GERÇEK KURTULUŞ

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Hazret-i Hâlid bin Saîd -radıyallâhu anh-, Ebû Uhayha künyeli Saîd bin Âs’ın beş oğlundan biriydi. Vahiy gelir gelmez ilk sıralarda Müslüman olmuş ve güzel yüzüne bir de İslâm Nûru yansımıştı. Sevgili hanımı Ümeyme de Müslüman olunca huzur ve mutluluğun doruğuna çıkmıştı.
Fakat babasına yakalanmış, ağır bir sorgulama geçirmiş ve İslâm’dan dönmesi için ciddî bir şekilde zorlanmıştı…
İslâm’ın güzelliğini görüp tatmaları için çaba sarf eden Hazret-i Hâlid vesilesiyle, kardeşlerinden Amr ile onun hanımı olan Fâtıma yengesi de Müslüman olmuşlardı.
Bu olayı da haber alıp çok kızan babası, yine çok sert çıkıştı:
“–Hâlid, İslâm’dan vazgeç kurtul; yoksa sonun çok kötü olacak!”
“–İslâm’a girip Müslüman olarak asıl sen kurtul baba; yoksa bu gidişat hiç iyi değil!”
Bu sözlere çok kızan babası, bağırıp çağırarak öfkeyle fırladı yerinden. Bir yandan bağırıp çağırırken, diğer yandan da elindeki sopayı Hâlid’in kafasına indirdi. Vurdu, vurdu, vurdu… Kan-revan içinde kalan Hâlid, zoraki konuşabildi:
“–Beni zorla putlara döndürmeye çalışacağına, sen de Allah ve Rasûlü’ne îman etsen olmaz mı baba?”
“–Ya dönersin, kurtulursun; ya da geberteceğim seni!”
O kadar çok vuruyordu ki, birkaç sopa kırıldı elinde. Çok da küfrediyor, oldukça ağır sözler söylüyordu. Çılgınca vurup duruyor, kırılan sopanın yerine yeni bir şey alıyordu eline.
Babasının böylesine çileden çıkarak, öldürürcesine saldırması karşısında daha fazla dayanamayan Hâlid, kanlar içinde yere yığılıp kaldı. Bitmiş, tükenmişti âdeta. Sürekli başına vuran babasından sakınmaya çalışırken, elleri ve kolları da yara-bere içinde kalmıştı.
Evde kıyâmet kopuyordu sanki. Amr ile yengesi Fâtıma o anda evde olmadıkları için yardımcısı da yoktu Hâlid’in.
Bunca darbeler arasında bakabildiği kadar babasının yüzüne baktı. Gördüğü manzara gerçekten çok korkunçtu…
Varlıkların hiçbirine benzetemediği oldukça korkunç bir yüz, her bakışı ile cehennemî alevler saçan bir çift korkunç göz, bütün varlığı ile üzerine saldıran korkunç bir beden, en korkunç canavarları bile korkutacak kadar korkunç bir öfkeyle saldıran bir varlık…
Bunca korkunç varlıkların karşısında ateşe atılmak istenen zavallı Hâlid…
Korkunç sahne, aynen rüyasında gördüğü gibiydi. Böylesine korkunç saldırı karşısında Hâlid’i ateşe atılmaktan kurtaran; “Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü; güzel mi güzel, tatlı mı tatlı; insana güven veren ulu zat” geldi gözlerinin önüne. Korkunç saldırı ile onu cehenneme atmak isteyen babası iken, onu cennete davet eden Peygamber Efendimiz’di. Rüyası aynen tahakkuk ediyordu işte.
Bu ikilemi düşünürken, babası yine bağırdı. Gökler dolusu gürler gibi haykırdı:
“–Ya İslâm’dan dönersin, ya da öldürürüm seni!
“–Ben öyle bir güzelliğin içine girdim ki, ondan başka güzellik tanımam artık. İslâm dönülecek gel-geç heves değil, dünya-âhiret kurtuluşudur. Beni gerçek kurtuluştan helâk olmaya zorlayacağınıza siz gelin kurtuluşa!”
“–Ey zelil! Ey yaramaz! Defol git buradan! Seni evlâtlıktan reddediyorum!”
“–Rabbim kulluğundan, Rasûlullah da ashâbı olmaktan reddetmesin!”
“–Yemin olsun ki sana ekmek vermeyeceğim! Rızkını keseceğim senin! Açlık ve çaresizlik içinde geberip gidersin!”
“–Sen benim babamsın, Rabbim değilsin!”
“–Ne demek şimdi bu?”
“–Sen ne kadar kesersen kes, hayatımı verdiği gibi rızkımı veren de Allah’tır!”
Fena hâlde kızan babası, eline neyi geçirdiyse onunla saldırmaya başladı. Öldürürcesine vuruyor, dünyayı ayağa kaldırırcasına bağırıyordu. En sonunda evden de kovdu:
“–Defol git, uğursuz seni!”
Bir yandan evdeki eşyaları üzerine atıyor, bir yandan da en haşin canavardan daha haşin bir şekilde tekmeliyordu. Öyle ki Hâlid, sokağa doğru yuvarlanıp gitti. Arkasından bağırmaya devam eden babası evdekilere döndü;
“–Eğer sizden biriniz onunla konuşacak olursa, ona yaptığım şeyi kendisine de yaparım! Hattâ ondan da beter ederim, bilmiş olun!”
Yuvarlandığı sokakta zoraki ayağa kalkan Hâlid, babasının evinden uzaklaşıp, duvarlara tutuna tutuna zoraki yürümeye çalışarak kendi evine yöneldi. Kapıyı çalacak bir hâli bile kalmamıştı artık. Kapı önüne yığılırken, kapıya da dokunmuş oldu.
Kapıyı açan hanımı, kocasını bu hâlde görünce gayriihtiyarî bir çığlık attı:
“–Aman Allâh’ım! Ne oldu sana Hâlid’im? Bu hâlin ne böyle?”
“–Yok bir şey Ümeyme, telâşlanma hemen. İçeri girmeme yardım et.”
Sevgili hanımının desteği ile içeri giren Hâlid, yığılıverdi bir kenara. Her tarafı müthiş bir şekilde sızlıyordu. Özellikle de başı, çatlayacak gibi ağrıyordu. Ayrıca her tarafından kan akıyordu. Ümeyme Hanım bir yandan kanı durdurup yaraları sarmaya çalışırken, bir yandan da ilenmeden edemiyordu:
“–Kim yaptı sana bunu yiğidim? Hangi alçak kıydı sana?”
“–Hani müthiş bir rüya görmüştüm ya Ümeyme? Biri beni ateşe atarken, diğeri kurtarıyordu ya! İşte o rüyam tahakkuk etti.”
“–Peygamber Efendimiz kurtarmıştı. Ateşe atan kimdi peki?”
“–Babam! Beni bu hâle babam getirdi ey Ümeyme!”
Ümeyme Hanım şaşkına dönerken, Hâlid çok mânidar konuştu:
“–Gerçek kurtuluş İslâm’dadır ey Ümeyme, Peygamberimiz de yol gösterici. Îman en büyük saadettir ey Ümeyme, amel de saadet vesilesi. Gerçekten kurtulanlara ne mutlu!”
Peygamber Efendimiz gerçek kurtuluşa davet ediyordu öyle ya…
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-