Muhabbet Güneşine Pervâne Kesilmiş YAMAN AŞKIYLA YANAN DEDE

İbrahim Hakkı UZUN mecnun@yuzaki.com

Bu âlem, sadece görebildiklerimizle sınırlı değil. Göremediğimiz ve idrak edemediğimiz kim bilir ne kadar ince ve derin hakikatler mevcut. Bu ince ve derin hakikatlerden bîhaber, zulmet karanlığında kalmış ve donuk bir hâle gelmiş bulunan idrakler; içinde bulundukları donukluktan, ancak İslâm güneşi ile kurtularak hayata avdet ederler.

Îman nimetiyle şeref bulup, gönül semâsının karanlıklarını aydınlatan bu güzel insanlardan biri de, 1887’de Kayseri’nin Talas ilçesinde dünyaya gelen Diyamandi’dir. Lisede okuduğu yıllarda «Yamandi Molla» diye anılan bu Rum asıllı genç Galata Mevlevîhânesinde, Ahmed Celâleddin ve Ahmet Remzi Dedelerden Mesnevî dersleri almış, hattâ Ahmet Remzi Dede, Yamandî Molla’nın gönül dünyasında parlayan İslâmiyet’e bakarak ona «Yaman Dede» diye hitap etmiştir.

Yaman Dede merhumun, hocası Ahmet Remzi Dede Efendi Hazretleri’ne yazmış olduğu bir şiir denemesi, şu enfes dörtlükle başlamaktadır:

Bin derd ile nâlân ise de rûh-i melûlüm,
Dönmez yine şevkinle kanar kalbim ilâhî!
Mecnûn-i perîşânını sen dûzehe atsan,
Sönmez yine aşkınla yanar kalbim ilâhî!

nâlân: İnleyen. melûl: Hüzünlü. dûzeh: Cehennem.

1942 senesine kadar İslâmiyet’i gizli gizli yaşamış olan Yaman Dede, bu tarihten sonra Müslüman olduğunu ifşâ ederek Abdülkadir KEÇEOĞLU ismini almıştır.

İSLÂM GÜNEŞİ

Yaman Dede’nin gönül semâsında İslâm güneşinin doğmasına, kendi ifadeleriyle Farsça hocasının lise yıllarında iken tahtaya yazdığı ve Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin ilk üç beyti vesile olmuştur. Kendileri bunu şöyle ifade etmişlerdir:

“Mevlânâ ismi bana pek tatlı geldi. Son beyit, sînemi hakikaten şerha şerha etmişti. O andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başladım. Şiddetle yakan, fakat anne bûsesi kadar tatlı gelen alevler iç âlemimi kaplamıştı. Bunu hiçbir kelime ile anlatamayacağım.”

Şu mısralar da, Yaman Dede’nin Müslümanlığa ne derece tutkun olduğunu göstermesi bakımından çok ibretâmizdir:

Mesnevî’den sırr-ı tevhîdi bulan ol Dede’nin,
Halık’a secde-i şükrânını bir görmelidir.
Kalbi meclûb-i Muhammed, ruhu meczûb-i Hudâ,
Cezbe hâlindeki elhânını bir görmelidir.

meclûb: Çekime tutulmuş, tutkun.
meczûb: Cezbeye tutulmuş, dîvâne. elhân: Nağmeler.

En büyük âşık olarak zikrettiği Mevlânâ Hazretleri’ne, en büyük bir aşk ile bağlanan Yaman Dede, o andan itibaren artık sadece onu söylemek istediğini; lâkin söylemeye mecâlinin ve susmaya tâkatinin olmadığını ifade etmektedir.

Yaman Dede’nin, yine lise yıllarındaki bir hâtırası da şöyledir:

“Edebiyat hocam Sıddık Efendi merhum, bir gün sıramın üstüne şöyle bir beyit getirdi:

Müsteidd-i feyz-i Allâm zerrede ekvan görür
Hubb-i fillâh nazrasıyla herkesi cânan görür

(Her şeyi bilen Allâh’ın feyzine istîdâdı olan kimse, zerrede bütün varlıkları görür. Etrafa Allah için sevmek şuuruyla ile nazar eden kişi, herkesi sevgili görür.)

Bu beyite birkaç beyit ilâvesiyle bir gazel meydana getirecektim. Emirleri o merkezde idi. Gazel birkaç gün içinde meydana geldi. Hatırımda kalan iki beyti şöyledir:

Atf-ı enzâr eyleyince âsumâna, kevkebe,
Beht ü hayret bâdesinden âlemi sekran görür.
Seyreder zâhirde gerçi kâinâtı, her bakan;
Hep bu ulviyyâtı ammâ bence çeşm-i can görür.

(Gökyüzüne, yıldızlara bakınca hayret/hayranlık şarabından âlemi sarhoş görür. Varlıkları, gerçi her bakan görür, fakat bu ulvî tecellîleri -bence ancak- can gözü görür.)

