Vefatının 54. Yıldönümünde AZİZİYE KAHRAMANI NENE HATUN

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Ruslarla yapılan Kırım Harbi sonrasında, yani 1857 yılları civarında; Erzurum’un Çeperli köyünde doğan Nene Hatun, aynı köyden Nalbant İbrahim’le evlendi. Erzurum’un işgale çalışıldığı gece, kucağında üç aylık bebeğiyle, henüz yirmisinde genç bir gelindi.

23 Nisan 1877’de, Ruslar birçok cepheden saldırıya geçtiler. Böylece büyük insan ve toprak kaybına mal olan «93 Harbi» başladı. O sırada Şark Ordusu’nun başında Ahmed Muhtar Paşa bulunuyordu. 15 Ekim’de, Rus kuvvetlerinin büyük takviyelerle taarruza geçmesi üzerine ordumuz, Erzurum’un doğusundaki Aziziye Tabyalarına çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı kuvvetleri; iltihak eden yeni takviyelerle yeniden mevzilenerek, şehri savunmaya hazırlanıyordu.

ELİ SİLÂH TUTAN, İMDADA YETİŞSİN!

Kasım’ın sekizinci gecesiydi. Askerin istihkâmlara yerleştirilmesi ve tabyaların çeşitli ihtiyaçlarının hazırlanıp yerlerine konulması işi henüz tamamlanmamıştı. Sabaha iki saat kadar vardı ki, Topdağı’nın ilerisinde bulunan Aziziye istihkâmlarında kızılca kıyâmet koptu. Erzurum şehri, birbiri ardına patlayan top ve silâh sesleriyle sarsılıyordu. Ruslar; Aziziye Tabyalarından ikisini işgal etmiş, üçüncüsünü ele geçirmeye çalışıyordu. O sırada, camilerden yükselen müezzin sesleri halkı yardıma çağırıyor; Ayaspaşa Camii müezzini Hacı Abdullah Efendi gür sesiyle durmadan aynı çağrıyı haykırıyordu:

“Uyanın ey ümmet-i Muhammed! Düşman Aziziye Tabyalarına girmiş, askerimizi şehid ediyor! Şu anda tabyalarda kanlı bir savaş sürüyor! Allâh’ını seven, eli silâh tutan, asker evlâtların imdadına yetişsin!”

Aynı çağrılar diğer camilerden de duyuluyor, halk yardıma çağırılıyordu.

ANALAR BİZİ BUGÜN İÇİN DOĞURDU

Nene Hatun’la kocası da uyanmıştı. Pasinler’e bağlı köyleri (Çeperli), Ruslar tarafından işgal edilince; henüz üç aylık bir bebek olan minik yavruları Nazım’la birlikte Erzurum’a sığınmışlardı. Muharebenin şehre akseden ilk gürültüleriyle sokağa fırlayan kahraman Erzurum halkının arasına, Nalbant İbrahim’le genç eşi Nene Hatun da katıldı. Kalabalığın arasında onun gibi daha nice kahraman Türk anası vardı.

Ahali, sabah ezanının ilâhî nağmeleri arasında;

“Kardeşler! Elimiz tutar, gözümüz görürken, düşman buraya da mı girecek; anamız bizi hangi gün için doğurdu? Vatan ve millet için çalışılacak gün bugündür!” diyerek, ileri atılıyor; bir grubu Kars Kapı’dan, başka bir grubu Kavak Kapı’dan, âdeta bir insan seli hâlinde tabyalara doğru akıyordu. Her biri elindeki balta ya da satırını havaya kaldırarak, sokaklara dökülüp ne olup bittiğini anlamaya çalışan insanlara sesleniyor; kendilerini takip etmelerini istiyordu. Kalabalığa genç kızlar ve çocuklar da katılmıştı. Aralarında yaşlı ninelerin de bulunduğu bir hayli hanım, çamaşır sepetleriyle ekmek, peynir ve zeytin getiriyor; bir kısmı da su güğümü ve testilerle su taşıyordu.

İki tabur askerle şehirden koşar adım istihkâmlara ilerleyen Kaptan Mehmed Paşa’nın birlikleri yoğun Rus ateşi karşısında olduğu yerde çakılıp kalmış, fakat çok geçmeden Erzurum ahalisi arkalarından yetişivermişti.

AZİZİYE TABYASI KANDA YÜZÜYOR

Korumasız ve şuursuz bir şekilde düzlüğe yayılan gönüllüler; tüfeğe karşı kılıçla, bombaya karşı balta ve satırla hücum ediyor; düşmanın cehennemî ateşi altında sendelemeden, düşene bakmadan tabyalara doğru koşuyordu. Sonunda kadınlı erkekli ahali; düşen yüzlerce şehid ve yaralıya aldırmadan, tabyanın duvarlarına ulaşmayı başardı.

Bir kısım gönüllü; düşmanın tabyaya girmek için kullandığı merdivenleri bulmuş, yeniden taş duvarlara dayamıştı. Merdivenleri hızla çıkıyor, mazgalların arkasındaki Rus askerlerine ateş yağdırıyordu. Başka bir grup ise, tabyanın demir kapısını omuz darbeleriyle devirivermişti. İçeri ilk dalanlar, düşmanın açtığı yoğun ateşle bir anda ölü bedenler hâline geldiler. Fakat şehidlerin üzerine basarak tabyaya dolmaya başlayan gönüllüler, neye uğradıklarını şaşıran Rus askerlerinin boğazlarına sarılmıştı bile!

