BİR KİTABIN MACERASI

Dursun GÜRLEK dursun.gurlek@mynet.com

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi gibi, İbn-i Battuta Seyahatnâmesi de klâsik gezi kitaplarının en önemlilerinden kabul ediliyor. Mağripli seyyahın bu şâheseri, Türk kültür tarihi için de büyük bir hazine teşkil ediyor. Bu kitapta yer alan ve Türk misafirperverliğini canlı bir tablo hâlinde yansıtan bir bölümü, müsaadenizle kısaca şöyle özetleyeyim:

İbn-i Battuta yanındakilerle beraber şehre girdiği zaman garip bir manzarayla karşılaşıyor. Çarşıdan geçerken, dükkânlardan çıkan birtakım insanların, hayvanlarının dizginlerine sarıldıkları görülüyor. Birden ortaya çıkan başka bir grup, onları durduruyor ve aralarında çekişme başlıyor. Münakaşa uzayınca aralarından bazıları hançerlerini çekip, birbirlerine saldırmaya başlıyorlar. Onların konuşmalarını da anlamayan seyyahımız, ister istemez korkuya kapılıyor. Eşkıyâ olmalarından şüpheleniyor. Tam da bu sırada Arapça bilen bir adam ortaya çıkıyor ve durumu izah ediyor.

Tercümanın anlattığına göre, bu adamlar «yiğit ahîler»dir. İbn-i Battuta’yı ve yanındakileri ilk karşılayanlar Ahî Sinan’ın adamlarıdır. Sonradan ortaya çıkıp da onları durdurmaya çalışanlar ise, Ahî Tuman’a bağlı gençlermiş. Her iki taraf da seyyahımızı ve arkadaşlarını kendileri misafir etmek istiyorlarmış. İşte bunun için çekişmeye, hattâ hançer çekerek kavga etmeye başlamışlar. Belirtmeye gerek yok ki, böyle bir manzarayla karşılaşan İbn-i Battuta, büyük bir şaşkınlık yaşıyor ve Türk misafirperverliğine hayran kalıyor.

Sonucu merak ediyorsanız onu da belirteyim:

Bu iki grup aralarında anlaşıp kur’â çekmeye karar veriyor. Kur’âda kim kazanırsa İbn-i Battuta’yı ve arkadaşlarını onlar misafir edeceklerdir. Kur’âyı Ahî Sinan’ın takımı kazanıyor ve bizimkiler onun tekkesine konuk oluyorlar. Sinan, zafer kazanmış bir kumandan edâsıyla kendilerini karşılıyor. Tekkesine götürüp türlü ikramlarda bulunuyor. Yedirip içirdikten sonra Ahî Sinan bunları bir de hamama götürüyor. Hamamdan çıktıktan sonra tekrar büyük bir sofra kurduruyor. Çeşitli meyveler, tatlılar ikram ediyor. Yemekten sonra Kur’ân-ı Kerim’den bazı bölümler okuyan hâfızlar dinleniyor. Arkasından hepsi birden semâ etmeye başlıyorlar.

Efendim, İbn-i Battuta Seyahatnâmesi deyince hemen aklıma bu anekdot geldi, ben de size naklettim. Yukarıda da belirttiğim gibi adı geçen seyahatnâme kültür tarihimizin önemli kaynaklarından birini teşkil ediyor. Damat Mehmed Paşa tarafından Osmanlıcaya çevrilen seyahatnâme, daha sonraki yıllarda Lâtin alfabesine aktarıldıysa da buna güvenilir bir çalışma gözüyle bakılamaz. İbn-i Battuta Seyahatnâmesi A. Sait AYKUT tarafından mükemmel bir şekilde hazırlandı ve Yapı Kredi Yayınları tarafından iki cilt hâlinde neşredildi.

Böyle bir mukaddimeyi, Muallim Cevdet tarafından İbn-i Battuta’ya zeyl olarak kaleme alınan «İslâm Fütüvveti ve Türk Ahîliği» isimli eserden bahsetmek için yaptım. Ünlü Arap edebiyatçısı Câhız gibi İbn-i Battuta’nın da hakkı teslim etmekten hoşlandığını, Türk milletinin özelliklerini eserinde yansıttığını biliyoruz. Özellikle «Ahîlik ve Fütüvvet» konusunda verdiği bilgilerle kültür tarihimize büyük katkıda bulunuyor.

Corci Zeydan’ın beş ciltlik «İslâm Medeniyeti Tarihi»nde Selçuklularla, Osmanlılarla ilgili tek kelime bulamazsınız. Yazar, İslâm medeniyetini Emevîler ve Abbâsîlerle âdetâ özdeşleştiriyor. Onların dışındaki İslâm devletlerini, Selçuklu medeniyetini, Hindistan’daki Moğol teşkilâtını ve Osmanlı medeniyetini tamamen dışlıyor. İşte bundan dolayıdır ki Corci Zeydan’ın eseri, büyük emek mahsûlü olmakla birlikte eksiktir, hem de çok eksiktir.

Ayrıca bizde okullarda okutulan tarih kitaplarına tamamen harp tarihi gözüyle bakabilirsiniz. Bunların hiçbirinde kültür tarihine, medeniyet âbidelerine, mimarlık eserlerine yer verilmez. Bazılarında görülen izahlar ise devede kulak bile sayılmaz. İşte bütün bunları düşünen merhum Muallim Cevdet, muazzam bir esere imza atıyor. «İslâm Fütüvveti ve Türk Ahîliği»ni kaleme alıyor. Ancak bazı sebeplerden dolayı bu eserini Türkçe değil, Arapça yazıyor.

