MİMAR SİNAN VE KIRKÇEŞME SULARI

Can ALPGÜVENÇ

Mimar Sinan’ın doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Sultan II. Bâyezid döneminde, -1495 yılları civarında- Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğduğunu söylemek isabetli olur. 1512 tarihinde, henüz 17 yaşlarında iken ailesinden devşirilerek İstanbul’a getirildi. Sonraki yıllarda, kardeşinin hidayetine vesile olduğundan söz etmesi, onun Hıristiyan bir ailenin çocuğu olduğunu gösterir. İstanbul’a getirilen Sinan, burada ciddî bir süre tahsil ve terbiye gördükten sonra acemi ocağının ana kütüğüne kaydedildi. Ocakta dülgerliğe, yani ağaç işleriyle uğraşan bölüme ayrıldı.

PERGELİN SÂBİT AYAĞI GİBİ ÇALIŞTIM!

Sinan; daha sonra mahir ustaların maiyetinde cami, han, hamam, çeşme gibi mimarî eserlerin inşaatında fiilen çalışarak mesleğe ilk adımlarını atmıştı. Yavuz’un ordusunda, acemi oğlanı olarak Çaldıran’a giderken (1514), yol boyunca Anadolu’yu görmüş, ordu önemli merkezlerde mola verdiğinde, pek çok mimarî eseri inceleme fırsatı bulmuş; Tebriz’in fethinin ardından İran’da değişik üslûplarda yapılmış pek çok bina ile karşılaşmıştı.

Sinan, «Tezkiretü’l Bünyan»da bu olayı şöyle özetler:

“Acemi oğlanları arasında, yaratılışımdaki düzgünlük sayesinde seçilip dülgerliğe heveslendim. Ustamın hizmetinde, tıpkı bir pergelin sâbit ayağı gibi kararlı bir şekilde çalıştım, merkezi ve çevreyi gözledim. Sonra da yine pergelin gezen ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim. Bir zaman, padişah hizmetinde, Arap ve Acem diyarlarında gezip dolaşarak, her yüksek eyvandan bir köşe ve her viran tekkeden bir kırıntı belleyip İstanbul’a döndüm.”1

CENNET GİBİ CAMİLER!

Önce Mimarbaşı Acem Ali’si (Alâaddin Ali Bey), kısa süre sonra da (13 Temmuz 1539) Sadrazam Ayas Paşa vefat ettiler. Sadrazamlık makamına Vezir Lütfi Paşa getirildi. Zamanın devlet adamları, Ayas Paşa’ya lâyık bir türbe inşa etme konusunda tereddüde düştüler;

“Mimarbaşımız yok! Keşke bu ilme sahip ehliyetli bir ustamız olsaydı!” diyerek, üzüntülerini dile getirdiler. Bu sözler üzerine Sadrazam Lütfi Paşa;

“Mimarbaşılığa, haseki olan Sinan subaşı getirilmeli, bu işi lâyıkıyla yapabilecek, ondan başka kimse yoktur.” dedi.

Yeniçeri Ağası, bu düşünce üzerine Sinan’ı çağırtıp;

“Paşa Hazretleri seni mimarlığa getirmeye karar vermişler, sence uygun mudur, kararını ver!” dedi.

Sinan, Tezkiretü’l Bünyan’da cevabını şöyle ifade eder:

“Yeniçeri ocağından ayrılma düşüncesi elem verse de, sonunda birçok cami ve mescid inşa edip, dünya ve âhiret murâdına vesile olacağını düşünerek, mimarbaşılığı kabul ettim.”

Mimar Sinan böylece, 44 yaşlarında iken mimarbaşı oldu. Bereketli ömründe, cennet gibi nice camiler inşa ederek, murâdına gerçekten kavuştu.

BU SUYU İSTİYORUM!

Fatih devrinin sonunda 100 bin olarak tahmin edilen İstanbul nüfusu, Kanunî devrinde 160-170 bin civarına yükselmiş, İstanbul nüfusunun bu şekilde artmasıyla, çeşme ve kuyuların suyu yetişmemeye başlamış, su sıkıntısı baş göstermişti.

Roma devrinden kalan ve Fatih tarafından tamir edilerek akıtılmaya başlanan eski Kırkçeşme suyu da azalmış, çeşmeler yetersiz kalmıştı.

Kanunî, av esnasında Kâğıthane civarında gezerken eski bir su yolundan sızan suları görüp, o civardan İstanbul’a su getirmenin mümkün olup olmadığını araştırmaya başlamış, eskiden İstanbul’a suyun ne şekilde getirildiğini tespit için komisyonlar kurup bilgi almıştı. Bu bilgiler ışığında, bu suların getirilmesinin imkân dâhilinde olup olmadığını incelemek üzere Mimar Sinan’ı görevlendirdi.

