SÖZLE DİRENMEK

Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

Genç kardeşlerimizin kurduğu Aileyi Koruma Derneği (AKODER), medyanın aileye tesiri konusunda çalışmalar yapıyor. Öğrenciliğimden beri bu konularla ilgilendiğim için onların yanında olmayı, heyecanlarına ortak olmayı, danışmanlıklarını yapmayı bir görev telâkki ediyorum. Gönüllü kuruluşlara yaptıklarımızı, yapacaklarımızı anlatmak için bir toplantıya katıldık. Konunun önemini onlara anlatırsak, beraberce daha başarılı olacağımıza inanıyorduk. Türk halkı; açları doyurmak, kimsesizlere yardım etmek gibi konularda kurdukları sivil toplum kuruluşlarında başarılı oluyor. Ruhların doyurulması konusunda yapılan çalışmalarda mesafeleri katetmek pek kolay olmuyor, olamıyor. Yol haritamızın içinde reklâm verenlere ulaşmak, önce onları düşündürmek var.

Yıllar önce lise öğrencilerine dönem ödevi olarak gazeteleri vermiştim. En başarılı öğrencilerle gruplar kurduk. Her grup bir ay süreyle aldığı gazeteyi inceledi. Sonra yazı işleri müdürleriyle röportaj yaptılar. Kompozisyon derslerinde röportajları dinledik. Yazı işleri müdürlerini bir hayli terletmişlerdi. O zamanlar gazeteler bu kadar bozulmamıştı. Bizi rahatsız eden resimlerin birinci sahifede verildiği bir Tan gazetesi vardı. Müdürün verdiği cevap:

“Biz satıcıyız, siz pazara gidince çürük elma alır mısınız? Biz satışa başladık, tutmazsa yönümüzü değiştiririz.”

Daha sonraki yıllarda o gazete yaşamasa da, ona benzer gazetelerin sayısı çoğaldı. Tepkilerimiz oralara ulaşamadı. Sonra televizyonlar devreye girdi.

Yıllarca bu konuları konuştum ve yazdım. Hâlâ devam ediyorum. Her seferinde okuyuculara, dinleyicilere;

“Ne olur; duygularınızı, düşüncelerinizi ilgili yerlere iletin.” diyorum. Belki röportaj sonuçlarını merak etmişsinizdir. Çok ciddî bir sol gazete yazı işleri müdürüne;

“Siz halkçıyız diyorsunuz, halkın dilinde konuşmuyorsunuz. Gençlerle ilgili bir sahifeniz yok.” demişler, tenkitler devam etmiş. Aradan birkaç ay geçtiğinde gazete, gençlik eki vermeye başladı.

Sonuç; gazetelerin, televizyonların sahibi, patronlar değil, biziz. Meselâ; elma, maydanoz alırken gösterdiğimiz titizliği her alanda gösterelim. 1992 yılında kitap fuarında yaptığım bir konuşma sonunda bir öğrenci;

“Kitabınız hangi stantta? Alıp imzalatmak istiyorum.” demişti. Yazılarımın gazete ve dergilerde olduğunu söyleyince, sitemle bakmıştı. O bakışların etkisiyle yazılarımın bir kısmını topladım ve acele basıldı. Ahmet KABAKLI Hoca bir ön söz yazdı ve; “İsmi; «Sözle Direnmek» olsun.” dedi.

Benim yazdığım giriş bölümünde, gençlere «Sözle Direnmek» diyoruz; İslâmiyet’in rûhunu anlamadan; Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmadan; hangi dâvâya nasıl sahip çıkarız, o zaman biz de sözde aydınların içinde olmaz mıyız? Korkusuzca başlayalım; «Haksızlığa, kalitesizliğe, menfaat şebekelerine» taviz vermeden; «HAYIR!» diyelim. Mücadelemizde kendimizi yalnız hissetmeyelim, en ummadığımız zamanda; «BİZ DE VARIZ!» diyenler olacaktır, demiştim. O yıldan bu yana geçen zaman içinde yazılarım hâlâ dergi sahifelerinde.

1990’lı yıllarda yazdığım, reklâmlarla ilgili bir yazımı gittiğim yerlerde okuyorum. Siz okuyucularımla paylaşmak istedim. Reklâmda; sözler, hareketler, giyim tarzı, sesin tonu… her şey önemlidir. Ne dersiniz, reklâmlarla mesaj verme kampanyasını başlatalım mı?

BU BİR İSYAN ÇIĞLIĞIDIR

Çikolata, şekerleme, gofret imal eden amcalar!

Renkli reklâmlarınızı, sizleri yıllarca dinledik, seyrettik. Ne olur, bir günlük susun ve bizleri dinleyin. Sizler ninelerinizin dizi önünde masal dinleyerek uykuya daldınız. Ağaçlı yollarda koştunuz, bahçelerdeki salıncaklarda sallandınız. Tertemiz havayı teneffüs ederken, ekmeklerinizin üzerine sürülen tereyağı ile balı yediniz. Gürültüden uzak evlerinizde, geceleri çıtır çıtır yanan sobalarda kestane patlattınız. Siz okula koşarken; annelerinizin cebinize koyduğu fındık, badem ve cevizi yediniz. Büyükleriniz; «GÖZ HAKKI» diyerek bir dilim ekmeği bile sokakta yemenize müsaade etmedi. Kardeşlerinizle, arkadaşlarınızla yemişlerinizi paylaşarak yemeniz gerektiği öğretildi.