Muallim Cevdet’in böyle değerli ve hacimli bir eseri Arapça telif etmesi o zamanlar birtakım dedikodulara vesile oluyor. Bu sebepleri bilmeyen veya bildiği hâlde bilmezlikten gelen -sözüm ona- birtakım kalemşörler, merhumun aleyhinde konuşmaya, aslı-astarı olmayan sözler söylemeye başlıyorlar. Bunlardan birinin de İsmayıl Hakkı BALTACIOĞLU olduğunu söylersem şaşırmayınız. Ne yazık ki ünlü eğitimcimiz, «Hayatım» adlı hâtırâtında Muallim Cevdet’ten;

“Merhum, Lâtin harflerinin Arap harfleri yerine kabul edilmek felâketini (!) anlayınca, kitabını Lâtin harfleriyle bastırmamak için Arapça yayınlayan kişidir. Öldükten sonra hakkında koskoca bir kitap yayımlandı ve kendisi de evliyâlar arasına katılmış oldu.” diye söz ediyor.

Hemen belirtmek gerekir ki, merhum hakkında kaleme alınan 748 sayfalık bu kitap şâheser bir biyografidir. Osman Nuri ERGİN bu eseriyle kültür tarihimize bir hazine kazandırmıştır. Yazar böylece hem merhuma karşı olan vefâ borcunu ödemiş, hem de kitap medeniyetine ve eğitim tarihimize büyük bir hizmette bulunmuştur. Muallim Cevdet’in öyle evliyâlar arasına katılması falan söz konusu değildir. Bu, İsmayıl Hakkı BALTACIOĞLU’nun yersiz ve lüzumsuz bir yakıştırmasıdır.

Muallim Cevdet’in İbn-i Battuta’ya zeyl olarak kaleme aldığı bu kitabı niçin Arapça yazdığı, Osman Nuri ERGİN’in sözünü ettiğimiz bu muhalled eserinde izah ediliyor. Biz de oradan naklederek kısaca özetleyelim:

Fazîletli bir âlim kabul edilen Mağripli seyyah İbn-i Battuta, kitabında; Türk ahîlerine önemli bir yer verdiği, onların İslâmî ve insânî meziyetlerinden sitâyişle söz ettiği için Muallim Cevdet kendisine takdirlerini ve teşekkürlerini bildiriyor. Bir şükran borcu olmak üzere o da eserini Arapça yazıyor. Ama sebep sadece bundan ibaret değil. Bir de şu var:

İbn-i Battuta’nın Seyahatnâmesi İran’da, Türkistan’da, Suriye’de, Mısır’da, Hindistan Müslümanları arasında, Avrupa’da ise müsteşrikler tarafından yüzyıllardan beri Arapça olarak okunduğundan dolayı, müellif bu diyarlardaki okuyucuların da meraklarını celbetmek, dikkatlerini çekmek için böyle bir metot uyguluyor. Özellikle bu zeylde, İbn-i Battuta’dan önce ve sonra ortaya çıkarılan Türklere mensup Fütüvvet eserlerini göstermek istiyor. Daha başka sebepler de var. Onları da öğrenmek istiyorsanız Osman Nuri ERGİN’in «Muallim Cevdet’in Hayatı Eserleri ve Kütüphanesi» isimli bu kitabını gözden geçirmeniz gerekiyor.

Kim ne derse desin, Muallim Cevdet’in Arapça kaleme aldığı bu son derece kıymetli kitap, o zamanlar Millî Eğitim Bakanlığının da dikkatini çekiyor. Türkçeye tercüme etmesi için yine kendisine teklifte bulunuluyor. O devrin Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey, Muallim Cevdet Beyefendi’ye 1 Nisan 1932 tarihli şöyle bir yazı gönderiyor:

“İbn-i Battuta Seyahatnâmesi’ne tarafınızdan yazılan ve âhiren neşrolunan Arapça zeylde Türk tarihini alâkadar eden mühim vesikalar bulunduğu görülmüş ve bu zeylin Türkçeye tercümesinin faydalı olacağı anlaşılmıştır. Eseriniz yine tarafınızdan Türkçeye tercüme ve neşredildiği takdirde beş yüz liralık nüshalar bakanlıkça satın alınacaktır. Eserin tercüme ve neşrine bir an önce başlamanızı ve durumu bakanlığa da bildirmenizi rica ederim efendim.”

Ne yazık ki merhum, hastalığı ve tasnif heyetindeki işlerinin yoğunluğu dolayısıyla bu tercümeyi yapamıyor. Fakat macera yine bitmiyor; kitapta bazı Türkçe metinlerin Arap harfleriyle yayımlandığını gören birtakım işgüzarlar, eseri basan Bozkurt Matbaası’nın sahibi Aziz Bey’i mahkemeye veriyorlar. Ancak mahkeme heyeti, neşredilen Türkçe metinler belge mahiyetinde olduğu için, bu fiil ve hareket de harf inkılâbına aykırı görülmediğinden matbaacının beraatına karar veriyor.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Muallim Cevdet eserini, harf inkılâbına muhalefet olsun diye değil, daha geniş bir kitleye okutmak için Arapça kaleme almıştır. Eğer böyle bir şey söz konusu olsaydı diğer bazı eserlerini de Lâtin alfabesiyle neşretmezdi.

Demek ki, Baltacıoğlu; «Muallim Cevdet, kitabını Lâtin harfleriyle bastırmamak için Arapça yayınlayan kişidir.» sözüyle baltayı taşa vurmuş oluyor.

Not: Bu eserin Türkçe tercümesi, İşaret Yayınları tarafından 2008 yılında neşredildi.