Efsânevî Halk Kahramanı İPSİZ RECEP

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

İstanbul’un işgal yıllarında, Boğaz köylerini haraca kesen Rum çetelerini birer birer temizleyen, Kandıra ve Adapazarı’nın düşmandan kurtarılması esnasında unutulmaz hizmetlerde bulunan, İstiklâl Savaşı sonrasında kendisine verilmek istenen İstiklâl Madalyası’nı:

“Biz madalya için değil; vatanımızı kurtarmak için savaştık!” diyerek reddeden efsânevî halk kahramanı Recep Reis, 1862 yılında Rize’nin Portakallık Mahallesi’nde doğdu.

İlk gençlik yıllarından itibaren kabına sığmayan bir delikanlılık hayatı yaşayan Recep Reis; mahallelerde, başında peştamal, belinde silâhla dolaşır, bir yerde sürekli durmaz, günlerini; «nerede akşam, orada sabah» geçirir, maceralı bir hayat sürerdi. Bu yüzden çevresi ona «yersiz-yurtsuz» anlamında, «İpsiz» derdi. Attığını vuran keskin bir nişancıydı, bir atışta ölmeyenin canını bağışlardı. İyi bir biniciydi, ata atlamasıyla gözden kaybolması bir olurdu.

Mondros Mütarekesi’ni takip eden yıllarda Adapazarı, İzmit ve Kandıra dolayları İngilizlerle Yunanlıların işgali altındaydı. Yunanlıların hedefi, Sakarya Nehri’nin doğusuna geçmek, Çorum ve Samsun üzerinden Trabzon’a ulaşmak, Pontus Devleti hayallerini gerçekleştirmekti. Düşmanın Sakarya’nın doğusuna geçmesi, kurtuluş mücadelesine katılmak isteyenlerin yollarının kapanması anlamına geliyordu. Bunu başardıklarında Ankara’nın hem İstanbul, hem de dış çevreyle bağlantısı kesilmiş olacaktı. Çünkü Ankara’ya ulaşan yollar İnebolu ve Sakarya üzerinden geçiyordu.

Düşmanın kurduğu hayalleri yıkmak, Yunan’ı Kandıra’dan çıkarmakla mümkün olabilirdi. İşte bu safhada devreye İpsiz Recep girecek, çetesiyle birlikte baskınlar yaparak, düşmanı Kandıra’dan söküp atacak, Yunan tugayının Sakarya’nın doğusuna geçmesini engelleyerek, Millî Mücadeleye katılmak isteyenlerin yollarını açık tutacaktı.

RİZE EŞKIYASINI GÖNDER!

Recep Reis, Millî Mücadele’nin başladığı yıllarda, ortak olduğu bir motorla nakliye işine girmişti. Zonguldak-İstanbul arasında kömür taşıyordu. Fakat bir sefer sırasında gemisi, Kefken açıklarında fırtınaya yakalanıp battı. Reis ve arkadaşları hayatlarını zor kurtardılar. Artık ona İstanbul yolu gözükmüş, hayatında yepyeni bir dönem başlamıştı. Bir yandan kayığıyla Boğaz’da yolcu ve mal taşıyor, öte yandan işgalcilerle mücadele gayesiyle oluşturulan cemiyetlere hizmet ediyor, Anadolu’ya geçip, Millî Mücadele’ye katılmak isteyenlere yardımcı oluyor, İnebolu’ya silâh ve cephane sevk ediyordu. Mukavemet teşkilâtının güvenilir bir mensubu olmuştu.

Beykoz’la Sarıyer arasında mekik dokuyarak, bölge civarında halka zulmeden Rum çetelerine sürekli baskın veriyor, onları birer birer ortadan kaldırıyordu. Hainlerin bir kısmı, kısa süre içinde onun korkusundan çevreyi terk etmişti. İpsiz Recep, çeteleri yıldırdıktan sonra, arkadaşlarıyla birlikte Boğaz’dan ayrıldı. Hem İngiliz, hem de Yunan istihbaratı her yerde onu arıyordu. Önce Şile’ye, oradan Kefken’e geçti; sonra da Karasu’da karargâh kurdu. Fakat Kurtuluş Savaşı’nın düzenli birliklerine bilfiil katılmasına çetesinin mevcudu yetmiyordu. Bu amaçla Rize’deki dostlarından yardım istedi. Bir ahbabına şöyle bir telgraf çekti:

“Ey Koca Mehmet Efendi! Düşman burada bizim canımıza-malımıza kastediyor, sen Rize sokaklarında bastonuna dayanıp geziyorsun! Çabuk bütün Rize eşkıyasını topla, Tuzcuzâde Halit Ağa’nın maiyetine verip buraya gönder!”1

ACIKINCA KEMİK YALIYORLARDI!

Ankara’dan izin alındı ve «ıslāh-ı nefs» etmeleri şartıyla, Rize Hapishanesi’nin eşkıyaları serbest bırakıldı. Cezaevi hükümlüleri, vatan için çarpışmak üzere Recep Reis’in emrine verildi. Ayrıca:

“İpsiz Recep’in çetesine gönüllü yazılmak isteyenler, silâhıyla birlikte gelsin!” diyerek, tellâl bağırtıldı. Bu yoğun gayretlerin sonunda, çeteye katılmak üzere 600’ün üzerinde gönüllü toplandı. Bunlar, motorla Rize’den Amasra’ya geldiler. Yol boyunca iâşeleri köylüler tarafından karşılandı; zaten yedikleri zeytinle ekmekti. Giyim olarak da üzerlerinde sadece şalvarlarıyla, gömlekleri vardı. Recep Reis, uşaklarını Akçakoca’da karşıladı, hep birlikte silâh atıp şenlik yaparak Karasu’ya geldiler.

