GÖÇER KERVÂN-I NÛRÎ

Asım UÇAROK

Onu aslında hepimiz tanıyorduk. Sîne-i sûzânından gelen şu feryâdı işitmeyenimiz var mı?

Yâ Rasûlâllah firâkın yaktı, ben soldum bugün,
Ah nasıl etsem tahammül, dertliyim doldum bugün,
Sîne sûzân, dîde giryân, dil perîşân, kıl medet,
Bîkesim, bir çâre lutfet. çâresiz kaldım bugün.

Hâk-i pâyin, pür-şifâdır şüphesiz mücrimlere
Arttı derdim, bir şifâ almak için geldim bugün
Rahmeten li’l-âlemîn’sin sen şefîu’l-müznibîn
Ey kerem ummânı sultânım ümid buldum bugün

Şubat ayında, dâr-ı bekāya dualarla uğurladığımız merhum Nûri BAŞ, inşâallah nurlu bir ömrün sonunda yanık sînesini ferahlatacak Kerem Ummânı’na vâsıl oldu.

Şiir kitaplarının adlarıyla şöyle niyaz etmişti, bir eserinin girişinde;

“İnşâallah Kervanımızla; Hadîs-i Şerifler’den Buketler ışığı altında Nurlu Ufuklara doğru beraberce hareket ederek selâmet sahiline ereriz.”

Onun şiir kervanı zaten başka bir menzil aramıyordu. 1930 yılında doğduğu Konya’da hâfızlıkla başladığı tahsilini, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, Sıdkızâde Ali Efendi, Postalcı Hacı Abdurrahim Efendi ve Çiğili Cemil Efendi gibi üstatlardan aldığı ilim ve irfan ile ikmal etmişti.

Lisan, ses ve el üçlüsüyle kabiliyetli olduğu sanat cihetinde de Konya’nın mûsıkî üstatlarından ve bir müddet de üstat Sadettin KAYNAK’tan bazı ilâhîler meşk etmiş; Mehmet Emin BOLAY’dan Farsça ve edebiyat dersleri almış; Hattat Şükrü Efendi ve Hattat Hüseyin ÖKSÜZ beylerden de hat dersleri meşk ederek icâzet almıştı. Çeşitli cami, meclis ve mahfillerde mevlîd-i şerif, ilâhî, kasîde, na‘t, münâcat, marş gibi edebî ve mûsıkî eserlerini icrâ ettiği gibi, kalemiyle de Konya çapında ve ülke çapında neşredilen gazete ve dergilerde şiir ve makaleler neşretti.

Bunların yanı sıra ticaret, vakıf hizmetleri, eğitimcilik ve imamlık vazifelerini de deruhte ettiği bereketli bir ömür yaşadı.

Şiir anlayışını âyet ve hadisler çerçevesinde belirliyor ve özetle şöyle anlatıyordu:

“Şiir; geçmişten ibret dersi almak, hâl için irşad, ikaz ve nasihat, geleceğe hazırlık, hamle ve hıza bir mesaj teşkil etmelidir.

Şiir; gerçeğin, aklın, fikrin, idrakin ve şuurun ifade yoluyla tecellîsidir.

İslâm; şiir olsun, nesir olsun hayra hizmet eden her sözü güzel görmüş, hayal mahsulü, fitne ve fesat saçan boş sözleri (mâlâyânî) ise lüzumsuzluk saymış ve reddetmiştir.” (Nurlu Ufuklar, s. 5, 6)

Şiiri hikmet ve insanlığa hizmet çerçevesinde ele alan Nûri BAŞ; şiiri mârifet ufuklarına tercüman eden Hazret-i Mevlânâ ve Şehîd-i Aşk Erbilli Es’ad Efendi gibi şahsiyetlerin izindeydi.

Hazret-i Mevlânâ’nın ölümsüz eseri Mesnevî üzerine; «Mânâ ve Mefhûmuyla Mesnevî’den Parıltılar» adıyla bir eser vücuda getirdi. Mesnevî’den mânâları aruz ve heceyle yeniden nazmederek, günümüz okuruna yine şiirle takdim ediyordu. Bir misal:

Rabbim! Has kullarını kabûl edersen eğer,
Mücrim, hangi kapıya varıp ilticâ eder?

