Ten Kafesinde Beslenen DÖRT KUŞ

Yard. Doç. Dr. Emin IŞIK

“Hani, İbrahim; «Ey Rabbim, ölüyü nasıl diriltirsin, bana göster.» demişti.

Rabbi de; «İnanmıyor musun?» buyurdu.

İbrahim; «Elbette inanıyorum, ama kalbim mutmain olsun.» dedi.

Allah buyurdu ki: «Öyleyse dört kuş tut, onları alıştır, (kes, etlerini hamur yap), sonra her tepeye ondan bir parça koy, sonra da onları çağır, sana koşarak gelecekler. Bil ki, Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.»” (el-Bakara, 260)

Hazret-i Mevlânâ; Kur’ân’da zikredilen bu dört kuşun, birer çirkin huy olarak içimizde yaşadığını söyler. Ona göre; insanın rûhen gelişmesi ve olgunlaşması için, bunlardan kurtulması gerekir. Rûhun kurtuluşu; çirkin huylu dört kuşun, itaat altına alınmasına bağlıdır.

Önce onların başlarını kesecek, etlerini ezeceksin. Sonra da yeni baştan dirilteceksin ki, itaat altına alabilesin.

Dört kuş; sembolik anlamda, dört çirkin huyu temsil eder: Horoz şehvet; kaz hırs; karga tûl-i emel; tâvus da «hubb-i câh» denilen, makam, mevki ve şöhret düşkünlüğüdür.

Horoz; şehvetin ve çok eşliliğin sembolüdür. Çünkü tek başına bir sürü tavuğa kocalık eder. Çoğu zaman diklenir, böbürlenir ve üstünlük taslar. «Horozlanmak» deyimi bu karakterde olanlar için kullanılır.

«Kart horoz» veya; «Horoz ölür, gözü çöplükte kalır.» gibi deyimler; yaşlandığı hâlde, gözü hâlâ hovardalıkta olanlar için söylenir.

Hazret-i Mevlânâ; «Yiğit, öfkesine ve şehvetine hâkim olandır.» der.

Kur’ân’da en çirkin sesin, merkep sesi olduğu beyan edilir. (Lokmân, 19) Mevlânâ bu beyanın; bizâtihî sesin çirkinliği yüzünden değil, niyetin çirkinliği yüzünden olduğunu söyler. Çünkü eşek durup dururken anırmaz. Ya dişisini görünce ya da aç-susuz kalınca anırır.

Her iki hâlin ikisi de şehvettir. Bir işte maksat neyse, hüküm de ona göre verilir. Zira;

“Ameller niyetlere göredir.” (Hadîs-i şerif)

Mevlânâ; “Kadına bakmayışından dolayı, köre sevap yoktur.” der. Sevap, Yûsuf gibi sıhhati ve şehveti yerinde olanlar içindir. Çünkü düşman yoksa savaş da olmaz. Şehvet yoksa neye hâkim olacaksın?

Bir şeye meylin ve isteğin yok iken, onu yapmamak sabır değildir. Aklını başına al da kendini hadım etmeye kalkma. Çünkü iffetli olmak ve temiz kalmak, ancak şehvet varken söz konusudur. İnsanda hevâ ve heves olmasaydı, onlardan sakınmak da emredilmezdi. Hiç ölülere karşı savaşıp, gazi olunur mu? (Mesnevî c. V/575-578)

Kaz; hırsın ve doymak bilmez açgözlülüğün sembolüdür.

Hırs coşunca; akıl ve mantık susar, sağduyu ve itidal kaybolur. Gözü hırs bürüyünce, göz görmez olur.

Hazret-i Mevlânâ diyor ki:

“Himmet ehlinin öyle can sırları vardır ki, onları altın ve pırlanta gibi saklarlar; aşağılık insanlardan gizlerler. Altın, ahmakların yanında can gibi değerlidir. Oysa sultanlar, altını canın ayakları altına saçarlar.

Hırs, boş yere seraba koşar. Akıl ona; «Dikkatle bak, o gördüğün su değil!» der. Hırs dinlemez, akla üstün gelir. Çünkü altın, hırs ehline can olmuştur, aklın feryâdını duymaz. İnsan, hırs tuzağının ipine takılıp, yere düşünce ve burnu kırılınca, ancak o zaman kendisine el uzatan «nefs-i levvâme»nin sesini işitmeye başlar. Başı duvara çarpmadıkça, kulağı vicdanından gelen nasihatin sesini duymaz.” (Mesnevî, c. V/2055-2065)

Velhâsıl hırs, gözü kör, kulağı sağır, aklı da felç eder.

Karga; «Tûl-i emel» denilen sonu gelmez isteklerin ve boş hayallerin sembolüdür.

