istikametinde fetihlere yöneldi. Alparslan’ın ilk yöneldiği bölge Kafkaslardı. Azerbaycan üzerinden Ermenistan ve Gürcistan’da fetihler gerçekleştirdi.

Türkmenlerle takviye edilen Selçuklu kuvvetleri kısa zamanda Anadolu önlerine kadar gelerek Bizanslı generallerce çok iyi korunan ve asla fethedilemez kabul edilen müstahkem «Ani» kalesini ele geçirdi. Alparslan, Kars’a girmekle sonuçlanan bu başarılı harekâtla güney Kafkasya’yı denetim altına aldığı gibi, Anadolu’ya olan ilgisini de açıkça ortaya koy muş oldu. Özellikle Ani’deki en büyük kiliselerden biri olan katedrale hilâl diktirmesi, tarihî kayıtlara, müthiş askerî başarılarının arkasındaki mukaddes amaca işaret eden sembolik bir hareket olarak geçti. Zamanla bu hilâl Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İslâm dünyasının sembolü hâline geldi.1

Alparslan, devlet otoritesini pekiştirmek ve devletin sınırlarını doğu yönünde genişletmek amacıyla Türkistan Seferi’ne çıktı.

Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında yaşayan ve henüz İslâm’la şereflenmemiş olan Şamanlar ile Kıpçakları itaat altına alarak bu iki etkili Türk topluluğunu Selçuklu kültür ve medeniyetinin nüfuz alanına soktu. Alparslan, Mâverâünnehir’e yakın bazı bölgeleri de ülkesine katıp doğu sınırlarını teminat altına aldıktan sonra tekrar batıya yöneldi.

MALAZGİRT ZAFERİ (AĞUSTOS 1071)

Alparslan, Anadolu önlerine gelmeden önce Türkmenleri plânlı bir biçimde Marmara Bölgesi’ne doğru keşif amaçlı ve yıpratıcı seferlere yönlendirdi.

Bu arada Kafkasları tam itaat altına almak amacıyla Gürcistan üzerine yürüdü.

Tiflis’in fethiyle sonuçlanan bu başarılı seferle Gürcü ve Ermeni krallarını da kendisine bağımlı hâle getirdi.

Bu arada Mekke Emîri de huzuruna gelerek Alparslan’a bağlılığını bildirip Cuma hutbelerinde adının Abbâsî Halîfesi’nden sonra okunduğunu ifade etti.

Anadolu sınırlarında bu hareketlilik yaşanırken Bizans İmparatoru Konstantinos Dukas’ın ölümü (Mayıs 1067) üzerine ülke yönetimi, eşi Eudokia’nın ellerinde kalmıştı. Bizans İmparatorluğu, içine düştüğü bu siyasî çalkantılar yüzünden doğuda ve batıda topraklarını koruyamayacak kadar zorlu ve sarsıntılı bir dönem geçirmekteydi.

Nitekim Güney İtalya’da Normanlar büyük askerî başarılar kazanarak Bizans sınırlarını zorlamaya başlamışlardı.

Macarlar kuvvetli saldırılarının ardından Tuna’nın askerî bakımdan kilit noktası sayılan Belgrat’ı ele geçirmişlerdi.

Güney Rusya ovalarından çıkarak Bizans’a ait Balkan topraklarına doğru ardı ardına gelen Peçenek, Oğuz ve Kuman saldırıları yaşanmış, bu kitle saldırıları sonucunda bölgede yağmalama ve büyük yıkım meydana gelmişti.2

Bizans’ın; ülkenin her tarafında artan istikrarsızlığa bir son vermesi, askerî önlemlerle imparatorluğu içine düştüğü bunalımdan kurtarması ve bilhassa Büyük Selçuklu ilerleyişini durdurması gerekiyordu.

Güçlü bir idareciyi ve kuvvetli bir askerî gücü gerektiren bu siyasî tablo, Romanos Diogenes’i Bizans tahtının yeni sahibi yaptı. İmparatoriçe Eudoika, aile içi muhalefete rağmen Roman Diagones’le evlenerek, Peçeneklere karşı yapılan savaşlarda öne çıkmış olan bu kıymetli ve karizmatik kumandanı imparatorluk makamına getirmişti.

Diagones, tahta geçer geçmez ilk iş olarak Selçuklu tehlikesine karşı, içerisinde çok sayıda paralı askerin de yer aldığı bir orduyla Anadolu’ya bir sefer düzenledi. Amacı, bozulan Bizans otoritesini yeniden tesis ederek sınır güvenliğini sağlamaktı. Nitekim Kayseri ve Sivas üzerinden Toroslara ve Halep’e kadar uzanan askerî harekât sonucunda kısmî bir başarı elde ederek Bizans varlığını o bölgede yeniden hissettirdi.

Ancak Türk akınları durmuyordu. Niksar ve Eskişehir yakınlarına kadar uzanan rahatsız edici ve yıpratıcı seferlerin artması üzerine, yeni imparator iki ayrı orduyu bu akınları önlemek ve bozulan istikrarı yeniden temin etmek üzere doğu sınırında görevlendirdi.