Süngüleri takılı Rus askerleri; çıldırmış gibi üzerlerine atılan kadınlı-erkekli ahaliden kendilerini korumaya çalışıyor, ama başaramıyordu. Gönüllüler; ellerindeki balta, nacak, taş ve satırları korkunç bir nefretle indirdikçe, ortalığa parçalanmış bedenler yayılıyor, kışla âdeta kan içinde yüzüyordu.

Aziziye Tabyasının taş koridorlarıyla, koğuşları cesetle dolmuştu. Tabyadan canını kurtarabilen düşman, doğu duvarının yanından Vank Deresi istikametine doğru kaçmaya çalışıyor, oradan da birbirlerini çiğneyerek Deveboynu’na ulaşmaya gayret ediyordu. Düşmanın bu ric’ati esnasında süvarimiz olmadığından; kaçanların bir kısmı kurşunla, yetişilenler ise süngüyle haklanıyordu.

İki saattir, satırlı eli yüzlerce defa kalkıp inen Nene Hatun; kanlar içindeki elini her kaldırıp indirdiğinde ya bir baş yarılıyor, ya bir göğüs parçalanıyordu. Sonunda Ruslar, girdikleri tabyalardan dışarı atıldılar. Gazi Ahmed Muhtar Paşa; dürbününü gözlerine dayamış, ayyûka çıkan top ve tüfek sesleri arasında, panik hâlinde kaçan düşmanı ve onları takip eden askerlerle Erzurum kahramanlarını gözyaşları içinde izliyordu.

DÜŞMAN ŞEHRE GİRERSE, KENDİNİZİ BOĞUN!

Olayın safâhatını bir de Nene Hatun’un kendinden dinleyelim:

“Gece muharebe gürültüleriyle uyandık. Kocam baltasını kaptığı gibi dışarı fırladı. Biraz sonra dönerek:

«Nene, Rus; tabyalara girmiş. Sen çocuğa bak, arkamdan gelme! Biz Rus’u durdururuz. Eğer düşman şehre girerse, kendinizi boğun!» dedi ve gitti. Biz, Rus’un istîlâsına tahammül edemediğimizden, daha on beş gün evvel, Pasinler’in Çeperli köyünden, küçük yavrumuzla birlikte, Erzurum’a sığınmıştık. Bütün memleketin boşaldığı, herkesin Rus’u karşılamaya, vatanı kurtarmaya gittiği gün ben nasıl evde kalabilirdim? Yavrumu Allâh’a emanet ederek, evde bulunan satırı aldım ve sel gibi akan kalabalığa karışarak, tabyalara doğru koşmaya başladım.

Mecidiye Tabyalarını aşıp düzlüğe indiğimiz zaman; düşmanın kulaklarımızı sağır eden tüfek ateşleri altında, yaralanana, ölene bakmadan ileri atıldık. Bazen satırla, bazen taşla vuruyor; önümüze çıkan her Rus’u devirerek, tabyalara doğru ilerliyorduk. Asker kardeşlerimiz bir taraftan, biz bir taraftan tabyalara giriverdik!”

TÜRKLER, KAHRAMAN YARATILMIŞ!

Nene Hatun ve ailesi, savaştan sonra Çeperli’ye dönmeyip, Erzurum’a yerleşmişti. 1952 yılına gelindiğinde, 3. Ordu ve valiliğin teşebbüsleri sonucu; Aziziye Tabyasının kuzey tarafına, «Aziziye Tabyası Âbidesi» dikildi. Âbidenin sağ tarafındaki dört temsilî mezarın üstüne sırayla; «askerler, gençler, kızlar ve ihtiyarlar» diye yazıldı. Nene Hatun o günlerde, 93 Harbi’nin yaşayan son kişilerinden biri olarak yeniden hatırlandı.

1954 yılında ise, 3. Ordu Kumandanı Nurettin BARANSEL, Nene Hatun’u evinde ziyaret ederek, elini öptü ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinin nenesi olduğunu kendisine ifade etti. 1955 yılında ise «Yılın Annesi» seçildi.

Kore Zaferi’nden sonra Erzurum’a gelen NATO Başkumandanı General Ridgway, Nene Hatun’u ziyaret ederek elini öperken, şu ibretli açıklamayı yaptı:

“Birçok millet, kahramanlarını sadece kahramanlık sanatı olan ordularının içinde arar ve ancak böylece bulur. Türklerde ise hakikî kahramanlar, akla gelmeyen mütevâzı köşelerin iddiasız sâkinleridir. Kahraman olmaya ihtiyaçları da yoktur, çünkü kahraman olarak yaratılmışlardır. Nene Hatun’un elini bu duygularla öpüyor, onu tanımış olmakla iftihar ediyorum!”

***

Nene Hatun, 22 Mayıs 1955 günü, zatürree teşhisiyle tedavi gördüğü Erzurum Numune Hastanesi’nde vefat ettiğinde yaşı yüze yaklaşıyordu. Cenazesi Lalapaşa Camii’nde kılınan namazdan sonra askerî merasimle «Aziziye Şehitliği»ne defnedildi. Nur içinde yatsın!