MOLLA LÜTFİ’DEN NÜKTELER -1- HAZRET-İ İSA’NIN BEŞİĞİNİN BEZİ

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK
noztoprak@marmara.edu.tr

Rivayete göre bir gün Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) bir kitap almak için kendi adıyla anılan kütüphaneye gelmiş, kütüphane hâfız-ı kütübü Molla Lütfi’ye (öl. 1494);
“–Bana şu kitabı alıver!” diye emretmiş.
Molla, kitaba birkaç hamle yapmış lâkin kitap ulaşamayacağı kadar yüksekte imiş. Kitaplığın önünde yerde bulunan bir mermere basarak denemeye kalkmış. Molla’nın hâlini gören nüktedan padişah takılmadan edememiş;
“–Hele n’eyledin? Ol taş İsa -aleyhisselâm-’ın mevlididir (doğduğu yerdir), ol taş üstünde doğmuştur!” demiş.
Molla o an bir şey söylememiş bu sözü yutkunmuş ve işine devam etmiş. Biraz dolaştıktan sonra gözüne kitapların üzerindeki eski bir bez parçası ilişmiş. Güve yenikli, delik-deşik olmuş, üstü kapkara toz kaplı bu bez parçasını, parmaklarının ucuyla nâzikçe kaldırmış, yine aynı saygı ve ihtiramla sultanın dizinin üzerine koymuş. Sultan bu durum karşısında şaşırmış ve huzursuzluğunu gizleyemeyerek sormuş;
“–Bre Molla, bunu benim üzerime niye getirdin?” demiş.
Molla Lütfi sakin bir tavırla;
“–Devletlû padişahım! Huzursuz olmayınız. Bu bez İsa Peygamber’in beşiği bezidir.” diyerek padişaha çok geçmeden karşılık vermiştir.1
MOLLA LÜTFİ
Fatih döneminin şakalarıyla tanınan âlim ve şairlerinden Molla Lütfi yukarıdaki kıssadan da anlaşılacağı gibi Fatih ile şakalaşacak kadar ona yakındı. Molla Lütfi, Fatih Sultan Mehmed’in devlet işlerinde müşaviri ve sonradan veziri olan kendisinin de hocası olan Sinan Paşa’nın tavsiyesi üzerine sultanın kütüphanesine «hâfız-ı kütüb» olmuş ve kısa zamanda Fatih’le ilişkisini ilerletmişti. Yeri ve zamanı gelince sözünü esirgemediği için lâubali, deli-dolu, nüktedan yaratılışı sebebiyle Deli Lütfi diye de anılırdı. Şakaları kendi meslektaşları arasında hicve kadar uzanınca etrafına huzursuzluklar vermeye başladı. Bunlar kıskançlıkla birleşince iftiraya dönüşerek sonu Nef’î (öl. 1635) gibi ölüme gitti.
Molla Lütfi, XV. yüzyıl Osmanlı bilim adamlarındandır. Adı Lütfullah olup Molla Lütfi diye tanınmıştır. Sarı Lütfi, Deli Lütfi diye de bilinirdi. Kaynakların verdiği bilgiye göre dilini tutamaması, sözünü esirgememesi, aykırı kıyafeti ve deli-dolu davranışlarından dolayı ona zamanında bu ad verilmişti. Ancak kaynakların ittifak ettiği diğer bir husus ise onun Ankā gibi benzeri olmayan bir bilgin olması idi. Molla Lütfi ilk önce döneminin büyük âlimleri arasında sayılan babası Kutbuddin Hasan’dan dersler aldı. Sonra Sinan Paşa’dan yer ve gök bilimlerini öğrendi. Ali Kuşçu’dan öğrendiklerini hocası Sinan Paşa’ya da aktarırdı. Sonra Sinan Paşa’nın delâletiyle Fatih Sultan Mehmed’in kütüphanesine hâfız-ı kütüb oldu. Böylece bilgisini artırma fırsatı buldu. Kütüphane memurluğunun dışında Bursa, Filibe, Edirne ve İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı.
Molla Lütfi, âlim kimliği yanında geleneğe uyarak Türkçe, Arapça, Farsça üç dilde şiir de yazmıştır.
Sehî Bey, «dîvâne-veş âdem olduğu eş‘ârundan mâlûmdur.»2 diyerek onun şiirlerinin makbul olmadığına işaret etmektedir. Onun şiirlerinden söz ettikten sonra şu beyitleri kaydetmiştir:
Aşkın kopuzun yine çalayın mı ne dersin?
Âlemlere âvâze salayın mı ne dersin?