Öte yandan Alparslan mukadder bir Bizans-Selçuklu çatışmasının öncesinde Mısır’daki Fâtımî devletini de etkisiz hâle getirmek amacıyla önce Suriye’ye yönelmişti. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizans’ın mağrur imparatoru, içerisinde Uz ve Peçeneklerden paralı askerlerin de bulunduğu 200 bin kişilik bir orduyla Anadolu seferine çıktı. Hedefi kesin olarak Müslüman-Türklerin ilerleyişine bir son vermekti. Diagones, Selçuklu başkentine kadar ilerlemeyi hedeflemekteydi. Nitekim kendisine iletilen barış çağrısını;

“Barış, Selçuklu başkenti Rey’de olacaktır.” diyerek kesin bir dille reddetmişti.

Alparslan, Diagones’in ordusunun Malazgirt Ovası’na indiği haberini aldığında Suriye’de bulunmaktaydı. 50 bin kişilik bir orduyla derhâl Malazgirt Ovası’na intikal ederek hazırlıksız yakalandığı bu hamleyi savuşturmak üzere bazı askerî tedbirler aldı. Bir taraftan da Bizans ordusundaki henüz Müslüman olmamış Peçenek ve Uzlarla irtibata geçti.

Ayrıca akıllıca hareket ederek bu büyük Bizans askerî gücüne karşı Abbâsî halîfesinin ve İslâm dünyasının desteğini almayı da ihmal etmedi. Nitekim Halîfe Kāim bi-emrillâh, Selçuklular adına Bizans’la barış girişimlerinde bulundu ve diplomatik yollarla bu büyük tehlikeyi atlatma yollarını aradı.

Ancak bu girişimler herhangi bir sonuç vermedi. Bunun üzerine halîfe, Cuma günü bütün camilerde savaşı Selçukluların kazanması için duâlar ettirdi. Tarihî kayıtlara göre bu duâ şöyledir:

“Allâh’ım! İslâm sancağını yücelt ve İslâm’a yardım et! Şirki, başını ezmek ve kökünü kazımak sûretiyle yok et!

Sana itaat için canlarını fedâ edip; kanlarını Sana tâbî olma hususunda akıtan; Sen’in yolunun mücahidlerini, onları kuvvetlendirerek yurtlarını güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından mahrum kılma! Mü’minlerin Emîri’nin Burhânı olan Şahinşâhu’l-Âzam (Alparslan)’ın Sen’den dilediği yardımı esirgeme ki, o bu sayede hükmünü yürütür, şânını yayılır kılsın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutunabilsin.

Sen’in dînini şerefli ve yüce tutabilmek için onu, lütufkâr ve her zaman etkili olan desteğinden mahrum kılma! Çünkü o, Sen’in ulu rızân için rahatını terk etti; malı ve canıyla buyruklarına uymak amacıyla Sen’in yoluna düştü.”3

Halîfenin bu desteği kısa zamanda etkisini gösterdi ve civardaki bütün Müslüman unsurlar derhâl Selçuklu saflarına katıldılar. Güneydoğu Anadolu’daki Kürt beyleri de 10 bin kişilik bir kuvvetle Malazgirt’te Alparslan’ın yanında saf tuttular.

İki taraf da karşılıklı olarak 26 Ağustos’ta ordularını savaş düzenine soktular. İmparator Diagones, ordusunu düz bir hat boyunca sağ kol, sol kol ve merkezden oluşan üç kısımdan ibaret klâsik savaş tertibine göre hazırlamıştı.

Alparslan ise askerlerinin bir kısmını meydanda tutarken önemli bir bölümünü de düşman ordusunu arkadan çevirecek şekilde yerleştirmişti.

Sultan Alparslan, ordusunun mâneviyatını güçlendirmek ve girdikleri mücadelenin mukaddesliğini hatırlatmak amacıyla Cuma namazını ovanın ortasında ordusuyla beraber kıldı.

Gözü pek ve kahraman Selçuklu hakanı, üzerine şehidliği hatırlatan beyaz bir elbise giymişti. Beyaz atına kuyruğunu kendi eliyle bağlayarak bindi.

Ordusunun önüne geçerek kısa ve son derece etkileyici bir konuşma yaptı.

Askerlerini coşturan bu nutkunda Alparslan; “Şehid düşerse vurulduğu yere gömülmesini, kendisinden sonra oğlu Melikşah’a itaat edilmesini vasiyet ederek bir hükümdar gibi değil, din ve devlet yolunda bir er gibi savaşacağını dile getirdi. Ayrıca savaştan korkanların çekip gitmekte serbest olduklarını belirterek askerlerinden şehid olanların cennete gireceklerini, kalanların da dünya nimetlerine kavuşacaklarını hatırlattı.”4

Savaş, beklendiği gibi kalabalık Bizans ordusunun hücumuyla başladı. Alparslan bu hücuma; «sahte ric’at» diye bilinen taktikle cevap verdi. Bizans ordusunun ağırlık merkezinden uzaklaştırılarak tuzağa düşürülmesiyle gerçekleşen bu taktik, Selçuklulara kesin bir zafer getirdi.

Bu muazzam zaferde Uz ve Peçenek askerlerinin saf değiştirerek kendileri gibi Türkçe konuşan Müslüman-Selçukluların tarafına geçmesinin de payı vardı.

Muhteşem bir zaferle Bizans ordusu tamamen etkisiz hâle getirildiği gibi, İmparator Diogenes de esir düşmüş, İslâm tarihinde ilk kez bir «Basileus» Müslümanların tutsağı olmuştu.

1 Jean Paul ROUX; Türklerin Tarihi, s. 214.
2 Bizans Devleti Tarihi, s. 317.
3 Ali SEVİM; Türkiye Tarihi, s. 68.
4 Doç. Dr. Salim KOCA; Türk Yurdu Dergisi, sayı: 72.