Meydana gelen gazelin hocama takdimi beni, pek büyük bir saâdete erdirmişti. Hocam pek beğendi ve hemen altına şu beyti yazdı:

Âferin yavrum güzel, hem de hakîkat pek güzel,
Mânevî, sûrî füyûzun berter etsin Lemyezel.”

sûrî: Şeklî. füyûz: Feyizler. berter: Daha yüksek.
Lemyezel: Dâimî olan Cenâb-ı Hak.

AŞK VE İBÂDET

Her hafta Pazartesi günleri akşam namazları ile Cuma namazlarını Eyüp Sultan’da kılmayı âdet edinen, Cuma’dan sonra da;

“Haftalık haccımı edâ ettim.” diyecek kadar Eyüp ziyaretine önem veren Yaman Dede, evlâdına yazmış olduğu bir mektupta Mevlânâ’dan bir alıntı yaparak şöyle der:

Ey dil, demî bîdâr şev!
(Ey gönül, bir an için olsun uyan!)

“Sen de büyük bir hazinenin içindesin. İki cihânın en büyük hazinesi… Habîb-i Kibriyâ’nın mübeşşer ümmetinden bir fert olmak ne büyük mazhariyettir. Bu hazineye iki elinle sıkı yapış ve hiçbir şeyden korkma. Şu hakikate kuvvetle îman etmiş bulunuyorum. Yükselmek için iki kanat lazım:

Aşk ve ibâdet. İbâdetsiz aşk ve aşksız ibâdet tek kanattır.”

ALLAH ANILDIĞI ZAMAN
YÜREKLERİ TİTRER

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:

“Mü’minler ancak; Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (el-Enfâl, 2)

Emekli öğretmen Talip ARIŞAHİN, Yaman Dede’nin bu âyetin hakikatine nüfûzuyla ilgili şöyle bir hâtıra nakleder:

“Farsça dersimize geliyordu Yaman Dede. Bambaşka bir hâli vardı. Öyle bir hâl ki, sözgelimi hoca tahtaya bir beyit yazmış, onun tahlilini yaparken, arka sıralardan bir arkadaş, sesli olarak şöyle derinden bir; «Allah!..» deyince, Yaman Dede ânında ve şoklanmış gibi sarsılır, derhâl kürsüye çıkar oturur ve ağlamaya başlardı.”

MUHABBET ÇAĞLAYANI

“Mısralarım, gözyaşlarımın kelimelere dönüşmüş hâlidir.” diyen Yaman Dede, tam mânâsıyla İki Cihan Serveri Efendimiz’in bağrı yanık bir bendesidir.

Onun;

Gönül hûn oldu şevkınden boyandım yâ Rasûlâllah
Nasıl bilmem bu hicrâna dayandım yâ Rasûlâllah
Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Rasûlâllah
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllah

kıt’asıyla başlayan na‘tı, bugün, hemen hemen Âlemler Sultânı Efendimiz’in yâd edildiği her mecliste okunmaktadır.

Hiç şüphe yoktur ki, muhabbetsiz yapılan hiçbir iş güzel bir netice hâsıl etmez. Muhabbetsiz yazılan yazı, kaybolur. Muhabbetsiz söylenilen sözler, kulaktan öteye geçmez. Muhabbetsiz yapılan yemek dahî kişinin hissiyatına menfî tesir eder.

Demek ki Yaman Dede;

Ey Rabbimizin mâkes-i envârı, Muhammed!..
Allâh’ımızın vâkıf-ı esrârı, Muhammed!..
Mürsellerinin kāfile-sâlârı, Muhammed!..
Her iki cihânın ulu serdârı, Muhammed!..

Levlâk ile taltîf olunan Şâh-ı Rusül’sün,
Biz ümmetinin yâr u halâskârı Muhammed!..
Sen aşk-ı Hudâ, hüsn-i Hudâ, lutf-i Hudâ’sın,
Hallâk-ı cemâlin gülü, gülzârı Muhammed!..

ifadelerini yazarken muhabbetle yazdı. Muhabbet harcıyla inşa edilen şiir de, asırlar boyunca yaşar.

Çünkü, şair de bir «ney»dir, görünmeyen dudakların üflediği… Bu «ney»den dökülen enînler, ebediyetin sonsuz ufuklarında uçar.

Yine bir muhabbet çağlayanı olan Yaman Dede, Âlemlerin Efendisi’ni incitmek korkusuyla, huzurunda bir hataya düşmemek için korkup titrediğini ifade ettikten sonra;

“Seni iğne ucunun milyonda biri kadar gücendirmektense diri diri yanmaya râzıyım yâ Rasûlâllah!” demekte ve kendisinden şu ifadelerle şefâat-ı uzmâsını talep etmektedir:

Aşkınla yanan, âteş-i nîrân ile yanmaz,
Dûzeh çekemez, âşık-ı serdârı Muhammed!..
Ümmetleri hüsrân u mezellette bırakma,
En sonra da bu Kādir-i nâçârı, Muhammed!..

