MÜCEVHER KUTUSU (3)

Dursun GÜRLEK

dursun.gurlek@mynet.com

Hazineler de maddî ve mânevî olmak üzere ikiye ayrılır. İnsanın dünyasını mamur eden altının, gümüşün, paranın, pulun saltanatı sona erer. Mutluluk kaynağı kabul edilen servetin yerinde -gün gelir- yeller esmeye başlar. Hâlbuki mâneviyat hazinesi için; tükenmek, bitmek, sona ermek söz konusu değildir. Böyle bir hazinenin malzemesini ise, ilhamını Kur’ân-ı Kerim’den, hadislerden alan kelâm-ı kibarlar, vecîzeler, anekdotlar, şiirler teşkil ediyor. Eslâfın kitapları böyle altın sözlerle dolup taşıyor.

İşte onlardan bazılarını içinde bulunduran mücevher kutusunu açıyorum, sizleri o sözlerle baş başa bırakıyorum…

HATİP DEDİĞİN BÖYLE OLUR

Arap edebiyatçılarının en meşhurlarından Sehbân-ı Vâilî Hazretleri, fesâhat ve belâgatta zirveye çıkan ünlü bir hatipti. En ağır, en zor konuları çok akıcı bir üslûpla dile getirir, kolayca dinletmesini bilirdi. Bir kere söylediği sözü tekrar söylemesi gerektiği zaman, derhâl başka bir üslûpla ifade ederdi.

Bir gün Emevî halîfelerinden Muâviye’nin huzuruna çıktı. Kabilenin diğer meşhur hatipleri de aynı meclisteydi. Sehbân’ın ne büyük bir hatip olduğunu bildikleri, karşısında mahcup olmaktan çekindikleri için hep birden dağıldılar. Muâviye, konuşması için kendisine emir verince Sehbân-ı Vâilî, öğle namazından sonra söze başladı, ikindi namazına kadar devam etti.

Bu son derece uzun konuşma esnasında ne en küçük bir tereddüde düştü, ne durakladı, ne öksürdü, ne de birbirine benzeyen iki kelime kullandı. Fakat sözü yine tükenmedi. İkindi vakti olduğu için Muâviye ile birlikte namaza kalktı. Yani mecburen sustu.

Temas ettiği konular Allâh’a hamd etmekten, nasihat edici sözlerden, iyiliğe teşvik edici cümlelerden ibaretti. Onun söz sanatındaki ustalığına hayran kalan Muâviye:

“Yâ Sehbân! Sen Arap hatiplerinin en meşhurusun!” diyerek iltifatta bulundu.

Kitapların ön sözlerinde «emmâba‘d» kelimesini ilk defa kullanan bu zattır.

Sehbân’ın etkileyici sözlerinden bazıları şöyledir:

“Ey insanlar! Dünya hayatı geçici, âhiret yurdu ise kalıcıdır. Bütün gizli sırlara vâkıf olan, kalplerdekini en iyi bilen Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda şerefinizin ve haysiyetinizin lekelenmesini istemiyorsanız, iyilik yapmak, hayır-hasenat işlemek için gayret gösteriniz. Bu fânî dünyaya ebediyyen veda etmeden önce kalplerinizi kötü isteklerden, şehevî arzulardan temizleyiniz. Sizler nefsanî arzularınızı, tatmin etmek için değil, mârifetullah elde etmek için yaratıldınız.

Unutmayınız ki, bir insan öldüğü zaman, geride kalanlar; «Ne kadar mal bıraktı?» diye sorarlar. Melekler ise; «Ne gibi makbul amellerle Allâh’ın huzuruna çıktığını…» sual ederler. Âhirette işinize yaraması için malınızın, mülkünüzün -hiç değilse bir kısmını- Allah yolunda harcayın. Servetinizin tamamını vârislere bırakıp da öbür âlemde müflis durumuna düşmeyin.”

EBÛ ALÂ EL-MAARRÎ

Arap şairi Ebû Alâ el-Maarrî’nin hâfızası çok güçlü idi. Bu zat bir gün, evine çok yakın olan bakkalın, ortağıyla muhasebe hakkında konuştuklarını işitir. Daha sonra hesap defterinin kaybolduğu anlaşılır. Bakkal büyük bir üzüntüye kapılır. Durumu öğrenen Ebû Alâ el-Maarrî bakkala:

“Canını sıkma! Sen daha önce muhasebe defterindeki kayıtları okurken ben duyuyordum. Şimdi onları sırasıyla okuyayım!” diyerek hâfızasından bakkala yazdırır. Bir kaç gün sonra bulunan muhasebe defteriyle karşılaştırıp hepsinin aslına uygun olduğunu görünce bakkalın hayretten gözleri fal taşı gibi açılır.

İBN-İ ABBAS VE
SAİD BİN CÜBEYR

İbn-i Abbas Hazretleri, tâbiînin ileri gelenlerinden Said Bin Cübeyr’e, ilminden ve faziletinden halkın da istifade etmesi için tembihte bulunur. Said bin Cübeyr Hazretleri ise:

“–Sizin gibi asrın en büyük âliminin yanında benim böyle çok önemli bir görevi üzerime almam, haddini bilmemezlik olur.” der. Fakat İbn-i Abbas Hazretleri bunu kabul etmez ve şunları söyler:

“–Unutmayınız ki, böyle önemli bir işe bizim zamanımızda başlamanız, Allâh’ın size bir lütfudur. Eğer isabet ederseniz ne âlâ. Aksine sizden bir hata sâdır olduğunu görürsek, onu düzeltip doğrusunu söyleriz.”