SAFİYYE HALA

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

İslâm güneşi doğmuş, karanlıktan aydınlığa geçiş süreci başlamıştı. Bu süreç içinde İslâm nûruna sırtını dönerek karanlıklar içinde kalıp karardıkça kararanlar olduğu gibi, İslâm nûru ile nurlananlar da vardı. Bunlardan biri de Safiyye bint-i Abdülmuttalib idi.

Hazret-i Safiyye -radıyallâhu anhâ- Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in öz halalarından biriydi. Diğer halalar henüz şaşkınlık içinde bocalarlarken, Safiyye Hala câhiliyye dikenliğinden İslâm gülistanına geçiş yapmıştı…

Safiyye Hala’nın annesi Hâle bint-i Vehb, Peygamberimiz’in teyzesi olup Anneler Annesi Âmine Anne’nin kız kardeşiydi.

Safiyye Hala, câhiliyye devrinde Hâris bin Harb ile evlenmişti. Ondan bir oğlu dünyaya gelmiş, ama kocası kısa bir süre sonra ölmüştü.

Safiyye Hala, daha sonra Hanımlar ve Anneler Sultanı Hazret-i Hatîce Annemiz’in kardeşi Avvâm bin Huveylid ile evlenmişti. Bu evlilikten de Zübeyr, Sâib ve Abdülkâbe adlı üç oğlu dünyaya gelmişti. Avvâm da, İslâm gelmeden önce ölmüştü. Böylece önceki kocasından bir, ikinci kocasından da üç çocuk olmak üzere dört çocuk annesi bir hanım olarak hayatını sürdüren Safiyye Hala ile tanışıklığımız bu hâli ile başlar…

Çocuklarının iyi bir şekilde yetişmeleri için elinden geleni yapmaya çalışan Safiyye Hala, her birine büyük bir îtinâ gösteriyordu. Çocukları arasında her bakımdan öne çıkan ve gelecekte büyük bir şahsiyet olacağı daha şimdiden görülen Zübeyr, çok zeki ve çok da akıllı olmanın yanında, cesur ve atılgan davranışları ile kendini göstermişti.

Zübeyr’in bu özelliklerini gören Safiyye Hala, diğer çocuklarını ihmal etmeden, onun çok iyi yetişmesi için çok özel bir gayret gösterdi.

Küçük yaşta yetim kalmış olan çocuklarını birer sevgi çiçeği gibi yetiştirmeye çalışırken, Zübeyr de sevgili annesinin özel ilgi ve ihtimamı ile yetişerek, çok yönlü, üstün karakterli, yiğit mi yiğit bir sahâbî olarak adını tarihe altın harflerle yazdıracaktı…

Dikkatli, tertipli, plânlı ve disiplinli biri olmanın yanında, çocukların ve gençlerin eğitimi konusunda da örnek bir şahsiyet olan Safiyye Hala, bütün çocuklarını çok sever, onlar tarafından da sevilir ve sayılırdı.

Özellikle de Zübeyr’e çok düşkündü. Onu bir başka sever ve onun tarafından da bir başka sevilirdi. Bu eşsiz sevgi ve ilgi Zübeyr için özel okul konumunda oldu. Özel okulda özel bir ilgiyle çok özellikli, yiğit bir genç olarak yetişti.

Güzel, uygun ve yerinde davranışları destekleyip gelişmesine ortam hazırlamaya çalışan Safiyye Hala; çirkin, uygunsuz ve kötü davranışlara ise asla müsâmaha etmezdi. Hemen tepki gösterir, o davranış neyi gerektiriyorsa onu mutlaka yapardı.

Diğer yandan da Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i çok seviyordu. Can Efendimiz’i küçük yaşından beri bir anne şefkatiyle bağrına basmış, O’na annesizliğini hissettirmemek için elinden geleni yapmaya çalışmış, fedâkâr ve cefâkâr bir hanımdı.

Varlık Nûru üzerine titreyen Safiyye Hala, sevgilerin en yücesiyle sevdiği gibi, gözü gibi sakınarak sürekli O’nun takipçisi oluyordu. Öyle ki, yemesine-içmesine, yatmasına-kalkmasına, konuşmasına-susmasına varıncaya kadar her şeyini inceden inceye takip ediyor, O’nun o eşsiz güzellikleri ile güzelleşerek, günbegün güzellikten güzellik devşiriyordu…

Safiyye Hala için Sevgililer Sevgilisi ile beraberlik, her şeyin üzerinde bir güzellikti. İşte bu beraberlik bir başka birlikteliğe kapı açacak, O’nunla beraber olmanın ölümsüzlüğe yükselteceği bir hayat bahşedecekti ona.

