ALLAH SEVGİSİNİN EDEBİ

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Kültür dünyamızın en temel unsuru tasavvuf irfanı ise, tasavvuf irfanının da en mühim mevzuu Allah sevgisidir. Allah sevgisinin doğrudan veya dolaylı olarak ifadesi, edebiyat ve sanatımızın hem asıl gayesi hem de temel ilham kaynağıdır.

Son zamanlarda kültür dünyamızın kendi öz kültürümüze, yani tasavvufa yöneldiğini görmek sevindirici bir gelişmedir. Tasavvufî tecrübe ve hislerin incelendiği eserlerin birbiri ardınca yayınlanması, aşk ve muhabbet denilince yine Allah sevgisinin anlaşılmaya başlanmasının güzel bir gelişme olduğu muhakkaktır.

Ancak bu arada bazı eserlerde tasavvufî hisler, muhabbet ve mârifet denilince; Peygamberimiz’den pek fazla bahsedilmeyip, başka isimlerin O’ndan daha fazla öne çıkıyor oluşu üzücüdür. Ayrıca zamanımızda rağbet gören tasavvufî eserlerde ibâdet, itaat ve takvâ kavramlarının pek zikredilmemesi de sanki bu kavramların; mârifetullah ve «muhabbetullah»tan apayrı şeylermiş gibi görüldüğünü düşündürmektedir.

Bütün bu işaretler çerçevesinde sanki tasavvuf; Peygamberimiz ve sahâbelerinin yolundan farklı, yeni ve başkalaşmış bir yolmuş gibi yorumlamaya müsait bir durum ortaya çıkmaktadır ki; bu manzaranın bazı kişileri tasavvuftan uzaklaştırdığı da görülebilmektedir.

Oysa Peygamberimiz’in bütün muhabbet erlerinin rehberi, ilk örneği, ilham ve feyiz kaynağı olduğu husûsunda ehl-i sünnet çizgisindeki hiçbir mutasavvıfın şüphesi yoktur.

Öyleyse Peygamberimiz’in muhabbetullah husûsundaki örnekliğine neden yeterince yer verilmemektedir?

Yoksa Peygamberimiz’in «muhabbetullâh»ı pek fazla edebiyat konusu yapmamış olması mı bizi yanıltmaktadır?

Gerçekten Peygamberimiz’in hadîs-i şeriflerini, satır aralarına dikkat etmeden okuyup geçtiğimiz takdirde Allah aşkı ve muhabbetinin ilân ve tasvirine pek fazla temas edilmediğini düşünebiliriz. Ancak O’nun söz ve davranışlarını; bütün bir hayat hikâyesini göz önüne alarak inceleyecek olursak aslında «muhabbetullâh»ın O’nun bütün bir hayatının özü ve gayesi olduğunu anlarız. Bir başka deyişle Peygamberimiz; bu yoldaki örnekliğinin icabı olarak Allah sevgisinin edebiyatını yapmaktan çok edebini göstermiştir.

Aslında Peygamberimiz’in bu hareket tarzı hakikî muhabbet erleri için önemli bir örnekliktir. Dünyanın hemen her yerinde sevgi gibi duyguların sözle ifadesinden ziyade davranışla, hattâ fedâkârlıklarla ispatı daima esastır. İşte Peygamberimiz’in hareket tarzı da bu esasa gayet uygun görünmektedir. Hem sevilen Allah olunca dil ile söylemeye ne hâcet; zaten O, kalpten geçeni bilmekte değil midir? O’nun bilmesi yeterliyken başkasına ilân etmenin ne lüzumu vardır! Bununla birlikte sevginin sadece gönülde kalmayıp ifade edilmesi; sevilen için lüzumlu olmasa bile seven için önemli bir ihtiyaçtır. Son zamanların meşhur deyimiyle; «İletişim, hayata anlam getirme sanatıdır.» İnsanoğlu duygularını ifade ederek hayatını mânâlandırır.

Bu sebeple Allah -celle celâlühû- kalplerimizin özünü bilse de bizim kalbimizdeki sevginin farkına varmamız için onu ifade etmeye ihtiyaç duyarız. Hem kalbimizdeki hissin ifadesi bizim onu korumamız ve kuvvetlendirmemiz için de lüzumludur. Hele hele kalbi çelen çeşitli tuzakların arasından geçip giderken kalpteki bu latif ve nârin muhabbetin muhafazası hayli gayret gerektirir.

Öte yandan her muhabbetin farklı bir âdâbı olduğu gibi her muhabbetin ifadesinin de ona uygun âdâbının olması gerekir. İnsan, annesine başka türlü muhabbet duyar, hanımına başka türlü, çocuğuna başka türlü.

Birini sevdiği biçimde diğerini sevmeye kalksa nasıl yakışıksız bir durum olacağı malûmdur. Bunun gibi farklı sevgilerin ifadeleri de farklı olacaktır. Yani hürmetle sevilene karşı hürmet ifadesi, arzu ile sevilene arzu ifadesi, şefkatle sevilene şefkat ifadesi olan hareket sergilenir.

Mademki sevenin, sevgisini o sevgiye münasip bir edep dairesinde ifade etmeye ihtiyacı vardır; o hâlde «muhabbetullâh»ın ifadesi nasıl olmalıdır?

İşte Peygamberimiz’in örnekliği tam da bu ihtiyacı karşılar. Peygamberimiz, «muhabbetullâh»ı diğer sevgilerin hepsinden daha incelikli bir edeple yaşamış ve ifade etmiş biricik rehberimizdir.

