Yaratılana Şefkat EHL-İ İSLÂM’A MUHABBET

Dr. Âdem AKIN ademakin@yuzaki.com

Muhammed YETİM muyetim@yuzaki.com

VASİYET 33/A

Her Müslüman’ın sadece Müslümanlığı sebebiyle olan haklarını kollayıp gözet. İslâm, her Müslüman’ı şahsiyet itibarıyla nasıl eşit tutuyorsa sen de o şekilde eşit davran. (Aralarından hiç birini hakir görme.) Asla; “Şu kişi saltanat ve makam sahibidir; şu, kıymetsiz biridir; şu, servet sahibidir; şu, fakirdir; şu, büyüktür, şu, küçüktür…” deme. Kimsenin hakkına -ister büyük ister küçük olsun- kastetme. İslâm’ı tek bir şahıs, Müslümanları ise bu şahsın uzuvları gibi düşünüp ona göre hareket et. Bu meseleyi şöyle düşün: Nasıl ki bir insanın varlığı; uzuvlarının, gerek zâhirî ve gerekse bâtınî vasıflarının sağlıklı bir şekilde var olmasıyla mümkünse, İslâm’ın varlığı da ancak Müslümanların varlığıyla mümkündür. Bu bahsini ettiğimiz hakikat Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir hadîs-i şerîfinde şöyle ifade edilmiştir:

“Müslümanların kanları eşittir (diyet ve kısas hususunda aralarında fark yoktur). En zayıfı bile onların hakkını müdafaaya çalışır. Onlar kendileri dışındakilere karşı tek bir yumruk gibidir.” (Ebû Dâvud, Diyât, 11)

Bir başka hadîs-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur:

“Müslümanlar tek bir şahıs gibidir. (Meselâ) gözü ağrısa bütün vücudu elem duyar; başı ağrısa bütün vücudu yine elem duyar.” (Müslim, Birr, 67)

Bu misallerle beraber şunu da ifade etmek gerekir:

Nasıl ki her uzvuna karşı sahip olduğu yer ve kıymetine göre muâmele ediyorsan, ehl-i İslâm’a da sahip oldukları menzileyi dikkate alarak muâmele etmelisin.

Kulağın duymadığını gözünle görür, gözün görmediğini ise kulağınla işitirsin. Ayaklarınla yapamadığın bir işi elinle yapar, elinin eremediği yere ise ayaklarınla gidersin. Yani her bir uzuv hangi gaye ve hikmetle yaratılmışsa onu o şekilde kullanırsın. İşte bu durum, Müslümanlar mevzubahis olduğunda da böyledir.

Her Müslüman’ı sırf Müslümanlığı sebebiyle fert olarak eşit tutmakla beraber her birinin sahip olduğu farklı menzileleri de dikkate al. Meselâ bir âlimin hakkı, ona hürmet göstermen ve onun sözlerine kulak vermendir. Cahilin hakkı ise onu ilmin ve dolayısıyla da (ilimden kaynaklanan dünyevî ve uhrevî) saadetin yoluna teşvik etmendir. Gafilin hakkı, onu gaflet uykusundan uyandırman ve bildiği hâlde gafleti sebebiyle amel etmediği hususlarda ona doğruyu hatırlatmandır. Bunların hakkını böylece îfâ et.

Saltanat sahibi kişinin senin üzerindeki hakkı, yapman veya terk etmen dinen mubah olan hususlarda onu dinleyip emirlerine itaat etmendir. Sultanın koyduğu emir ve yasakları dinleyip onlara itaat etmen senin için vâciptir. Yani aslen yapıp yapmamanın mubah olduğu hususlar, sultanın emir veya yasaklaması sûretiyle senin için vâcip veya yasak hâle gelir. Bu hususun şer‘-i şerifteki delili şu âyet-i kerîmedir:

“Ey îman edenler! Allâh’a itaat edin. Rasûl’e ve dahî içinizden gelen emir (hüküm ve hükûmet) sahiplerine de itaat edin.” (Nisâ, 59)

Senden küçük olan kişinin senin üzerindeki hakkı, rıfk, şefkat ve merhamet ile davranmandır.

Senden büyük kişilerin hakkı ise hürmet ve saygı göstermendir. Küçüğe şefkat gösterip büyüklere tâzim ve hürmette bulunmak Allah Rasûlü’nün sünnetindendir. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimizin şerefini takdir etmeyen kişi bizden değildir.” (Tirmizî, Birr 15)

Yaratılmış her mahlûka merhamet göstermeli ve her birinin hukukuna riâyet etmelisin. Çünkü bir kısmı isyankâr ve bir kısmı üstün fazilet sahibi olsa da, neticede hepsi Allah Teâlâ’nın yarattığı birer kulcağızdır. Bunu dikkate alarak davrandığında büyük ecirlere nâil olursun. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Her canlı mahlûk için (ona yapılacak hayır mukabili) bir ecir vardır.” (Buhârî, Müsâkāt, 9; Edeb, 27; Müslim, Selâm, 153) buyurmaktadır.

Ayrıca şu hadîs-i şerifte bildirilen hakikatten ibret almaz mısın:

“Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıp duruyordu. İsrailoğullarından fahişe bir kadın onu gördü; hemen çizmesini çıkardı ve onunla köpek için kuyudan su çekerek onu suladı. Bu yüzden o kadın bağışlandı.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Selâm, 155)

Bana aslen İranlı olup Malatya’da müderrislik yapan Hasan Vecih isimli bir şahıs şöyle bir hâdise anlattı:

Buhârâ’da zâlim ve sefih bir vali vardı. Çok soğuk bir kış gününde soğuktan donmak üzere olan uyuz bir köpek gördü. Hemen hizmetçilerine emredip o köpekçiği kendi evine götürmelerini ve orada sıcak bir yere koymalarını emretti. Sonra onu yedirip içirdi, böylece köpek iyice ısındı. Daha sonra ise hâtiften duyduğu veyahut rüyasında işittiği bir ses (İbn Arabî buradaki şüphenin kendi hâfızasından kaynaklandığını ifade ediyor) ona şöyle söyledi:

“Ey filân! Sen (bu zamana kadar yapıp ettiklerinle) insanlıktan çıkmış, âdeta köpekleşmiştin. Ancak şimdi seni bir köpeğin hatırına bağışladık.” Bu hâdiseden sonra vali fazla yaşamadı ve öldü. Bu şefkatinin bereketiyle cenaze merasimine çok büyük bir kalabalık katıldı.

Bir köpeğe karşı şefkat bile bu denli mükâfatlandırılıyorsa, bir Müslüman’a karşı şefkat ve merhametin mükâfatını var sen düşün!..