TÜRKLERİN İSLÂMİYET’E HİZMETLERİ -2-

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETİ
İTİL BULGAR HANLIĞI
Bulgarlar önceleri Göktürk Kağanlığı’nın idaresi altında yaşıyorlardı. Ancak 630’da Göktürk Kağanlığı’nın fetret devrine girmesi üzerine Bulgarlar Büyük Bulgarya Devleti’ni kurdular. Fakat bu devlet uzun ömürlü olmamış, 665 yılından sonra komşu Hazar Kağanlığı tarafından parçalanmıştı. Bu parçalanmadan sonra Asparuh idaresindeki kalabalık Bulgar kütleleri Tuna’ya yönelmiş ve Balkanlara girerek Tuna Bulgarları Devleti’ni kurmuştur (621). Zamanla Tuna Bulgarları Slavlaşmış ve Boris Han’ın 846’da Ortodoksluğu resmen kabulüyle de Hıristiyan olmuşlardı.
Öte yandan bir kısım Bulgarlar da Volga ve Kama ırmakları bölgesine yerleşerek Orta Asya ve Kafkaslardan gelen tüccarlar eliyle Müslüman oldular. Şüphesiz bu tüccarlar örnek kişilikleriyle İslâmiyet’in yayılmasında önemli bir rol üstlendiler. Doğru terazi ve arşın kullanan, mukaddes gayeler taşıyan tüccarlar bir tür kara koloniciliği yoluyla bölgenin ticarî hayatını şekillendirmişlerdir. Bağdat’tan başlayıp İran üzerinden Harezm’e ve Volga’ya uzanan ticaret kervanları yoluyla bu tüccarlar bölgede İslâmiyet’in tanınması ve yayılışında etkili oldular.
Böylece İslâmiyet, Türkler arasındaki ilk büyük başarısını İslâm topraklarından çok uzaklarda Volga ve Kama Bulgarları arasında «Karanlıklar Ülkesi»nde elde etmiş oldu.1
Bulgar tüccarları, İslâm dünyasından, daha çok; dokuma kumaş, silâh, lüks eşyalar, çanak ve çömlek ithal etmekteydiler. Buna karşılık; kürk, at-keçi derileri, oklar, kılıçlar, zırh, sığır ve doğanlar satmaktaydılar. İslâm dünyasıyla ilişki içerisine girmeleri sonucu Bulgar ülkesinde deri tabaklama, kunduracılık ve tarım alanında büyük ilerlemeler meydana geldi. Nitekim 900 tarihlerinde Bulgarlar arasında İslâm dinini kabul edenler çoğunluktaydı. Nihayet Şelkey oğlu Yıltaver (İlteber) Almış’ın İslâm dinini benimsemesiyle İtil Bulgarları Müslümanlığı devlet dini olarak kabul ediyorlardı. Almış Han 920 tarihlerinde Abbasî Halîfesine din âlimleri ve mimarlar göndermesi için müracaatta bulunmuş, ayrıca isim ve unvanını da Emir Câfer bin Abdullah olarak değiştirmişti. Halîfe Muktedir-billâh da din adamlarıyla mimarlardan oluşan bir heyet gönderdi. Aralarında ünlü seyyah ve bilgin İbn-i Fadlân’ın da bulunduğu bu heyet 922 Mayıs’ında Bulgar ülkesine ulaşmıştı.2 O tarihten sonra Bulgar ülkesi Abbâsî Halîfelerine bağlı bir Müslüman yurdu, Bulgarlar da doğu Avrupa’da Türk-İslâm kültürünün temsilcisi olmuşlardı.
Bulgarlar çok uzun bir süre refah içinde yaşadılar. 1236 yılındaki Moğol saldırısından sonra ise bütün şehirleri harabeye döndü ve büyük bir katliâma maruz kaldılar. Tekrar toparlandılarsa da, 1361’de Altınordu Devleti’nin, 1391’de de Timur’un seferleri sonucu şehirleri yeniden tahrip oldu. Bulgarlar bundan sonra Kazan Hanlığı’na bağlı olarak yaşadılar. Bu hanlığın nüfusunu Bulgar, Kıpçak karışımı Müslüman halk oluşturuyordu. Günümüzde Kazan Türkleri Rusya’da yaşayan Müslüman milletlerin en etkili kısmını oluşturmaktadır. İtil Bulgar Türklerinin halefleri olan Tatarlar, bugünkü Rusya Federasyonu’na bağlı topraklarda yapılan cami, mescid ve medrese gibi kurumları bina eden topluluktur. Bu toplumun nesli ve dilinin bugün, genellikle Çuvaşlar tarafından sürdürüldüğü kabul edilmektedir.
ORTA ASYA’DA KURULAN İLK TÜRK-İSLÂM DEVLETİ KARAHANLILAR
Karahanlı Devleti, Ötüken vadisinde hüküm süren Uygur Devleti’nin 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılması üzerine Orta Asya’da tarih sahnesine çıkmıştır. Karluk ve Yağma isimli Türk boyları bu devletin ilk kurucu unsurlarıydı.
Karahanlılar Batı Türkistan’da hüküm sürmüş ilk Türk-İslâm devletidir. Esasen bir başka yönüyle de Karahanlılar dönemi Orta Asya ve Türk dünyasının bütünüyle İslâm dairesine girdiği dönem olarak kabul edilir.
İlk hükümdarları Bilge Kül Kadir Han olan Karahanlılar, eski Türk kültüründen İslâm kültürüne geçişi sağlayan bir köprü devleti olmuştur. Millî motifleri öne çıkmış olan bu devlet, klâsik Türk devlet geleneğine uyularak iki kanat hâlinde idare edilmekteydi.