Karga uzun ömürlü bir kuştur. Yüz elli sene yaşadığı söylenir. Rengi kara, sesi çirkin, leş ve pislik yiyen, eti yenilmeyen, etrafa zarar veren sevimsiz bir kuştur.

Kargadan daha az ömre sahip olan insan, sanki bin yıl yaşayacakmış gibi emellere kapılır, hayaller kurar. Bu yüzden de bugün yapması gereken işleri yarınlara erteler. Ne kadar yaşayacağını, gelecek günlerin neler getireceğini bilmediği hâlde, yarınlara bel bağlar. Oysa yarınlar; ihtiyarlık, hastalık ve aciz günleridir.

İhmal ve tembellikle boşa harcanmış ve kötü yaşanmış bir ömrün faturasını, ihtiyarlık en ağır şekilde öder.

“Besle kargayı, oysun gözünü” derler. Aynen öyledir. Yıllarca ten kafesinde beslediğin «Tûl-i emel» kargası, gün gelir, aklın gözünü oyar, çıkarır, rûhu da kötürüm eder. Zira rûhun ayağı akıldır.

Şair, tûl-i emel yüzünden düştüğü acıklı hâli şöyle dile getirir:

Emeller aldatıp avutmuş beni,
Karanlık geceler uyutmuş beni.

O hâlde insan, ne diye boş hayallere kapılır da kendini avutur durur?

Tâvus kuşu; «Hubb-i câh» da denilen makam ve mevki tutkusunun; şöhrete, süse ve geçici güzelliklere düşkünlüğün sembolüdür.

Tâvus, sülüngiller familyasından; tiz sesli, güzel tüylü, hindi büyüklüğünde bir kuştur. Özellikle erkeği; kuyruğunu bir yelpaze gibi açınca, gökkuşağını andıran bir renk armonisi meydana gelir. Kuşlar arasında süslü tüyleri ile ünlü olan bu kuş, bu hâliyle; «Var mı benim gibisi?» demek ister. Bundan dolayı; güzellik, servet, şöhret, mevki ve makam yüzünden şımaran ve üstünlük taslayan, hâsılı n’oldum delisi olan herkese örnek teşkil eder.

Oysa onun teni de, ünü de, süsü de gelip geçicidir.

Hazret-i Mevlânâ, Hüsameddin Çelebi’ye sesleniyor ve diyor ki:

Ey güneş idrakli can, sen vaktin Halîl’isin.
Aklın yolunu kesen o dört kuşu kes, gitsin!

O kuşların her biri, birer karga gibidir,
Aklın gözünü oyar, rûhu yoldan çevirir.

Nefse âit dört huydur, Halîl’in o kuşları,
Onları keser kesmez, ruh aşar yokuşları.

Ey Halîl, onları kes, rûhun yolu açılsın,
Kes ki, aklın ve rûhun ayak bağı çözülsün.

Bil ki, sen bir bütünsün, sıfatlar parçan senin,
Aklın bağını çöz ki, rûhun Arş’a yükselsin.

Âlem senin sâyende donanmış bir rûh olur,
Bir atlının yüzünden yüz ordu destek bulur.

Ten kafesi dört kuşa sıcak yuva olmuştur,
Çirkin huyların adı, o dört fitneci kuştur.

Can ebedî dirilik, dirlik bulsun istersen,
Bu uğursuz kuşların başlarını kes hemen!

Sonra başka sûretle dirilt ki yeni baştan,
Artık kimseye zarar gelmesin o dört kuştan.

Nûr âlemine giden yolları kesen dört kuş,
Halkın gönlünde birer vatan tutmuş, taht kurmuş.

Ey Hakk’ın halîfesi, sensin devrin önderi,
Gönüller sultanısın, sensin işin rehberi.

Kes başını dört kuşun, kes ki, tek tek gebersin,
Şu fânî dünya halkı, ebedîliğe ersin.

Horoz, kaz, karga, tâvus her biri birer çıyan,
Bu pis huylu kuşlardır, halkı baştan çıkaran.

Horoz şehvet, kaz hırstır, makam tâvusa benzer,
Karga tûl-i emeldir, ebedî olmak ister.

Yakîn ehli olmayan herkese şeytan der ki:
Verme fakir düşersin, giderse elindeki.

Îman ehli sabırlı, gözü tok, gönlü ganî,
Elindeki nimetten esirgemez ihsanı.

Allah’tan korkanlara, Allah kapılar açar,
Sayısız nimet verir, tükenmez rahmet saçar.

O’na güvenmeyip de kime güveneceksin?
«Ben yeterim!» diyene daha ne diyeceksin?!.

(Mesnevî c. V/30-57)