Mimar Sinan; Belgrat Ormanı’ndan gelen su ve dereleri inceleyerek, oradaki suların İstanbul’a gelmesinin mümkün olduğunu padişaha arz etti. Sultan; bu beyan üzerine, su yollarının derhâl inşasını emrederek, bu işten anlayan kişileri Sinan’ın emrine verdi.

***

Sinan bu olayı, Tezkiretü’l Bünyan’da şöyle anlatır:

“Saadetli padişah;

«Her sanatın ustası ve her Bîsütun Dağı’nın bir Ferhat’ı vardır. Bu işi mimarbaşına danışmak gerekir. Bize gereken tatbikattır, faraziye değil!» deyip, bu güçsüz karıncaya emir verdiler:

«Bu akarsuyun İstanbul’a gelmesi mevzuunda dikkat ve ihtimam gösteresin, bu eşsiz hayrın tamamlanmasını istiyorum!» Böylece su yollarının inşasını bu kölelerine sipariş ettiler.”2

KİMSENİN HATIRI KIRILMAYACAK!

Sultan Süleyman Han, Sinan’a sordu:

“–Sinan, bu suların gelmesi ne ile mümkün ola?”

“–Padişahım, bu işin gerçekleşmesi iki yol ile olur. Birisi; kullarınıza emredersiniz, her biri size hizmet için uğrunuza canlarını verirler. İkincisi ise; herkese ücretini verir, çalışanlara çok para tayin eder, hazine sarf edersiniz.”

Sultan Süleyman şöyle buyurdular:

“Evvelki tedbirin bize faydası yok, doğru olanı ikincisidir. Bu iş, kendi malımızdan ücreti mukabili yapılacak, kimsenin zerre miktar hatırı kırılmayacak!”3

50 MİLYON AKÇE HARCANDI!

İnşasına 1554’te başlanan Kırkçeşme tesisleri, dokuz yıl sonra 1563’te bitirildi. Bu tesis için 50 milyon akçeden fazla para harcanmıştı. Aynı yıllarda Süleymaniye Camii dâhil, pek çok inşaat, yine Sinan tarafından yürütülüyordu.

Süleymaniye Camii ve külliyesine 36 milyon akçe harcandığı düşünülürse, bu miktarın Kırkçeşme’ninkinden yüzde otuz oranında az olduğu görülür.

Yapılan işin hacmi bakımından, bu tesis Sinan’ın gerçekleştirdiği en büyük eserdir. Künk hatlarının uzunluğu 55.374 metredir. İsâle hattı üzerinde otuz üç su kemeri vardır.

Bunların içinde hem mühendislik, hem de mimarlık açısından en önemlisi Mağlova Kemeri’dir. Ayrıca tesislere Karanlıkbent, Büyükbent, Kirazlıbent ve Ayvad Benti adı verilen dört de bent (baraj) inşa edilmiş, şehre bu tesisten beslenen 300’den fazla çeşme yapılmıştı.

***

Mağlova Köprüsü’nün enine kesiti bize bir ağacın yapısını gösterir. Bu, aşağıdan yukarıya doğru incelen bir yapıdır. Bu durum, şüphesiz zelzele, rüzgâr ve su akışı kuvvetlerine karşı en doğru formu verir. Yapının doğruluğu ve sağlamlığı zaten tartışılamaz, kendini ispatlamıştır, ancak vurgulamak istediğimiz şudur:

Köprünün tümü mühendislik bakımından doğru bir biçimde olup, ayakları suyu yaran gemi burnu gibi fonksiyonel bir şekil almış ve üç boyutlu heykeli andıran bir obje olarak tasarlanmıştır.

KABRİ SÜLEYMANİYE’DE

Ser-mîmârân-ı cihan Mimar Sinan 9 Nisan 1588’de 93 yaşında iken vefat etti. Kabri Süleymaniye Camii’nin arkasındadır.

Eserleri 136’sı cami ve mescid, 57’si medrese, diğerleri türbe, dârülkurrâ, dârüşşifâ, su yolu kemeri, çeşme, hamam, köprü, mahzen, kervansaray, saray ve imâret olmak üzere 400’ü bulur.

1 Sâî Mustafa Çelebi, Günümüz Dilinde Tezkiretü’l-Bünyan, İstanbul 2002, s. 39.
2 Sâî Mustafa Çelebi, a.g.e., s. 47.
3 Kâzım ÇEÇEN, Mimar Sinan ve Kırkçeşme Tesisleri, İst. 1988, s. 37.