ANA BORCU…

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «üf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevâzu kanadını indir ve de ki: «Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi Sen de onlara acı.»” (el-İsrâ, 23-24)

-İstikbâlin Melek Ruhlu Gençliğine İthaf-

“Cennet, anaların ayakları altındadır.” (Hadîs-i şerif)

7. sayımızda neşrettiğimiz «Ana Borcu» şiirinin tashihli hâlidir.

ANA BORCU…

Karlı bir kış gecesi acı bir kaza oldu,
Bir aileden yalnız ana-oğul kurtuldu…
Artık eve en uğrak misafir gariplikti,
Ana, sezdirmese de gözü iplik iplikti…
Bir şey olmamış gibi kül bastı yarasına,
Gül gibi yetiştirdi güzel oğlunu ana…
Ay oldu evlât için saçlarının siyâhı,
Etti nice geceler başucunda sabâhı.
Hastalansa kendisi, alamazken bir ilâç,
Etmedi çocuğunu mertlere dahî muhtaç.
Yaz ve kış nazla bakıp eyledi fidan boylu,
Büyüttü yavrusunu, hem huylu, hem de soylu.
Hem de iyi okusun diye oğlunu ana,
Büyük şehre yolladı yüreği yana yana…
Oğul da kıymet bildi, kışı eyledi bahar,
Elinde kurdeleli, takdirli diplomalar…
En başarılı oldu, doymadı madalyaya,
Bilgisi yeri aştı, taştı güneşe, aya.
Yay çekse de okurken bazen yokluğun oku,
Derhâl anası derdi: «Oğul, yeter ki oku!
Defter, kitap, ben sana, ne lâzımsa veririm,
Üç-beş kuruş bir şey mi, canımı gönderirim!..»
Böylece çiçek çiçek oğul meyveye durdu…
Heyhât ki, tam o anda bir rüzgâr tokat vurdu!
Vâh oğul, sürüklenip kapıldı esen yele,
Güzelim ağacından meyve geçmedi ele…
O fırtına, meğerse aklı çelen bir kızdı.
Şimdi gencin her nabzı, ona ait nabızdı…
Kız da bir tuhaftı ki; «Beni istersen», dedi;
Yalancı yaşlar döküp; «Ya annen, ya ben!» dedi…
Silip süpürdü o kız, onca okunan ilmi,
Başladı oğlan için kaderin meçhul filmi…

Kız bir yalazlı ateş, oğul ise bir mumdu,
Oğlun gözünde artık yalnız o kız malûmdu…
O oğul, bir zamanlar parlarken güneş gibi,
Şimdi kara fânusta oldu rûhu leş gibi…
Yıldızdı, zindan oldu, unuttu annesini,
Gökten çamura düştü, kirletti karnesini.
Ana sabretti yine, saçlarını yolmadı,
Böyle hazâna rağmen sevgi gülü solmadı…
Lâkin o dert çölünde artık dîvâne idi,
Haraptı, perişandı, çünkü o anne idi.
Olur mu tesellîsi hiç evlât yâresinin?
Düşündü; hâli nedir bu ciğerpâresinin…
Toprağında yıllarca köksüz mü okutuldu?
Nasıl oldu o çınar bir saksıya tutuldu?
Üzgün ana ne dese kâr etmedi oğluna,
O pembe gül goncası, dönmüştü bir yosuna…
O çilekeş anneye neler çektirdi oğul,
Yetmemiş gibi bir gün, kirli elinde bavul,
Terk etti ocağını, annesiz yaptı düğün,
Gözleri çeşme ana, arayıp durdu her gün.
Dokuz yıl sonra buldu o arsızı nihayet,
Görünmedi gözüne ondaki son ihanet..
Açtı iki kolunu, heyhât, sevinemedi,
Zâlim oğul: «Be kadın, nereden çıktın?» dedi.
Melek gibi anneyi şeytanca kovaladı,
Kalmadı ana için nankör evlâdın tadı.
Gördü ki, akrep olmuş, yılan olmuş çocuğu,
Göz çıkaran bir karga kesilmiş nazlı kuğu…
Yaralı ceylân ana, için için hıçkırdı,
Yıllardır sakladığı ninni sazını kırdı…
Kalp denen sabır taşı çatladı ortasından,
Bin bir acı içinde inledi ana o an:

