İSLÂM’DA ŞEHİR VE MİMARÎ

Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

Şanslı nesillerdik, bahçeli evlerde doğmuştuk. Dedelerimizin, ninelerimizin ektiği çiçeklere konan kelebekleri kovalarken, ağaçlardan kopardığımız kokulu meyveleri yerken, tulumbadan çektiğimiz suyla çiçekleri sularken, salıncakta sallanırken; bütün bu güzelliklerin rüya gibi geçeceğini düşünememiştik. Evlerimiz, mahallelerimiz cennet tasavvurunun gönlümüze yansımasıydı. Ecdat yâdigârı şehirler, yerleşim mekânları bizi dünyevî duygulardan uzaklaştırıp, Allâh’a daha da yakınlaştırıyordu. Tabiatla iç içeydik. Bahçemizde yetiştirdiğimiz domatesleri, biberleri, maydanozları koparırken onların kendine has kokularını içimizde hissediyorduk. Çiçekleri sulamak, onların rengârenk dünyasında günün yorgunluklarından uzaklaşmak, tefekküre dalmak, sonra büyük bir enerji depolanmasıyla hayata devam etmek…

Yıllar önce Sapanca’da okuma-yazma bilmeyen bir köylü hanımdan tabiatla ilgili ilk dersimi almıştım. Daha önce okuduklarım, dinlediklerim nedense bana tesir etmemişti. Sabah ezanından önce tarlada ağaçların, çiçeklerin zikrettiğini bir şiir gibi anlatmıştı. «Aynı tarlada ben de o hanımla beraber olsam, aynı sesleri duyabilir miyim?» diye düşünmüştüm. Aynı duygular içinde olmam için benim de o köylü hanım gibi emek vermem, toprakla haşır-neşir olmam gerekiyordu.

Nakkaştepe’de arkadaşlarla çay içerken İstanbul’u seyrediyorduk. Yeşilliğin olmadığı taş binalar, taşlaşan kalplerimizin resmiydi. İstanbul; üç-dört yaşında eline kalemi alıp evler çizen bir çocuğun resimlerindeki gibiydi. Yıllar öncesinde yaşadığım Üsküdar’ı hatırladım. İhsaniye Mahallesi; bahçeli, ahşap evler; bu evlerde yaşayan tevekkül sahibi insanlar… Bir öğretmen, bir doktor, bir paşa, bir ticaret adamı, kimsesiz bir teyze… sınıf farkı, gelir farkı yok. Aynı mahallenin birbirini tamamlayan insanları, yaşanan hayat İslâm’ın rûhuna uygun.

Yıllar sonra müteahhitler geldi, ağaçların içinde oluşan kurtlar gibi mahalleyi içten içe kemirmeye başladılar. Arsa karşılığı apartman dairesi veriyorlar, acımasızca ahşap evleri yıkıyorlardı. İnsafsız mimarların çizdiği projeleri belediyeler onaylıyordu. Birbiriyle yarışan müteahhitler, bir kat daha fazla yapmak için bir yolunu buluyor projelerini kabul ettiriyorlardı. Yapılan apartmanların bahçeleri yoktu. Birbirine paralel sokaklardaki evlerden deniz görülürken, plânsız uygulamayla alt sokakta olanlar üst sokakta olanların denizi görmesini engellemeye başlamıştı. Daha fazla kazanma hırsı, yapılan binaları taş duvarlar hâline getirmişti. Ahşap evler bitmeye başlayınca yeni alanlar bulundu, daha doğrusu talan edildi. Yeni semtler, yüksek yüksek binalar… Sıra yeşil alanlara gelmişti, orada zenginler oturmalıydı. Bahçesi olan villalar yapılmaya başlandı.

Yeni çıkan yasayla var olan yeşil alanlar da çok yakında yok olacak. Devâsâ binalar, alışveriş merkezleri «yükseldikçe daha daha yüksek olmalı» diyen bir anlayış ve ruhların çöküşü… Sarayları, camileri, kasırları, köşkleriyle bir tarih ve 21. asrın taş kuleleri… İnsan eliyle dünya cennetinin cehenneme çevrilişi…

Şubat ayında vefat eden Turgut CANSEVER’i 1983 yılında tanımıştım. Türk Edebiyatı Dergisi için bir röportaj yapmıştık. Heyecanla, bıkmadan, yorulmadan anlatıyordu. Yıllar sonra yaptığım bir televizyon programına konuk olmuştu.

Çocukluğumdan beri neden olduğunu bilmeden, var olan kurallara, düzene isyan etmeden, kendince bir şeyler karalamayı denemekten hoşlanıyordum. Televizyonda âdettir, bir araba gönderilir ve o günkü konuk evden alınır. Arabanın içine televizyonca görevli şoför ve siz arka sırada konuşmadan etrafı seyrediyor ve televizyona gelince tanımadığınız bir sunucunun konuğu oluyorsunuz. Size klâsik sorular soruluyor.

«Madem ki program yapıyorum, hiç olmazsa yol boyunca konuşarak misafirimi tanıma fırsatım olmalı.» diyerek yola çıkmış, zahmetli de olsa yaptığım program süresince konukları evden almak için giden arabada olmuştum. Cansever hocayı evden alıp yol boyunca sohbet ederken, heyecanını yılların daha da artırdığını görmüştüm.