Rahmetini yalınız umacaksa sâlihler,
Bunca günahkâr kime giderek hâcet diler?

Es’ad Erbilî Hazretlerinin de âteş kesilen gazellerini tahmîslerle yâd ediyor, ettiriyordu.

Merhum, 2005 yılında yetmiş beş yaşında idi. Yayın hayatına başlayan Yüzakı ile hiç yaşlanmayan şair yüreği, bir civan gibi heyecanlanmıştı. «Yüzakı Dergisini Tebrik» adlı şiirinde şanlı mâzîyi anlattıktan sonra, genlerde bir uyanışın müjdesini veriyordu:

Yüzü akların nesli, olmalıydı «yüzü ak»
Müjde! «Gen»ler uyandı, sevinçliyiz muhakkak.

Şükür açtı gönlümde yine güller ve lâle,
Itırlandı âfâkım, geldi güzel bir hâle.

«YÜZAKI!» Can dostlarım! Sizi tebrik eylerim.
Cân u dilden destekler, başarılar dilerim.

İzn-i Hak’la bu hizmet ilelebet gidecek,
Umarım azminizi Mevlâ’m te’yîd edecek.

Yüzakı Dergisinde, ekseriyeti Es’ad Erbilî Hazretlerinin eserlerine tahmîslerden oluşan şiirlerini de yayımlayan Nûri BAŞ, yaşını ve yılların alışkanlıklarını mazeret göstermemiş, bazı şiirlerini Yüzakı’nda netleşmeye başlayan titiz, zengin fakat anlaşılır söyleyişle yeniden kaleme almıştı.

Güzel bir misal:

Belde-i pâkin için arttı tahammül sînede,
İştiyâk-ı ru’yetin, eyler tekâmül sînede,
Hasretin nârıyla yandım, yok tahammül sînede.

Gül yüzün görmek için artar temâyül sînede.
İştiyâkın, durmadan eyler tekâmül sînede.
Ravzanın aşkıyla yandım, yok tahammül sînede.

Yetmiş beş yaşında taptaze bir heyecanla gelen bu tashihler, edebiyat araştırmacıları için alâka uyandırıcı bir misal olmalıdır.

İsmi gibi nûrânî sîmâsından tebessümü eksik etmeyen, hitap ve beyanı zarafet ve nezaket timsali olan merhumun elbette sevenleri, dostları, öğrencileri de çok idi. Büyük teveccühün olduğu cenazesini şu niyazın kabulüne işaret saymak herhâlde yanlış olmayacaktır:

Ölüm, belli bir hedef, âhiretin durağı,
Son demleri insanın, Allâh’a dönme çağı.
Ne saâdet, ne lütuf, ölmek İslâm yolunda,
Dârusselâma gitmek, mü’minlerin kolunda.

Şiiri, sanatı, ilmi aslında hayatı böyle mânevî bir pencereden görenler, bir gün o pencereden kanatlandıklarında aslında ölmüyorlar. Sır oluyorlar. Gönüllerimizde, hâfızalarımızda, hâtıralarımızda nur yüzlerinin ve sözlerinin akislerini bırakarak.

Yûnus’un dediği ve merhum Nûri BAŞ’ın hatırlattığı gibi:

Nasıl Yûnus bu, hiç ölmez asırlar var ki dillerde,
İlâhî aşkla müstağrak, yaşar dâim gönüllerde.
Yaşar elbette… Nâdanlar, bu ulvî sırrı bilmezler,
Yunus zîrâ: «Ölen hayvân imiş, âşıklar ölmez.» der.

Şairi ebediyete uğurlamanın olmazsa olmazı tarih düşürmekti bir zamanlar. Biz de merhum şairi bir tarih kıt’asıyla rahmet-i ilâhîyeye tevdî ediyor, kederli ailesine sabırlar diliyoruz:

Göçer kervân-ı Nûrî BAŞ, beşer fânî, Hüve’l-Bâkî,
Firâkın yangınından kurtulur, handân olur Nûrî,
Lügat aslā kifâyet etmiyorken vaslı târîfe,
Visal târîhi istersen derim yalnız «lügat» kâfî! (1430)
(Tâlî)