Karahanlıların ilk Müslüman hükümdarı olan Satuk Buğra Han, amcasına karşı giriştiği taht mücadelesini kazandıktan sonra İslâmiyet’i yayma görevini üstlenmiş, Orta Asya bozkırlarında Müslüman olmayan Türk boylarına karşı mücadele ederek İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Abdülkerim adını alan Satuk Buğra, gayrimüslim Karahanlılara ve diğer Türk boylarına karşı giriştiği mücadelede Müslüman gönüllülerden de istifade etmiştir.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın; halkı Müslüman olmaya teşvik edişi, bilginlere verdiği destek ve bizzat İslâmiyet’i yayma konusundaki kararlı tutumu, onu Türklerin tarihinde efsane isimlerden biri yapmıştır. Onun eliyle on binlerce çadır halkı öbek öbek Müslüman olmuş ve İslâmiyet’in doğu bölgesinde Çin sınırlarına kadar yayılması da böylece mümkün olabilmişti. Yusuf Has-Hâcib «Kutadgu Bilig» adlı eserinde bu yeni devletin yapısını ve hedeflerini şöyle ifade etmektedir:
“Gök gürledi nevbet davulunu vurdu: Şimşek çaktı, hakanın tuğunu çekti.
Biri kınından çıkınca, ona memleketler sunar: Biri nam ve şöhretini dünyaya yayar.
Büyük Tavgaç Buğra Han dünyaya hâkim oldu: Adı kutlu olsun. Tanrı onu her iki cihanda aziz etsin.
Ey dinin izzeti, ey devletin kurucusu, ey milletin tâcı, ey şerîatın hâdimi.
Tanrı bütün dileklerini verdi; bundan sonra da Tanrı daima sana destek olsun.
Ey dünyanın süsü, ey ululuğun ziyneti, ey saltanatın nûru, ey dönek huylu saadetin bağını elinde tutan,
Devran sana memleket ve taht verdi; tanrı bu taht ile bahtını daim etsin.
Hakan tahta oturunca, dünya âsâyiş buldu. Bundan dolayı dünya ona şâhâne hediyeler gönderdi.
Kimi doğudan binlerce armağan sunmaktadır; kimi batıdan hizmetine koşmaktadır.
Saadet hizmet için gelmiş, kapıda durur. Kapıda duran kulluk için durur.
Dünya kulluk için böyle hazırlandı; düşman boyun eğdi, ortadan kayboldu.
Hakanın nâmı, şânı dünyaya yayıldı. Onu göremeyen gözlerin uykusu kaçtı.
Dünya âsâyişe kavuştu ve nizam kuruldu. O adını kanunla yükseltti.
Kim cömert yüzü görmek isterse, gelsin hakanın yüzünü görsün.
Kim mesut, kimseyi incitmeyen ve vefakâr birini görmek dilerse onun yüzünü görsün. Onun her işi vefadır.
Zarar görmeden, kendine hep fayda sağlamak dilersen, beri gel, hizmet et, gönül ver, ısın.
Asil, alçakgönüllü, şefkatli ve yumuşak huylu bir kimse görmek istersen, gel onu gör ve gönül rahatına kavuş.
Ey iyi tabiatlı ve asil nesepli hakan, dünya senden mahrum kalmasın!
Ey devletli hükümdar, Tanrı sana saadet verdi; adını bin kere zikrederek ona şükür lâzımdır.”3
Öteden beri İslâm bilginlerinin yerleşerek ciddî ilim havzası hâline getirdiği Kâşgar, Buhârâ ve Semerkant Karahanlıların önemli merkezleri oldular. Zamanla bütünüyle Mâverâünnehir havzası, doğu ve batı Türkistan, Karahanlı hâkimiyetine girmişti.
Türkler Müslüman olduktan sonra son derece sâdık ve samimî bir tutum takınmışlardı. Nitekim Arapların Orta Asya’ya yayılışları esnasında ecdatlarının mukavemetini üzüntüyle karşılayan efsaneler bile üretmişlerdi. Kâşgarlı Mahmud’a göre Fergana ve Şıkni arasında oturan halk, burada Hazret-i Peygamberin ashâbını mağlûp etmiş; bu sebeple Hazret-i Ömer’in bedduasına uğrayarak gür sesleri kısılmış; bu günahın cezası evlâtlarına da intikal etmiş ve onların da seslerinin kısık kaldığına inanılmıştı.4
Sâmânoğulları Devleti’ni 999 yılında tamamen topraklarına katan Karahanlılar, bu kez bir başka Türk devleti olan Gaznelilerle karşı karşıya gelmişlerdi. Fetih politikalarını Uygurlar üzerine yönelten bu devlet, çok önemli zaferlerin ardından Uygurları da itaat altına almayı başarmıştı. Karahanlıların coşku dolu fütuhat ve gazâ anlayışı Satuk Buğra Han’ın ölümünden sonra oğulları tarafından da devam ettirilmiştir.
Eski Türk devletlerinin en önemli zaafı olan iç çekişme ve şehzadelerin mücadelesi bu devletin de zayıf noktasını oluşturmuş, bu durum devletin önce parçalanmasına, ardından da yıkılmasına yol açmıştır. Doğu Karahanlılara Moğolların bir kolu olan Karahıtaylar, Batı Karahanlılara ise Harzemşahlar son vermiştir.
1 Jean Paul ROUX, Türklerin Tarihi, s. 192.
2 Erdoğan MERÇİL, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, TTK.
3 Kutadgu Bilig; s. 18-19. Çeviren Reşit Rahmeti ARAT, 1988, TTK.
4 Türklerin İslâmlaşma Süreci, Dr. Bekir BİÇER, s. 102.