Bir seveni anlatıyor:

Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Öğle vakti, Taksim’e doğru gidiyordum. Alman sefâreti civarında bir mescid vardı. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede. O mescidin duvarına yaslanmış, sanki son nefesini veriyor gibi bir hâli var. Hâlsiz, mecalsiz, başı hafif sağ-öne doğru düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor.

Hemen koşarak yanına gittim ve;

“–Hocam hayırdır, geçmiş olsun, neyiniz var, hasta mısınız?” dedim.

Baktım hoca ağlıyor. Bu sefer;

“–Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?” dedim.

Yaman Dede ise çok ince ve titrek bir sesle;

“–Hayır yavrum hayır! Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecâlim kalmıyor. Ya bir yere dayanmam gerekiyor, ya da oturmam icap ediyor.” dedi.

Belki de bu fart-ı muhabbet dolayısıyla onun yazmış olduğu na‘tlar âşık gönüllerce dilden dile dolaşmaktadır.

Sadece ülkemizde mi?

Hayır!

Selimiye Camii İmamı Fahri DURAN Bey anlatıyor:

“1982 senesinde hacdan dönerken, Halep’te Zekeriyya -aleyhisselâm-’ı ziyaret etmek istedik…

Camiye girdik, her direğin dibinde bir adam var. Sesli-sessiz kimisi Kur’ân okuyor, kimisi ilâhi, kasîde filân derken, bir de baktık o direklerden birinin dibinde bir adam, bir Arap, Türkçe bir kasîde söylüyor ama yakıyor, kavuruyor etrafı. Söylediği kasîde şu:

Yak sînemi âteşlere, efgānıma bakma!
Rûhumda yanan âteşe, nîrânıma bakma!
Hiç sönmeyecek aşkıma, îmânıma bakma!
Ağlatma da yak, hâl-i perîşânıma bakma!

Allah Allah. Şaşırdım kaldım. Daha sonra, adam kasîdeyi bitirince yanına vardım. Önce;

“–Türk müsünüz?” diye sordum.

“–Hayır, Arab’ım.” dedi.

“–Peki bu kasîdeyi nerede öğrendiniz?”

“–Burada,” dedi. “Suriye’de!”

“–Allah Allah!” dedim. “Bu kasîde bizim Yaman Dede’mizin. Siz kimden öğrendiniz?”

“–Urfalı bir tır şoförü var, o öğretti bana!” dedi.

“–Allah Allah!” dedim. “Bizim Dede’nin manzûmesi Halep’te. Zekeriyya -aleyhisselâm- Camii’nde, hiç Türkçe bilmeyen güzel sesli bir Arab’ın ağzında yakıyor, kavuruyor etrafı. Sübhânallah!..”

Kalbimin her zerresinde nâr-ı aşkullâh var

diyerek gönül yangınını ilân eden;

Hâl-i sekrim zâil olmaz, târumâr olsam da ben,
Neşvedârım, gussa bilmem, dâğzâr olsam da ben.

diyerek îman nimetine erişmiş olmanın huzur ve mutluluğunu kelimelere döken;

Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam,
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlar da nem duymam,
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllah!..

diyerek Habîb-i Kibriyâ’nın ümmeti olmak şerefine hâiz olmanın bahtiyarlığıyla ferahlık bulan Yaman Dede, bir mektubunda Efendimiz’e şöyle ilticâ etmektedir:

“Yâ Habîb-i Hudâ! Yâ Şefî-i rûz-i cezâ! Ey yaralı gönüllerin şifâsı! Ey dertlilerin devâsı! Ehl-i kebâire şefâat tebşir buyuran Mahbûb-i Kibriyâ! Sen’in aşkınla nasıl yandığımızı biliyorsun. Ruhlarımızdaki aşkını, sînelerimizdeki derdini, her ân-ı gayr-ı münkasimde sayısız derecede artır yâ Habîballah. Son nefesimize kadar artır, tâ ki son nefesimizi Sen’in aşkınla verelim.”

Peygamber aşkıyla yanan bir gönülle hayatını idâme eden ve 1962 yılında bir Perşembe günü Hakk’ın rahmetine kavuşan Yaman Dede’ye Cenâb-ı Hak’tan sonsuz rahmet dileriz.

İstanbul’da ikamet eden ve bu Hak âşığını kabri başında ziyaret ederek kendisine bir Fâtiha ikram etmek isteyen okurlarımız için Yaman Dede’nin kabrini tarif edelim: Karacaahmet mezarlığının Küçük Selimiye/Çiçekçi Camii’nin karşısında sırlı, bu, yaman aşkıyla yanan dede… Küçük Selimiye Camii kapısını arkanıza alıp Karacaahmet’e girdiğinizde 10-15 adım yürüyünüz. Durduğunuz zaman solunuzda Yaman Dede ile göz göze gelirsiniz.