Yıllar sonra HABITAT hazırlıkları öncesinde hocamız daha da heyecanlıydı. Sivil toplumun önemine inandığı için derneklere, vakıflara, bilhassa kadın sivil toplum kuruluşlarına giderek anlatıyordu… Bu kadar sevilen, saygı duyulan hocamıza yöneticilerimizin yıllar içinde yaklaşımı nasıldı; hangi projeleri gerçekleştirmişti; projeleri, heyecanları, hayalleri nelerdi?.. Hepsini yazdıklarında bulmak mümkün. Kırgınlıkları vardı, küskünlüğü yoktu.

“Evet, size meşakkatte büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı sa‘y ve cidaldir.” sözünün rûhuna uygun yaşıyordu. Türk-Osmanlı sivil mimarî örnekleri yalnız İstanbul’da değil, Anadolu’da da tahrip ediliyordu. Bugün Anadolu şehirlerinden geçerken hiçbir şahsiyeti olmayan birbirine benzeyen kooperatif evleri, TOKİ evleri, zevksizliğin sembolü olarak Anadolu şehirlerini değiştiriyor. Bu konuda Turgut CANSEVER Hoca dertlidir, konuşur ve yazar:

“Dünyanın her ülkesi daha iyi mimarî için çaba sarf eder, kamu binalarının daha iyi bir mimarî ile vücuda getirilmesinin yollarını araştırırken; Türk kamu idareleri, mimarlık hizmetlerini kapalı kapılar arkasında gizli anlaşmalarla, gizli oyunların içerisinde tespit ettiler. Böylece takriben 30-40 yıl gibi bir zaman içerisinde bütün Türk-Osmanlı sivil mimarî örnekleri tahrip oldu.” (Kubbeyi Yere Koymamak)

Hocamız, ilgimizi çeken mukayeseler yapıyordu: “Osmanlı toplumunda şehir yapısını incelediğimizde toprağın tamamı şahsın malı olamıyor. Kullanma hakkı verilirken, toplumun ve insanlığın hayrına kullanma şartı vardır. İslâm’ın daha evvelki kültürlere kattığı; «Güzelliğin sevgisi ve terbiyenin yüceliğidir.» Mülkiyet; Allâh’ın yarattığı dünyayı kirletmek için kullanılmıyor, evinizi inşa ederken «kullanmak için» prensibine bağlı kalıyor. Kapitalist sistemin dayattığı rant sağlama düşüncelerini hayata geçiremiyorsunuz.”

Turgut CANSEVER’e; «Bilge Mimar» denmektedir. Tasavvufun inceliklerini derûnunda yaşamaktadır. Şehirlerin yüksek binalarla büyümesinden yana değildir. İslâmî psikolojik hâller, davranışlar, haşyet, takvâ, sabır, murâkabe… İslâm mimarîsinin içinde yer alır.

21. asırda yaşayan fertlerin ruh hâli de; yükseklik, gösteriş, basitlik, sanattan uzaklaşma ve «ben yaptım oldu» anlayışıyla özetlenebilir. Kurulacak küçük mahalle şehirlerde; bütün ihtiyaçların karşılanacağı plânlanırsa, küçük bahçeli evlerin maliyeti daha düşük olacaktır.

Kışın çok soğuk geçtiği bir bölgede, büyük pencerelerin ve ince duvarların olduğu apartmanları ısıtmak için sarf edilen yakıt düşünülünce, bütün mimarlara Turgut CANSEVER’in eserlerinin daha fakülteden mezun olmadan okutulmasında fayda var.

“İslâmî mimarîde iklim pasif metotlarla kontrol edilmiştir. İsrafa, gereksiz masraflara İslâm mimarîsinde izin verilmez:

«Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşi olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.» (el-İsrâ, 17/27)

Şehre, toprağa, dünyaya Allâh’ın azametinin ve cemal sıfatının tecellî ettiği yerler ve insanların idrâk ettiği alanlar olarak bakmak yerine; bugün bu alanlara ait meselelere bürokrat ve teknokratların gözlükleriyle bakılmakta ve bürokrasinin işleyiş ve kurallarına aslî güç pâyesi verilmektedir. Toprağı, dünyayı ve şehri gayri meşrû bir şekilde kazanç kapısı olarak görmek, bu temel yanılgıları sürdüren müesseseler vasıtasıyla halka zorla kabul ettirip yaygınlaştırmakta, yayın ve telkin araçlarıyla, çok boyutlu bir kirlilik, yanılgılar, hastalıklar zinciri, halka zorla kabul ettirilmektedir.” (İslâm ve Şehir Mimarîsi)

Eseri okurken, hayatta olduğu yıllarda belediye başkanlarına, bakanlara bu gerçekleri anlatmak için çırpınan Cansever hocayı düşünüyorum. Yılların içinde bir yiğit insan çıkıp: “Hocam, gelin bir bölgeyi yeniden yapılandırırken sizinle beraberim.” demedi, diyemedi…

Verdiğimiz ödüllerle Turgut CANSEVER’i memnun ettiğimizi düşünmeyelim.

Kendisi hayatta olmasa da eserleriyle bizleri yeniden düşünmeye sevk edebilir. Belediye başkanlarına, mimarlık fakültesi öğrencilerine kitaplarını alarak hediye edelim. Vakıflar ve dernekler olarak belediye başkanları için toplantılar düzenleyelim. Cansever’in kitaplarından bölümler okuyalım. Hiç olmazsa yeni çıkan yasayla orman arazilerinin rant peşinde koşanlara peşkeş çekilmesini önleyelim.