Günümüzde iletişim bilimleri, duyguların ifadesi için belli-başlı bazı diller olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Psikologların tespitlerine göre insanlar arasında sevgi gibi duygular başlıca beş ifade yoluyla dile getirilmektedir. Bu yollar:

1. Beden dili,

2. Hizmet dili,

3. Armağan dili,

4. Zaman ayırma,

5. Takdir ifadeleri.

şeklinde sınıflandırılmıştır. Bilim adamları bu ifade vasıtalarının bütün dünyada küçük üslûp farklarıyla da olsa geçerli olduğunu görerek bunların cihanşümul diller olduğunu tespit etmişlerdir.

Bu durum göstermektedir ki insanoğlunun yaratılışında duygularını anlatma ihtiyacı doğuştan gelme olarak mevcuttur. Ve dikkat edilirse insanlar arasındaki iletişimde kullanılan bu ifade vasıtaları, aslında insanın Mevlâ’sına karşı duygularını ifadesinde de bir şekilde geçerlidir.

Meselâ bütün peygamberlerin ümmetlerine öğrettiği, namaz kılmak, oruç tutmak gibi bedenî ibâdetler; insan tabiatında mevcut bulunan; «hürmet ve muhabbetini beden diliyle ifade etme» ihtiyacına gayet uygundur. Hattâ öyle ki insanlar tevhid inancını yitirdikleri zamanlarda bile aracı saydıkları birtakım varlıklara karşı bedenî hareketlerle ibâdet duygularını yaşamaya ve ifade etmeye çalışmışlardır.

Yine hizmet dili de insanlar arasındaki ilişkilerde; kalpteki tevâzu ve fedâkârlık duygusunun da aktarılmasına uygun olan etkili bir dildir. Hiçbir hizmete ve fedâkârlığa muhtaç olmayan Mevlâ Teâlâ’nın dînine, mâbedlerine ve mukaddes hâtıralara karşı hizmet ve hürmet; kendisine duyulan hürmet ve muhabbetin ifadesi için bir vesiledir.

İnsanlık tarihi boyunca çeşitli milletlerden birçok kimseler kendilerini mâbedlere vakfederek muhabbetlerini göstermek istedikleri gibi, ümmet-i Muhammed’den kişiler de mescid, dergâh, medrese gibi müesseselere hizmet ederek muhabbetlerinin ifadesine gayret ederler.

Allah sevgisinin ifadesinde hiç şüphesiz mühim bir vasıta da; yalnız O’nun rızâsı için O’nun kullarına hayır-hasenatta bulunmaktır. Eğer Allâh’ın yardıma muhtaç kulları olmasa âlemlerden müstağnî olan Allah Teâlâ’ya armağan sunmak nasıl mümkün olabilir? Oysa O, bütün yüceliğiyle beraber kırık gönüllerdedir ve mü’min yoksula verilen sadaka o yoksul eline değmeden önce Cenâb-ı Hakk’ın elinden geçer.

Görülebileceği gibi aslında bütün ibâdetler birer sevgi ifadesidir. Çünkü bütün sevgi ifadelerinin ortak noktası, zamandan ve imkânlardan en güzelini «sevdiğine ayırmak»tan geçmektedir. Günde beş vakit hayatı durdurmaktan, geceleri tatlı uykudan kalkıp zikretmeye; Arafat’ta vakfeye durmaktan, Ramazan’da îtikâfa çekilmeye kadar bütün ibâdetlerin özü; sevgiliyle baş başa kalmak için başka her şeyden kopmaktır.

İyi düşünülürse aslında bütün bu ibâdetler, tamamı Allâh’ın bize hibesi, yani hak edilmemiş bağışı olan nimetlerden bir kısmını O’na döndürmekten ibarettir. Paramız, zamanımız, sağlığımız hep O’nun karşılıksız ihsanıdır. Onların çoğunu helâl dairesi içinde kendi nefsimize harcamamıza müsaade buyurmuştur. Sadece temsilî bir miktarını O’nunla aramızdaki muhabbetimize bir nişâne ve teşekkür mahiyetinde O’na ayırmamızı bize hatırlatmaktadır.

İbâdetlerimizin özü olan hamd, tesbih, tekbir sözleri, tahiyyat ve duâlara gelince… Arş-ı âzamın Rabbi’nin bu övgülere hiç ihtiyacı olmadığı hâlde bize bunları söylememizi emretmesi de hiç şüphesiz bizim asıl maksadımızı unutmamamız içindir. Ne de olsa sözsüz ifadelerin mânâsı, sözlü ifadelerle birlikte açığa çıkar. İnsan şuuru sözlü ifadelerle Cenâb-ı Hakk’ın yüceliğini hatırlayıp durmazsa bu ibâdetlerin asıl maksadını unutabilir ve hareketler kuru taklide dönüşebilir.

İbâdetlerimizin yanında ahlâk ve muâmelelerimizde de Peygamber’in örnekliğine uymak bizi Allah sevgisine lâyık olma seviyesine yüceltir. Esasen insan, sevgi hususunda verici olmaktan ziyade alıcıdır. Çünkü insan sevilmeye, kabul görmeye, takdir edilmeye muhtaçtır.

Peygamberimiz’in Allah sevgisinden ziyade Allah rızâsından bahsetmesi çoğumuzun ihtiyacına daha uygundur. Bizim için asıl ihtiyaç; Allâh’ı sevmekten ziyade O’nun tarafından sevilmektir. Çünkü biz O’nun sevgisine muhtacız; O ise bize muhtaç değildir.

Zaten insanın Allâh’ın sevgisine lâyık olmadığı sürece Allâh’ı sevebilmesine imkân da yoktur. Asıl seven ve dilediğine sevgi verip sevdiren; «Vedûd» olan Mevlâmız’dır.