Günler bu akış içinde sürüp giderken Allah Teâlâ -celle celâlühû- Hazretleri, herkesin çok iyi tanıyıp çok da sevdikleri Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i Peygamber olarak görevlendirdi. Peygamberimiz de en güvendiklerini öne alarak, insanları karanlıktan aydınlığa davet etmeye başladı.

Bu onurlu davete can atan ilkler, onları takip eden diğer ilkler, sonra diğerleri; daha sonra da diğerleri; derken İslâm güneşi Mekke ufuklarını aydınlatırken, bu eşsiz aydınlık ile aydınlanma sürecine yönelenler olduğu gibi, arkalarını dönenler de vardı.
Sevgili yeğenini adım adım takip eden Safiyye Hala, böylesine önemli olaydan da haberdar olur olmaz, hemen sevgili oğlu Zübeyr ile beraber kalkıp O’nun yanına gitti. Olan biteni sordu. Halasını çok seven Peygamberimiz, onu ve yanında bulunan Zübeyr’i İslâm’a davet etti. Anne-oğul hiç tereddüt etmeden İslâm saflarına katılarak, şereflerin en büyüğünü elde ettiler.

İslâm nûru ile nurlanan anne-oğul, Allah ve Rasûlü’ne öyle bir teslimiyetle teslim olmuşlardı ki, bu teslîmiyet onları yerinde duramaz ediverdi. Lezzetlerin en güzelini, hazların en yücesini tatmışlardı; durulur muydu?

Safiyye Hala, önceliği sevgili oğlu Zübeyr’e verdi. İslâm ile şereflenmiş olan Zübeyr, sevgili annesinin özel ihtimamı ile yeni mesafeler kat ederek, yaşından büyük bir gelişme gösterdi. İslâm’ın bu örnek hanımı, Zübeyr’in yanında diğer çocuklarını da ihmal etmeden, her birini İslâm güzelliği ile donatmaya çalışıyordu.

Safiyye Hala, İslâm ile şekillenmeye, Kur’ân ile donanmaya kendi evinden başlamıştı. İç bütünlüğü sağlamak ve iç uyumu geliştirmek için gecesini gündüzüne katıyor, sevgili çocukları da annelerinin emeğini boşa çıkarmıyorlardı.

İslâm güzelliği ile güzelleşen Safiyye Hala, kendi evinden başlamıştı, ama çevresini ihmal etmemişti. Câhiliyye dikenliğinden İslâm gülistanına yönelmeleri için, bir kandil gibi etrafını aydınlatma sürecine giren Safiyye Hala, evinden sonra, ikinci önceliği yakın akraba ve komşularına vermişti.

İslâm güneşi doğmuştu artık. Güneş doğdu muydu, karanlıklar zâil olurdu. Yeter ki İslâm güneşi ile aydınlananlar, bu eşsiz aydınlık çerçevesinde bir hayat sürsünler.

O günlerde 26-27 yaşlarında olan Safiyye Hala, İslâm güzelliği ile öylesine bir güzelliğin içine girmişti ki, onu görenler kör değillerse ona yansıyan İslâm güzelliğini görürlerdi. Bu yönüyle de Safiyye Hala -radıyallâhu anhâ-, İslâm’ın ilk temsilcilerinden biri olmuştu. Daha doğrusu, İslâm ile şereflenen herkes İslâm’ın temsilcisi olmak durumundaydı.

Allah ve Rasûlü’ne îmân ile beraber, Kur’ân ve Sünnet ile şekillenmek, her Müslüman için olmazsa olmazların başında geliyordu. Her insan İslâm ile yeniden doğuyor, yepyeni bir hayatın yepyeni şahsiyeti olarak İslâm’ı temsil ediyordu. Bu anlamlı temsil, sadece belirli zaman ve zeminlerde değil, bütün hayatımızı kuşatan hayat gayemiz olarak tecellî ediyordu.

Müslüman olarak, her birimizin İslâm’ı temsil etmemizi Peygamberimiz istemişti…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-