Hizmetin Olmazsa Olmazları AŞK, AZİM, İLİM VE HÜNER

Ahmet ZİYLAN

Çocuklar sahip oldukları bir sepet cevizi aralarında bölüşemiyormuş, oradan geçmekte olan Nasreddin Hocaya;
“–Şunu bize pay eder misin hocam?” demişler.
Nasreddin Hoca bir ders vermek istemiş;
“–Kul taksimi mi, Allah taksimi mi olsun?” diye sormuş. Çocuklar;
“–Tabiî ki, Allah taksimi olsun!” demişler. Nasreddin Hoca da almış cevizleri, birine beş tane, birine bir tane, birini on tane… farklı farklı dağıtmış. Çocuklar şaşkın sormuşlar:
“–Hocam, ne yaptın? Birimize bir tane, birimize on tane? Böyle taksim mi olur?”
Hoca başını yana eğmiş tebessüm ederek cevaplamış:
“–Siz Allah taksimi demediniz mi? Allâh’ın bu dünyada taksimi böyledir. Kimini zengin kılar, kimini fakir. Kimini sağlam, kimini hasta… Kimini patron, kimini işçi…”
Nasreddin Hoca işin hikmetini düşündürmek istemiş. Aralarında bir sepet cevizi pay edemeyen çocuklara; paylaşmayı, yardımlaşmayı, fedakârlığı, gözü tokluğu anlatmak istemiş.
Cenâb-ı Hak bu dünyada maddî-mânevî nimetlerini, rızıklarını kulları arasında eşit olarak pay etmiyor. Çünkü her iki tarafı da imtihan ediyor. O hâlde kimde herhangi bir nimetten fazla varsa, büyük bir imtihan altında demektir.
Bilgi varsa öğretecek…
Enerji varsa, sıhhat varsa hizmet için koşturacak…
Maddî imkân varsa, hayırlı faaliyetlere destek olacak…
Doksanlı yıllarda Demirperde kalkınca Orta Asya ülkeleri yetmiş yıllık karanlıktan sonra yavaş yavaş zincirlerinden kurtulmaya, çok ağır geçen kış şartlarından sonra baharın sıcaklığını hissetmeye başladı. Elhamdülillâh zaman içinde hizmetler büyüdü, çalışmalar meyvelerini vermeye başladı.
Tabiî ki bu bahar kendiliğinden gelmedi. Oradaki kardeşlerin kendilerine emanet olduğunu bilen Müslümanlar Orta Asya’ya koştular. Maddî imkânları olanlar eğitim müesseseleri kurdular. İlim sahipleri, hocalar gidip oralarda hizmet verdiler. Oradan bazı kabiliyetli gençler de ülkemize getirilerek okutuldu. Hâlen de faaliyetler sürüyor.
Biz de elimizden geldiğince ata yurdu olan bu bölgede hizmetlere katkı sağlamaya çalıştık. Zaman içindeki gelişmeleri göstermesi açısından birkaç hâtıramı sizlerle paylaşmak isterim.
Kazakistan’a ilk gittiğimizde, iki odalı bir daire mi kiralayalım, üç oda mı olsun, bir de mutfağı olsun, belki gelene bir çay, bir yemek pişiririz, diyorduk. Talep ve imkânlar o kadarını gösteriyordu.
Halk, inancından öyle uzak kalmıştı ki! Bir keresinde duanın sonunda «el-Fâtiha» dendi. Oradan bir kardeşimiz dedi ki:
“Siz elinizi kaldırıyorsunuz, bir müddet sonra elinizi yüzünüze sürüyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Ne diyorsunuz?”
Fâtiha’yı bile bilmiyorlardı. O hâle gelmişlerdi. Elhamdülillâh îmanları vardı. Din namına sadece dua kalmıştı. Bir de oturduğumuzda, kalktığımızda, gelip-gittiğimizde «selâmün aleyküm» diyorlardı.
İhtiyaçların farkındaydılar:
“Aman bize de bir dershane açın, bir eğitim yeri açın, balalarımız elden gidiyor.” diyorlardı.
Almatı’da Hanefi ALTAYLI diye bir muhterem vardı. Onu ziyaret etmek için telefon açıp randevu istedik. Dediler ki:
“–Tansiyonu çok yüksek, görüşemezsiniz.”
“–Fazla durmayacağız, bir selâm verip, çıkacağız.”