«A evlâdım, ben sana bir defa vurmamışım,
Çocukluğundan beri seni hiç yormamışım.
Etmişim sana kurban şu kısacık ömrümü,
Karşılığım, ölmeden tatmak mıdır ölümü?
Madem benim sevgimi bu derece kirlettin,
Ne olduğu belirsiz yosmaya tercih ettin,
Ver artık istiyorum benden emdiğin sütü,
Geri ver emeğimi, o emek insanüstü…
Ben bir aslan büyüttüm, karşıma fare çıktın,
Kendine enkaz için anne tahtını yıktın!
Geri ver benim sana öğrettiğim gülüşü,
Geri ver benim sana gösterdiğim her düşü…
Çirkef öpen dudağın, el öpmüyor; yuh sana,
Öpmeyi ben öğrettim, geri ver onu bana!
Geri ver can dilimden aldığın bülbül dili,
Geri ver, gözlerini sildiğim her mendili!
Ver uykusuz kaldığım yılları, nankör varlık,
Hiç sevinci olmayan hüzünleri, al artık!
Şu beyaz saçlarımın karasını ver geri,
Geri ver, şiir gibi şakıdığım sözleri!..
Ver, benden öğrendiğin yürüyüşü ey oğul,
Ver benim olanları, artık anasız boğul!
Nasıl zehir verdin sen, sana şerbet verene?
Nasıl diken batırdın sana kanat gerene?
Can gülümdün, yâr sanıp ağyâr elinde soldun,
Yazık, bir yosma için annene hâin oldun!
Sensizlik acısından daha acı bu elem,
Her çileyi çekerim, bu çileyi çekemem!
Ver artık can evimde büyümüş fidan boyu,
Geri ver güzel adı, ver bana ait soyu!
Ver, ver ana borcunu, bu kadar azap yeter,
Borcun kendinsin oğul, sen kendini geri ver!
Olmaz, ödemem diye düşme sakın cinnete,
Ana borcu bitmeden giremezsin cennete!..»

Bu anne bir anne ki, bizi doğuran kadın,
Bu anne ey yiğidim, iki cihan kanadın…
Bu annede saklıdır bütün değerlerimiz,
Kanımız, tarihimiz, bu anne cevherimiz…
Bu anne, öz kültürdür, îmân ile irfandır,
Bu anne, bir âbide, ahlâk ile vicdandır…
Bu ana, Mimar Sinan, ulu Süleymaniye,
Bu ana, bu memleket; bu ana, yüce gaye…
Bu ana, gök kubbemiz hem elif minâremiz,
Bu ana, gece-gündüz; bu ana, tek çâremiz…
Bu anne, Hayme ana, Fatih büyüten kundak,
Bu anne dalga dalga ay yıldızlı hür bayrak!
Doğusu batısıyla bu anne Anadolu,
Irmaklar onun gözü, ağaçlar onun kolu…
Toprağım, vatanımdır, bu anne milletimdir,
Bu anneden kim mahrum, o öksüzdür, yetimdir,
Ey yiğit, bil ki o kız, düşman denen yabancı,
O kız, tarihten beri Türk milletine sancı.
O kız, senden güneşi alıp batıran çamur,
O kız, senin sofrana mayası bozuk hamur.
O kız, her şeyi çirkin, yalnız maskesi güzel,
O kız, birkaç yalana gerçeği ister bedel…
Sokarsan has bahçeye çöle döndürür o kız,
Sevdâ yıldızlarını bir bir söndürür o kız…
O kız haçlı güzeli, masum yüzlü cadıdır,
Bize bin bir kötülük, o kızın soyadıdır…
O kız, bazen şeytandır, bazen de bir kör nefis,
O kız, gerçek güzeli göstermeyen kara is!..
Oğul, sakın aldanma o kızın yaldızına,
Hayırlı bir evlât ol, ana yâr olsun sana!..
Cennet gibi bir diyâr, ana gibi yâr olmaz,
Ey Seyrî, anasızlar, hiçbir zaman vâr olmaz!..