Burada çetenin yemek ve yatak ihtiyacını Karasu halkı karşılıyordu. Her evde kazan kaynıyor, geceleri direnişçiler üçer-beşer evlere dağıtılıyordu. Hem savaşmak, hem de iç güvenliği sağlamak amacıyla dağlarda dolaştıkları zamanlarda yiyecek sıkıntısı, hattâ açlık çektikleri oluyordu. Böyle durumlar için herkes, yanında bir hayvan kemiği bulunduruyordu. Recep Reis, yüksek bir kayanın üzerine çıkarak kuşağındaki kemiği çıkarıyor, üzerine tuz serperek yalamaya başlıyor, sonra da arkadaşlarına:

“Siz de benim gibi yapın!” diyordu. Üzerine tuz serptikleri kemiği yalamak sûretiyle açlıklarını bastırıyorlardı. Bazen da topraktan çıkardıkları patatesleri yiyorlardı.

TESLİM ALINAN YUNAN GEMİSİ!

Karasu’da bulundukları bir gün, Ruslara ait 400 tonluk arpa yüklü bir motorun, Kefken’de limanladığı haberi gelmişti. Çetenin küçük bir grubunu derhâl oraya sevk eden Recep Reis, kısa bir çarpışmanın sonunda motoru ele geçiriverdi, arpalar çarçabuk köylüye dağıtıldı. Ertesi gün, aynı motorla Şile’ye, oradan da kara yoluyla Boğaziçi’ne indiler. Direnişçileri gören yerli Rumlar korkularından ne yapacaklarını şaşırdılar, her biri bir tarafa kaçışıyordu. Recep Reis, Türk köylülerine sabır ve cesaret telkin ettikten sonra, karargâhına dönerken, Küçükağız mevkiinde bir Yunan gemisinin yük boşaltmakta olduğunu gördüler. Kolaylıkla teslim aldıkları gemi, Kefken Adası’na getirilerek, içindeki cephane ve erzak taksim edildi.2

ÇETE, ÇATI ALTINA GİRMEZ!

Recep Reis’e, Yunan kuvvetlerinin Sakarya’nın doğusuna geçmesini önleme görevi verilmişti. İpsiz’in gönüllüleri, Yunan birliklerini Kandıra’dan çıkarmakta kararlıydı. Kefken Adası’ndan hareketle gece baskınları gerçekleştirerek düşmana büyük zâyiat verdiriyorlardı. İpsiz Recep, her baskında çetenin en önünde yer alıyor, tehlikeli yerlere hiç düşünmeden giriyor, korku nedir bilmiyordu. Sonraki saldırılara ordu birlikleri de katıldı. Zifler Ovası’ndaki son saldırıda 150’si asker olmak üzere, sayıları 800’e ulaşan direnişçiler, Sakarya’yı salla geçtikten sonra, geceyi dağlarda geçirip şafakla hücuma geçtiler, sonuç mükemmeldi. Mücahidler köylülerin:

“Geceyi evlerimizde geçirin!” teklifine;

“Çete, çatı altına girmez!” diyerek yanaşmadılar. Mücahidlerin sayısı her taarruzdan sonra biraz daha artıyordu. Nihayet son bir saldırıyla hem Kandıra, hem de Adapazarı kurtarıldı.

MADALYA İÇİN SAVAŞMADIK!

Kurtuluş Savaşı ertesinde bir süre Rize’de kalan Recep Reis, hayatının sonraki yıllarını Karasu’da geçirdi. Kendisine, devlet tarafından Sakarya Nehri kıyısında evle birlikte geniş araziler tahsis edildi. Fakat Reis, kendisine ayrılan arazinin altı dönümünü kabul edip, gerisini halka dağıttı. Düşmana karşı gösterdiği kahramanlıklar karşılığı kendisine verilmek istenen «İstiklâl Madalyası»nı da;

“Biz madalya için değil; vatanımızı kurtarmak, bu toprakları gâvurdan geri almak için savaştık!” diyerek reddetti. İstiklâl madalyası, vefatından sonra eşine verilebildi. Savaş sırasında, yüzbaşı rütbesiyle kendisine bağlanan 50 lira tutarındaki aylığı da direnişçilerinin mutfağına bağışlamıştı.

Bir gün hastalandı, doktorlar tifo olduğunu söylüyordu. Bu kahraman vatan evlâdı, kısa süren bir hastalığın ardından 11 Haziran 1928’de hayata gözlerini yumduğunda yetmiş yaşındaydı. Karasu Ulucami yakınındaki mezarlığa defnedildi. Rûhu şâd olsun!

1 Ergun HİÇYILMAZ, İpsiz Recep, İstanbul 2005, s. 62.
2 İhsan BİRİNCİ, «İpsiz Recep Çetesi», Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1968, c. 4 s. 10, s. 73.