Müsaade ettiler, gittik. Küçük bir odayı kendine yazıhane yapmış. Bize kendini tanıttı. Hanefi ALTAYLI, 1917’de Altay’da bir kasabada doğmuş. Bize beş sayfalık özgeçmişini verdi. Okuyanın ağlamaması mümkün değil. 1935 senesinde Müslüman oldukları için gördükleri zulümden kaçarak yollara düşmüşler, tam on sekiz sene sonra, 1953 senesinde Türkiye’ye gelebilmişler. Yola 15 bin kişi çıkmışlar, buraya ancak üç bine yakın kişi gelebilmiş. Geri kalanları yolda telef olmuş ölmüşler. Gördükleri zulümleri tek tek anlatıyor.
Türkiye’de din eğitimi almış. Kazakistan selâmete çıkınca oradaki hemşehrilerime, ırkdaşlarıma yardım etmeliyim diyerek tekrar yollara düşmüş. Hoca efendi özet olarak İslâm’ı anlatan 20-30 sayfalık bir yazı yazmış. Onu tanıyanlar talep de ediyorlarmış. Bize dert yandı:
“–Ben de bunu yazdım. Bu soydaşlarıma İslâm hakkında hiç faydalı olamıyorum. Nasıl hasta olmayayım, nasıl tansiyonum yükselmesin?”
“–Niçin yollayamıyorsunuz?”
“–Bastıracak param yok.”
“–Pekâlâ bu kaç liraya mâl olur?”
“–Dört yüz dolar kadar tutar.”
Elhamdülillâh imkânımız da vardı, beş yüz doları takdim edip;
“–Bu işinizi görür mü?” deyince, adam ayağa fırladı:
“–Ne tansiyonum kaldı, ne bir şeyim! Ben bununla neler yapmam ki!” dedi.
İlk zamanların imkânsızlıklarında vaziyet bu hâldeydi. Şimdi kıyaslayalım, son gelişimizde sorduk, o muhteremin 30 tane kitabı Rusçaya ve Kırgızcaya çevrilmiş. Yirmi-otuz sayfalık bir kitapçıktan, otuz kitaba…
Allâh’ın kat kat artıran bereketi…
Allâh’a hamd olsun.
Tecrübelerim neticesinde şunu gördüm.
Hizmet için önce lâzım olan;
Aşk ve azim…
Aşk lâzım ki insan zorlukların içine dalabilsin. Hizmet itelemeyle olmaz. İnsanın içinde ateş olmalı…
Azim lâzım ki zorluklar karşısında hizmet sevdası yılgınlığa yenilmesin. Ümitsizliğe kapılmasın.
Fakat sadece aşk ve azim de yetmez. İlim ve hüner de lâzım. Gittiğimiz yerlere ışık tutmamız lâzım. Yapılan işin fayda vermesi için şuurlu ve bilgili yapılması lâzım. Efendimiz geleceğe hazırladığı eğitim kadrosu ve irşad ordusu olan Suffa ashâbını birebir maddî ve mânevî açıdan eğitiyordu. Sadece isteklendirmekle, azimlendirmekle yetinmiyordu.
Hizmette şu da mühim: Hizmet ettiğimiz insanları hizmete katmamız, onlara bu yönde de bir şeyler öğretmemiz lâzım. Ashâbın, tâbiîni; onların da sonraki halkaları yetiştirdiği gibi, halka halka hizmetleri büyütmek lâzım. Sadece hizmet götürmekle yetinmek değil hizmeti de öğretmek lâzım. Sadece yardım götürmekle olmuyor.
Bütün bunları yaparken dürüstlükten hiç taviz vermemek de şart.
Bu şartlara uyulduğunda ortaya bambaşka güzellikler çıkıyor. İnsan o hizmetleri görünce gözyaşlarına hâkim olamıyor. Hizmetlerin dünyadaki tek karşılığı mes’ûliyetini yerine getirme huzuru… Bir de yetişen nesillerin gözlerindeki saadet parıltısı… Asıl mükâfat ise öbür âlemde inşâallah… Sadaka-i câriye olarak belki de kıyâmete kadar amel defterine hayırlar yazılacak…
Cenâb-ı Allah cümlemizi, verdiği imkânları Allah yolunda sarf eden kullarından eylesin. Hizmette aşk ve azmimizi artırsın. Hizmet için koşturabilmemiz için sıhhat ve âfiyet versin. Her birimize son nefesimize kadar hizmet etmeyi nasip eylesin.