AĞZI ALTINLA DOLDURULMAK İSTENEN MÜEZZİN

Dursun GÜRLEK dursun.gurlek@mynet.com


Sâdî, Gülistan’da diyor ki: Bir fıkıh bilgininin son derece çirkin bir kızı vardı. Zamanı geldi, gelinlik çağına yetişti. Çeyizi, malı-mülkü bulunduğu hâlde, bir talibi çıkmadı. Çıkmaz tabiî, en seçkin ipekli kumaşlar bile böyle bir gelinin üzerinde çirkin görünür. Kısacası, fıkıh bilgini mecbur kaldı ve kızını bir âmâya nikâhladı. Anlatıldığına göre, o tarihte Serendip Adası’ndan bir hekim gelmiş. Kör gözleri açıyormuş. Fıkıh âlimine;
“–Damadını niçin hekime göstermiyorsun?” diye sormuşlar. Bilgin;
“–Gözü açıldığı takdirde kızımı boşamasından korkarım!” demiş.
Bu hikâyeyi nakleden Sâdî, hemen hükmünü veriyor ve;
“Çirkin yüzlü kadının, kocasının kör olması daha iyidir!” diyor.
Efendim, bilinen bir gerçektir ki çirkin yüzler, abus suratlar, kerih manzaralar gözlere ıstırap verdiği gibi; iğrenç sesler, kötü sözler ve çirkin müzik de kulakları rahatsız etmektedir. Gözün güzele olan hasreti ne ise, kulağın hoş sadaya duyduğu muhabbet de odur. Ne yazık ki bugün, hoş sadalarla, kulaklarımızdaki pası gideremiyoruz; aksine boş sadalarla oyalanıp duruyoruz. Unutmayalım ki, göz terbiyesi gibi, kulak terbiyesi de son derece önemlidir. Başımızın iki yanında çanak antenler gibi daima açık duran kulaklarımızın asıl gıdasını, hiç şüphe yok ki; Kur’ân sesi, ezan sesi ve güzel mûsıkî teşkil ediyor. Güzel söze, güzel sese ve güzel mûsıkîye duyulan ilgi; insanî özelliklerin başında geliyor. Büyük zatlar, kulakların gözlere oranla daha mühim olduğunu belirtiyorlar. Bu cümleden olmak üzere; «Efendimiz ilk vahye mübarek kulaklarıyla muhatap oldu.» diyorlar. Gönüller Sultanı Mevlânâ’nın, Mesnevî’sine; “Dinle neyden!..” diye başladığını hatırlatarak, böyle bir hakikate karşı kulak kesilmemizi istiyorlar.
İbnülemin Mahmud Kemal İNAL Beyin, sahasında çok önemli bir kaynak kabul edilen; «Hoş Sadâ» isimli kitabının baş tarafında verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, mûsıkî aşkın lisanıdır. Bundan dolayıdır ki, mûsıkînin eski eserlerdeki adı; «İlm-i Şerif»tir. Yalnız en mükemmel varlık olan insanda değil, can taşıyan diğer mahlûklarda da, tegannîye karşı tabiî bir meyil, bir arzu varken; beşikteki sabîler bile, tegannîden etkilenirken, «ninni bebeğim» sözlerini dinleyerek dinlenirken; deliler bile mûsıkî ile tedavi edilirken; bazı ilim adamlarına göre çiçekler bile sazdan müteessir olurken; ejderler dahî mûsıkî ile avlanırken; mûsıkîden haz etmemek, mûsıkîye önem vermemek, cansız varlıkları bile hayrete düşürür.
İmam Gazâlî, o meşhur eseri «İhyâ-i Ulûm»da;
“Baharın ve çiçeklerinin, udun ve tellerinin tahrik etmediği kimsenin mizacı o kadar bozuktur ki ilâcı yoktur.
Tegannî; söz anlamayan sabîyi, budala deveyi bile o kadar etkiler ki, ağlayan çocuk susar, uyur. Deve, sırtındaki ağır yükü hafif hisseder, uzak mesafeleri yakınlaştırır ve duyduğu neşeden dolayı âdeta kendinden geçer.” diyor.
Abdülganî-yi Nablusî ise, Mevlevî tarikatına dair risalelerinde konuyla ilgili olarak diyor ki:
“Ruh sahibi canlılar içinde merkepten başka mûsıkîden etkilenmeyen yoktur.” Merhum İbnülemin Bey, bu bilgileri verdikten sonra, eşeğin de güzel seslerden, güzel mûsıkîden etkilendiğini dile getiriyor ve şu ilginç anekdotu naklediyor:
“Bu meseleden bahsettiğim sırada mûsıkî üstatlarından Hâfız Ahmed Mükerrem Bey dedi ki:
«Hımar da (eşek de) etkileniyor. Bir gün mûsıkî arkadaşlarımızla Yakacık’taki koruya gitmiştik. Fasla başlayınca civarımızda otlamakta olan bir merkep kulaklarını kaldırdı, biraz dinledikten sonra otlamaya gitti. Bu durum, hepimizin dikkatini çekti.»”