Bütün bunları biz, sizlerden dinledik. Sonra sizler büyüdünüz. Doktor, işadamı, fabrikatör, öğretmen, televizyon yapımcısı, reklâmcı ve her şeyden önce anne-baba oldunuz. Bir kısmınız; «Çocuklar için…» diyerek fabrikalar kurup her gün başka renkte ve şekilde gofretler, şekerlemeler, çikolatalar yaptınız. Bütün bu güzel yiyecekleri; renkli, canlı, bizleri çileden çıkarırcasına ve büyük masraflar yaparak ele geçirdiğiniz o sihirli kutu yardımıyla evlerimize getirdiniz. Daha doğrusu büyüklerimizin izni olmadan evlerimize bir hırsız gibi girdiniz. O günden sonra ailelerimizin düzeni bozuldu. Dün yeni çıktığını müjdelediğiniz bir şekerlemeyi alamadığı için artık babamız eve neşeli gelmiyordu. Canım annem gülmesini bile unuttu. Renkli camdaki çocukların elinde; birbirinden güzel şekerlemeler, gofretler vardı ve hepsi neşeyle koşuyor, oynuyordu. Onların sevinci, ailelerimizin mutluluğunu alıp götürmüştü. Biz çocuklar bu pahalı yiyecekleri paylaşmayı unutmuştuk. Paylaşmaya kalksak o minicik paketlerden kime ne düşerdi?

Pırıl pırıl bonbonlar… Annemin gözyaşları gibi. Annem ağlamasa diyorum, o zaman ben de ağlayacağım. Gözlerimi kapasam, bakmasam, bütün bunları görmesem. Televizyonu kapasam. Biliyorum hiçbiri çare değil. Üst kattaki Ayşelerin televizyonu açık. Onun sesi de bize ulaşıyor.

Reklâmcı amca, fabrikatör amca, televizyoncu amca; bir dakikalık ister misiniz, yerimizi değiştirelim? O sihirli kutu benim elimde olsun. Düşünün; siz dürüst bir memursunuz, işçisiniz velhâsıl dar gelirli bir vatandaşsınız. Evde televizyon seyrediyorsunuz. Yanınızda da iki küçük çocuğunuz var. O gece, ertesi gece aynı neşeyle çikolata yiyen o sevimli çocuklara bakabilir misiniz? Ertesi gün eliniz boş dönünce üç yaşındaki kızınız; «Babacığım!» diyerek size sarılır mı? Günler günleri kovalasın. Siz bir babasınız, annesiniz, onların gözyaşlarını dindirmek için çareler arayacaksınız. Ve o zaman -Allah korusun ama- aklınızdan kötü şeyler geçecektir. Dayanmaya çalışın bile demeye dilimiz varmıyor. Çareyi her şeyi bilen öğretmenimize soralım. O, hakem olsun ve bu işe bir çözüm bulsun. Bu çözüme; «Hayır!» demeyin ne olur!

“Ben bir öğretmenim. Hepinizi ben yetiştirdim. Bugüne kadar sizlerden hiçbir şey istemedim. Bir kere olsun fabrikanızı, kârınızı, şöhretinizi bir tarafa bırakın. Sade bir vatandaş olduğunuzu düşünün; olaya tarafsız bir gözle yaklaşmaya çalışın.

Bütün bu reklâmlarla satışınız daha fazla olurken, çocuklara yaptığınız kötülüğün farkında mısınız? Gün geçtikçe çocuklarda alerji türünden hastalıklar fazlalaşıyor. Ayrıca bazı şekerlemelere konan boya maddesinin zararı da hepimizce bilinmekte. Bunları yiyen çocuğun çürüyen dişlerinin hesabını kim verecek? Fazla yenildiği zaman iştahları da kapanıyor. Zaten iyi gıda alamayan çocuk, yemek yerine bunları yiyince düşünün ne hâle gelecek?

Cevizin, kestanenin, bademin bu kadar pahalı olduğu bir devirde iyi bir beslenmeden söz etmek zaten mümkün değil. Ayrıca ailelerin bütçesi bunları almaya imkân da vermiyor. Her geçen gün, evlerde problemler artıyor. Başka ülkeleri örnek almayalım. Onların gelir dağılımı bize göre farklıdır.

Ben sağlık veya eğitim bakanı değilim, bu onların problemi, demeyiniz. Çocuklar hepimizin. Ülkemizin çocukları. Yarınların teminatı, diyoruz. Sizlerin de geleceği onlara bağlı. Yarının Türkiye’sinde sizin de çocuklarınız yaşayacak. Allâh’a inanıyorsanız, satışınızın azalacağını düşünmeyiniz. Dün televizyon reklâmı yoktu ama bizler çikolata da şekerleme de yiyorduk. Ayrıca reklâmlara değişik bir şekil vermek de mümkün. Olaya İslâmî ve insânî açıdan bakarsak zaten reklâmların şeklinin değişmesi gerektiğine siz de karar vereceksiniz.

Konulu bir çizgi film yapılır, sonunda ağızlarını şapırdatan çocuklar olmadan firmanın ismi yazılır. Türk büyüklerinin hayatları, yazarlarımız, şairlerimiz, sanatkârlarımız reklâm filmlerinin konusu olur. Veya seçilmiş eserlerden kısa bölümler alınır, sonunda şekerleme veya çikolatanın ismi verilir. Çikolata ve şeker yiyen çocuklar verilirken, fazla yemenin zararları anlatılır, dişlerin fırçalanması hatırlatılır. O reklâmlarla beraber çocukların çabuk büyümesi için gerekli vitaminlerden de söz edilirken meyve ve sebzenin faydaları anlatılır. Çok değişik çareler bulunabilir. Yeter ki onların sevinci bizim sevincimiz; üzüntüleri de bizim üzüntümüz, diyebilelim.