Rüsvâ-yı cihân olmak içün şîşe-i ârı
Ne olsa gerek taşa çalayın mı ne dersin

Nâlişler edüp ney gibi gavgāsını aşkın
Baştanbaşa yine satun alayın mı ne dersin3
Gerçekten de kaynakların söylediği gibi onun şiirle fazla ilgilenmediğine eserleri de şahitlik yapmaktadır. Müstakil bir dîvânı olmadığı gibi manzum bir eseri de yoktur. Onun şiirlerinin bir kısmı mensur eserlerinin içine serpiştirilmiş hâldedir. Bununla birlikte onun «Uslu Şücâ Münâzarası» veya «Harnâme» diye anılan eseri Türk edebiyatının en önemli mizahî eserlerindendir. Eserde uslu kelimesinin Sırpça’da «koca eşek» anlamına gelişine dayanarak, zamanının «uslu» adıyla tanınmış bilginlerinden Şücâuddin İlyas’ı alaya almıştır. Onunla birlikte dönemin vezirleri, «Sahn Medreseleri»nde görev yapan müderrisleri de paylamaktan geri durmamıştır. Daha sonra tanıtırken uzun uzun üzerinde duracağımız eserde eşekle ilgili bütün atasözlerini ve deyimleri yeri geldikçe kullanmıştır. Bu Türkçe eserinin dışındaki diğer bütün eserleri Arapçadır. Hendeseden ve vebâ hastalığının çarelerinden söz eden Taz’îfü’l-Mezbah, ilimlerden söz ettiği ve tasnifini yaptığı Mevzûâtü’l-Ulûm ve’l-Metâlibü’l-İlâhiyye en tanınmışlarıdır. Bunların yanında irili-ufaklı birçok eseri vardır.4
Dili gevşek, çenesi düşük ancak yüreği çevik olan Molla Lütfi latife konusunda kendini tutamaz, kim olursa olsun yeri geldikçe, uygun düştükçe yapıcı veya kırıcı olmasına aldırmadan insanları paylardı. Onun tabiî davranışı böyleydi. Latifeleri onun hiciv yönünü olduğu kadar nükteci yönünü de göstermektedir.
ŞÖHRETİ ZÂTINA GALİP
Molla Lütfi’nin şakalaştıklarından biri Molla İzârî’dir. Sultan Bâyezid (1481-1512) devrinde Sahn Medresesinde birlikte çalıştıkları dönemde Molla Lütfi; «Molla İzârî’nin şöhreti zâtına galiptir.» diyerek açıklamıştır.
Etki-tepki, etme-bulma dünyasının tabiî bir tezahürü olarak İzârî de Molla Lütfi’nin yazdığı «şekl» redifli kasîdesine cevap yazıp ondan öcünü almak kastıyla kasîdesinin zeylinde şu beyti kaydetmiş:
Şimdi âlem benim ağyâr ile destânım okur;
Kıssa-i Heştbehişt Âdem ü Şeytân-şekl…
Şair İzârî bu beytinde, Molla Lütfi ile arasında geçen hâdiseleri Hazret-i Âdem ile şeytan arasında geçen cennet kıssasına benzeterek;
“Şimdi âlem benim düşmanlarla aramda geçen olayları anlatan destanımı okumaktadır.” demek sûretiyle kendini Hazret-i Âdem’e, Molla Lütfi’yi de şeytana benzeterek yaralı gönlünü biraz olsun ferahlatmıştır.5
SEN BENDEN EŞEK İMİŞSİN!
Sultan Mehmed Sahn-ı Semâniye’de müderrislik yapanlardan, tanınmış altı lügati (Sıhah, Cevherî, Kāmûs, Tekmile…) ihtivâ eden tek bir kitap hazırlamalarını istemişti. Çalışmaların devam ettiği bir sırada bu projenin içinde yer alan zamanın bilginlerinden Uslu Şücâ ile Molla Lütfi hamamda buluştular. Konu sözlükten açıldı ve birbirlerine ne yaptıklarını anlatmaya başladılar. Uslu Şücâ her satırına bir «şek alâmeti» koyduğunu söyledi. Molla Lütfi ise;
“Ben sahifeye bir alâmet-i şek koyuyorum, meğer sen benden eşekk imişsin” diyerek esasen pek sevmediği, tanıdığı kadar da âlim olmadığını düşündüğü şahsı «eşşek» yapıverdi. Her ne kadar «şekk»den gelen «eşekk» Arapça; «şüphe sahibi, çok şüpheci» anlamlarında ise de o Türkçe bir hayvan ismi olan eşek kelimesini kastetmiştir. Bilindiği gibi Molla Lütfi şiir yazacak kadar Arapçayı ve Farsçayı iyi biliyor, kelimelerin farklı dillerdeki anlamlarını kastederek yeri geldikçe laf oyunları yapıyordu.6
Diğer lâf oyunlarından bazılarını ve Harnâme’nin kültürümüz içindeki yerini gelecek sayıda yazmak dileğiyle…
1 Sehî, Heşt Behişt, haz. Günay KUT, Harvard Üniversitesi Yay., 1978, s. 150.
2 Sehî, Heşt Behişt, s. 152. Orhan Şaik GÖKYAY, Molla Lûtfî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1987, s. 21.
3 Bu mısraın vezni aksamaktadır.
4 Orhan Şaik GÖKYAY, Molla Lûtfî, s. 26-38.
5 Orhan Şaik GÖKYAY, “Molla Lûtfînin Mizah ve Hiciv Yönü”, Tarih ve Toplum, Ekim 1986, c. 6, S. 34, s. 59-60; Orhan Şaik GÖKYAY, Molla Lûtfî, s. 4-5.
6 Orhan Şaik GÖKYAY, Molla Lûtfî, s. 5; Orhan Şaik Gökyay, “Molla Lûtfînin Mizah ve Hiciv Yönü”, Tarih ve Toplum, Ekim 1986, c. 6, S. 34, s. 60.