İsterseniz konuyu biraz daraltıp, ezan bahsini bir daha gözden geçirelim. Kulakların ziyneti olan seslerin başında -hiç şüpheniz olmasın ki- ezan sesi geliyor. Yazık ki, bugün böyle bir nimetten büyük oranda mahrumuz. Güzel sesli müezzinlerin okudukları ezanlara hasret duyuyoruz. Eskiden bazı İslâm bilginleri kerih sesle ezan okuyan müezzinleri ikaz ederlermiş, hattâ bu mesleği bırakmalarını isterlermiş. Konuyla ilgili birtakım bilgilere diğer kitaplarımda da yer verdiğim için onları burada tekrar etmeyeceğim. Sadece duyduğum bir anekdotla, okuduğum bir fıkrayı, birbirine çok benzediği, ezan konusundaki ortak şikâyeti dile getirdiği için nakletmek istiyorum.
Fatih durağında bindiğim Beşiktaş otobüsünde boş yer bulduğum için sevinerek koltuğa oturdum. Fakat sevincim çok sürmedi. Çünkü arka koltukta oturan iki kişi otobüste sadece kendileri varmış gibi bağıra bağıra konuşuyorlardı. Dolayısıyla kulaklarımı taciz ediyorlardı. Derken anlattıkları bir konu benim de hoşuma gittiği için kendilerine duyduğum öfke biraz olsun hafifledi. Şöyle özetleyeyim:
Galata tarafında oturan bir Hıristiyan vatandaş nasılsa bir gün Süleymaniye Camii’nden duyduğu ezandan çok etkilenmiş. Gidip müezzinle görüşerek, Müslüman olmaya karar vermiş. Ertesi gün bu amaçla yola çıkmış. Unkapanı tarafına gelince, o civardaki camilerden birinde okunan ezan dikkatini çekmiş. Kerih bir sesle okunan bu ezan önceki güzel duygularını değiştirmiş. Oracıkta bekleyip çirkin sesli müezzinle görüşmüş:
“–Gel kardeşim birlikte lüks bir mağazaya gidelim, sana pahalısından şöyle bir takım elbise almak istiyorum.” demiş. Müezzin sebebini sorunca Hıristiyan vatandaş, şu ibretâmiz cevabı vermiş:
“–Dün Süleymaniye Camii’nde okunan sabah ezanını dinleyince Müslüman olmaya karar verdim. Bugün seni dinleyince niyetimden vazgeçtim. Az kalsın, altmış yıllık dinimden olacaktım. Bunun için sana teşekkür ediyorum ve bir takım elbise hediye etmek istiyorum.”
İbret ki ne ibret!..
Buna çok benzeyen bir anekdotu da, 15 Nisan 1957 yılında M. Muhlis KONER imzasıyla Konya’da neşredilen «Mesnevi’nin Özü» isimli eserde okumuştum. Teberrüken onu da nakledeyim:
Vaktiyle bir müezzin vardı. Sesi pek çirkindi. O müezzin kâfirler ülkesinde ezan okurdu. Etraftan birçok kimse müezzine;
“Ezan okuma, belki bu yüzden bir fitne çıkar!” dediyse de müezzin aldırmadı. Halk bu ezandan dolayı bir kargaşalık çıkar diye kâfirlerin fitnesinden korkarken, bir gün elinde ağır bir elbiseyle bir kâfir çıkageldi. Bir elinde de mum ve helva vardı. Halka sordu:
“–Söyleyin bana o müezzin nerede? Onun sadası ve ezanı bana rahatlık verdi.” Dinleyenler;
“–Yahu, nasıl olur? O kerih ses insana rahatlık verir mi?” dediler. Kâfir;
“–Benim çok güzel bir kızım var. Çoktan beri Müslüman olmak istiyor. Bir türlü vazgeçiremiyoruz. Gönlüne îman sevgisi o kadar yerleşti ki, bu fikrinden vazgeçirmenin imkânı yoktu. Nihayet dün kızımla beraber kilisede iken kulağımıza gayet çirkin bir ses geldi. Bu, adamın ezanıydı. Kızım;
«–Bu sada nedir? Ömrümde böyle çirkin bir ses duymadım.» dedi. Bunun üzerine kız kardeşi dedi ki:
«–Bu ezandır. Müslümanları camiye çağırıyorlar.» Kızım ona inanmadı ve başkalarına da sordu; onlar da aynı sözü tekrar ettiler. Bunun üzerine Müslüman olmaktan vazgeçti. İşte bundan dolayı -eğer gücüm yetseydi- o müezzinin ağzını altınla doldururdum. İşte ben bu hediyeyi ona getirdim.”
Nihayet müezzini buldular ve kâfir dedi ki:
“Lütfen hediyemi kabul et. Çünkü beni büyük bir dertten kurtardın!..”
Eğer benim de gücüm yetse, böyle müezzinlere ağız açtırmazdım.