KENDİ İÇİMİZDE VE İNSAN İLİŞKİLERİNDE DENGE

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com


Çocuğumuzun küçükken yaptığı yaramazlıklara gösterdiğimiz tahammülü, büyüdüğündeki yaramazlıklarına gösteremiyoruz. Değişiklik onda mı bizde mi? Her yaş dönemi için normal olan yanlışlar, onlar biraz daha büyüdüğünde bizi endişelendiriyor.
Hâlbuki çocuğun belli yaş dönemlerinde belli yanlışları yapması çok tabiî. Tabiî olmayan şey, bizim beklentilerimizin yükselmesi ve bu yüzden de sabrımızın tükenmesi değil mi? «Hele bir büyüsün o zaman daha rahat olacak.» anlayışının oluşturduğu gerçeklerle beklentilerimiz arasındaki dengesizlik çocuğumuzla yaşadığımız çatışmalara sebeptir.
Eşimizle olan ilişkilerimizde de; yeni evliyken hatalara gösterdiğimiz hoşgörüyü yıllar sonra gösteremiyorsak, bu da kendi içimizdeki dengelerin bozulmasındandır aslında.
«Huylu huyundan vazgeçmezmiş.» anlayışına teslim olarak ümitleri yitirip karamsarlığa kapıldığımızdaki dengesizliğimiz, aile içindeki ilişkileri ya sıradanlaştırır ya da tamamen koparır. İyimserlik ve karamsarlık arasındaki denge, hem çocuklarımızla hem de eşimizle olan sağlıklı ilişkilere yön verir.
İş yerindekilerle de zaman geçtikçe birbirimizin kuyusunu kazmak istercesine sergilediğimiz tutum ve davranışlar kendi içimizdeki kâr ve zarar dengelerinin bozulmasından kaynaklanmaz mı? Yeni tanıştığımızda iyi olarak nitelendirdiğimiz iş arkadaşlarımız zamanla değiştiler mi, yoksa biz mi bazı şeylerin endişesine düşerek içimizdeki dengeyi bozduk ve değiştik?
Akrabalarla olan muhabbetimizde de çocukluğumuzdaki sıcaklığı bulamayışımızın sebebi sıla-i rahimi önemsemememizden kaynaklanan dengesizliğimiz değil midir? Çoluk-çocuk sahibi olmakla dünya meşgalelerine kendimizi kaptırıvermemiz; «bunca zamandır aramadıysak bundan sonra neden arayalım ki!» fikriyle; «ya hep ya hiç» dengesizliğine düşmemiz akrabalarla ilişkilerimizdeki soğukluğa sebeptir.
Ya dostlarımıza neden bu kadar uzak kaldık? Kanımızın damarlarımızda deli deli dolaştığı o gençlik yıllarında sabahlara kadar sohbet ettiğimiz, beyin fırtınaları yaptığımız, değişimin ve gelişimin kaçınılmaz olduğunu düşündüğümüz o deli-dolu yıllarda bir ve beraber hareket ettiğimiz o dostlardan bugün neden bu kadar uzaklaştık?
Her geçen gün biraz daha fazla sahip olduğumuz imkânlar mı bize birbirimizi unutturdu? Yine çoluk-çocuk, uzaklık gibi sebepler vardır mutlaka öne süreceğimiz.
Ya peki, birbirimizi Allah için seveceğimiz ve sahip olduğumuz imkânları kullanarak insanlığa fayda sağlayabileceğimiz yeni dostluklar neden kuramıyoruz? Yoksa birbirimize baktığımızda artık gözlerimizde uçuşan dolarlar mı görüyoruz? Asıl dengesizlik ilişkilerde değil kendi içimizdedir!
Çocuğumuzla, eşimizle, iş yerindekilerle, akrabalarla, dostlarımızla olan ilişkilerimizde yaşadığımız gel-gitler, iniş-çıkışlar aslında kendi içimizdeki dengelerin alt-üst olmasından kaynaklanır desek doğru bir tespit yapmış olur muyuz acaba?
İnsan insana ilişkilerimizin iyi iken bozuluvermesine sebep, hüsnüzanla başlattığımız ilişkilere Allah rızâsına uygun olmayan duygu, düşünce ve davranışları eklememizdir.
Dinî hassasiyetlerle örtüşen duygu, düşünce ve davranışların (farkında olarak ya da olmayarak) hayatımızdan çıkması, içimizde ve dolayısıyla ilişkilerimizde öyle bir dengesizliğe sebep olur ki bunu fark edememek büyük bir basiretsizliktir.
“Mü’min, ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilen kimsedir. Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur.” (Beyhakî) hadîs-i şerîfi; bizim, karşımızdaki kişinin özelliklerine bakmaksızın bizimle geçinilen ve dostluk kurulabilen bir kişi olmamızı öngörür.
Çocuğumuzla, eşimizle, arkadaşlarımızla, akrabalarımızla olan ilişkilerimize yön veren, Allah rızâsını kazanma duygusuysa birçok şeye sabretmemiz, içimizdeki dalgalanmalara rağmen hâlâ O’nun rızâsını gözetmek adına iyi ilişkiler kurabilmemiz çok daha kolay olacaktır.
Karşımızdakini değiştiremeyiz ama kendimizi değiştirmek için kalp-akıl ve nefis arasındaki dengeyi yeniden kurabiliriz. Bu dengeyi gözden geçirdiğimizde hem kendimizle hem de çevremizdekilerle olan ilişkilerimizde daha küçük ve daha seyrek gel-gitler yaşayarak daha çok huzur yakalayabiliriz.
Sahâbenin kendi içlerindeki dünya-âhiret dengesini kurmak için verdiği mücadeleyi bizim de vermemiz kendimize ve dolayısıyla insan insana ilişkilerimize olumlu katkılar sağlayacaktır.
Bazı sahâbîler kendilerini tamamen âhirete vererek, evlenmeyerek, oruçsuz gün geçirmeyerek, her gece gözlerini uykuya uğratmadan sabahlayarak dünyadan nasiplerini terk etmeye karar vermişlerdi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu tavra müdahale ederek sünnetinde gösterdiği dengeyi tavsiye etti. Onlara nefislerinin ve ailelerinin de üzerlerinde hakkı olduğunu anlattı.
Onlar dine fazla meyletmekle insan ilişkilerinde bir dengesizlik oluşturmuşlardı.
Biz ise nefsimize fazla meyletmekle insan ilişkilerinde bazı dengesizlikler yaşıyoruz.
Dengeyi yakalayabilmenin yolu ise yapıcı eleştiriye ve eleştirmeye açık olabilecek kadar ülfet edebilen ve ülfet edilebilen olmaktır.