SU VE SUYUN AKILLISI

Hadi ÖNAL hadional@mynet.com

Hiç düşündünüz mü su ile insan arasındaki temel ilgiyi. İnsan Sûresi’nin 2. âyetinde ne buyuruyor Yüce Yaratan:

“Şüphesiz ki biz insanı karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu imtihan etmek için de işitme ve görme duyguları ile donanmış bir varlık kıldık.”

Su ve insan…

Biri cansız dediğimiz; ancak varlık âleminin olmazsa olmazı, diğeri canlılar âleminin eşref-i mahlûkatı. Temelde bir ve aynı olan bu iki varlık ne de çok benzerliklerle: “Ben senim, senin için varım; sen de bensin, bendensin.” der gibidir kalp gözü ile bakanlara.

Su; varlığı ile canlıya can, cana rahmet, toprağa bereket, temizliği ve temizleme gücü ile saffet; dalgasıyla, seliyle, çığıyla felâket; çığlığıyla âfet olan varlık.

Su; yalnız insanın değil, bütün canlıların vücutlarında onların hayatlarını idâme ettiren en büyük nimet.

Su; damara kan, göze yaş, şaire ilham, şiire konu, bunalan gönüllere şifâ, kavrulan bedenlere ferahlık veren hayatın vazgeçilmezi.

Su; yerde umman, gökte bulut, yeraltında kaynak, çeşmede âb-ı hayat olan kıymet.

Su; solunum için gerekli olan oksijenin vücuda alınmasını sağlayan mükemmel bir çözücü, özel etkileşimi sayesinde moleküllerinin birbirlerine ve çevrelerinde bulunan diğer maddelere tutunma özelliğine sahip eşsiz bir madde, aynı zamanda güçlü bir iletken.

Su; güneş ışınlarının içerisinde rahatça hareket etmesini sağlayan, böylece bağrında barındırdığı milyonlarca canlıya yaşama hakkı tanıyan kudret.

*Biri yanıcı diğeri yakıcı hidrojen ve oksijen gazlarının birleşiminden oluşan kokusuz, renksiz ve saydam sıvı olarak tanımladığımız bu varlığın en büyük özelliklerinden biri söndürücü olmasıdır. Yakan ve yanan iki gazdan bir sıvı ve de en büyük özellik söndürücülük; bir büyük hikmet…

Yerine şartlarına ve zamanına göre bulut, yağmur, kar, buz, çiy ve elbet su olan; yeryüzünde, yeraltında, gökte varlığını sürdüren ulviyet…

Bulunduğu yerin özelliklerine fazlaca dokunmadan vadileri dolduran, birikerek göl olan, deniz olan, umman olan ve bir bardakta can olan dudaklara; ama bir zerresi dahî yok olmayan, yok edilemeyen; kâinat durdukça da var olacak olan en büyük servet.

Yerine ve şartlarına göre bir asâ ile ikiye ayrılan ve ilâhlık iddiasındaki zulmü ve uygulayıcısını ve uygulayanları boğup yok eden şiddet.

Ve insan…

Yaratılmışların en mükemmeli…

Zerreden küreye her şeyin birbiri ile irtibatlı ve âhenk üzere dengelendiğini görebilme kalbi ile tasdik, dili ile ikrar edebilme özellikleri ile bezeli «Mü’min Sûresi»ne tâbî varlık.

Omurgası ile dik duran; gelişmiş beyni ile soyut düşünebilen; kendisini ve çevresini gözlemleyebilme ve anlamlandırabilme fonksiyonlarına sahip; aklı ve bilgisi ile yer kabuğunun, altına, üstüne; uzanabildiği ölçüde uzayın derinliklerine mührünü vurabilen şahsiyet.

Dilini kullanma, âlet kullanma, üretme özellikleri ile çevresini değiştirebilen, güzelleştirebilen ve iyileştirebilen ve bunların tam aksini de yapabilecek özelliklerle donanımlı muhteşem sistemin sahibi…

Zaman şuuruna sahip, iradesi ve azmi ile olayları ve durumları kendi lehine değiştirebilen; geçmişi, icadı olan yazı ve sanatla geleceğe taşıyan; yarım saat içerisinde bir milyon sayfa bilgiyi kopyalama yeteneği ile mûcizevî bir yapıya sahip gücün temsilcisi…

Bir damla suyun ürünü; ancak îmânı, inancı, hissiyatı, sevgisi, sevdası, sabrı, fedakârlığı, cesareti, aklı, mantığı, kalbi, iyiliği, hoşgörüsü ve yardımseverliği ile yaratılmışların en şereflisi; kini, garezi, hırsı, kötülüğü, çirkinliği ve çirkefliği ile «esfel-i sâfilîn: Yaratılmışlar içerisinde aşağılıktan da aşağı» olabilen varlık.

Su dedik ve onun karışık bir damlasından yaratılan insan dedik…

Biri cansız; bildiğimiz, içtiğimiz, kullandığımız, varlığı yok olmayan, yok edilemeyen kudret; rahmet özelliği ile canlılar âleminin olmazsa olmazı.

Diğeri suyun işitme ve görme duyguları ile mücehhez kılınmış şekli…

Bir bakıma suyun canlısı…

Suyun, akılla, firâsetle, sezgiyle, duyguyla bezenmiş sûreti.

Suyun imtihana tâbî tutulmak üzere görme ve duyma özellikleri ile donanmış hâli,

Kısaca insan.

Sonra dönüp yaşadığımız zaman dilimine bakıyoruz. Yaratan’ın görme ve duyma duyguları ile donattığı suyun akıllısı, yeryüzü yuvarlağını acıların yumağına çevirmiş. O, yaratılışının temelindeki suyun azizliğini terk etmiş, O’nun sonsuz nimetini doymak bilmeyen hırsının kurbanı ederken bereketini de emrine verilenleri yok etmek amacının aracı olarak kullanmaya başlamış. Bahşedilen güzelliklere güzellikler katması gerekirken o; tam aksine zulmü, bencilliği, acımasızlığı ve yıkıcılılığı kendisine yegâne yol olarak seçmiş.

Oysa güzelliklere pınar olma özelliği taşıyan bu bir damla karışık sudan yaratılan insana iyiye yönelsin, faydalıya koşsun, doğruyu bulsun, yaratılış gayesine uygun kulluk etsin, her türlü şirkten ve sapıklıktan uzaklaşsın diye peygamberler gönderilmiş. Ona gerçeği apaçık bildiren kitaplar indirilmiş. Ve uyarılmış defalarca…

Uyarı görevi yapan peygamberlerden biri de Hazret-i Nuh olmuş. Nûh’un kavmi, onun bütün ikaz ve uyarılarına karşı şirk ve sapıklıkta sınır tanımayınca da -bu duyan ve gören damlalar- ibret olsun diye onların külliyeleri ile helâk edilmiş. Yine ilâhlık sevdası ile zulmün doruklarında dolaşan Firavun ve ordusu geldiği küllün içerisine çekilerek yok edilmiş.

İnsan hâlâ bu ibret tablolarından aklı ile pay çıkaramıyorsa vay hâline!

Bencilliğin, acımasızlığın kol gezdiği, hırsın ve doyumsuzluğun en büyük nimet olan beyni çepeçevre kuşattığı, sevgiye ve güzele ulaşmanın engellendiği, kalbin çoraklaştırıldığı günümüz dünyasında korkarım ki yine en büyük darbeyi imtihan edilmek üzere yaratılan işitme ve görme duyguları ile donatılan suyun akıllısı yiyecek.