İstanbul’un Sekizinci Tepesi YAHYA KEMAL’DEN NÜKTELER(2)

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

noztoprak@marmara.edu.tr

Yahya Kemal’in ölümünden iki yıl önce doğum yıldönümünü kutlamak için sevenleri âdet olduğu üzere toplandığında Behçet Kemal, bir şiirini okudu. Şiirinde onun İstanbul’un sekizinci tepesi olduğunu söylüyordu:1

San’at diye sevgi diye zevk diye
Rûhumuzun kulağının küpesi
Fuzûlî, Nailî, Neşatî, Nedîm
Bu akşam alnından bir bir öpesi
O yedi tepeyi en iyi gören
İstanbul’un sekizinci tepesi!2

İstanbul’un sekizinci tepesi Yahya Kemal, edebiyatımızda İstanbul şairi olarak da bilinir. İstanbul’a hayran, ona âşık bir şairdir. Ancak Ankara’ya bir türlü ısınamamıştır. Ankara başkent olduktan sonra kimi şairler bu şehre övgüler düzmeye başlar. Behçet Kemal ÇAĞLAR bunlardan biridir. Ankara’ya güzellemeler yazar. Benzer şiirleri İstanbul şairinden de beklerler. Fakat nâfile, Yahya Kemal Ankara için şiir yazmaz. Bir gün meraklının biri kendini tutamaz ve sorar:

“–Üstat, Ankara’nın hiç mi güzel tarafı yok?”

“–Var.”

“–Peki, nesi güzel?” diye sormaya devam edince üstat nükteli cevabını verir:

“–İstanbul’a dönüşü.”

Yahya Kemal İstanbul hayranı bir şairdir. En büyük zevklerinden biri, eski İstanbul’u gezmekti. Hattâ gezintileriyle ilgili bazı düşüncelerini gazetelerde yayımlamıştır. Ona göre vatan, İstanbul toprağında tabiatla bütünleşmiştir. Milliyetimiz bu vatan şehrine öyle sinmiştir ki nereye baksa gördüğü hep bizdi.

Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyyetimiz
Ki biziz hem görülen hem duyulan yalnız biz

Onun gözünde İstanbul bir coğrafya değil tarihtir, bir şehir değil semboldür. Onun için Bir Başka Tepeden şiirinde;

Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer

demiştir. İstanbul sevgisini bu kadar güzel anlatan mısra sayısı herhâlde çok azdır. Şairin sevgisi bu mısraın her kelimesinde kendini hissettirir. İşte bu sevgi ona «İstanbul’un Sekizinci Tepesi» unvanını getirmiştir.

MEYVE REJİMİ

Yahya Kemal uzun boylu, iri cüsseli ve oldukça kiloludur. Zamanında onunla alay etmek isteyenler kilosunu ve yemeğe düşkünlüğünü öne çıkararak, çirkin görünüşlü karikatürlerini çizerek alay etmeye çalışırlardı. Esasen kendisi de kilolarından rahatsızlık duyardı ama yapacak bir şeyi olmadığı için aldırmıyor görünür, hattâ bazen kilolarıyla ve iştahıyla ilgili nükteler yapardı.

Üstat, bir doktorla görüştüğü sırada doktoru sordu:

“–Üstat sıhhatçe bir şikâyetiniz yok ya?”

“–Çok şükür yok!.. Yalnız biraz şişmanladım zannederim.”

Doktor biraz düşündükten sonra tavsiyede bulundu:

“–Eğer zayıflamak istiyorsanız meyve rejimi yapmalısınız!” dedi. Yahya Kemal nükteyi patlattı:

“–Meyveyi yemeklerden önce mi, yoksa sonra mı yiyeceğim?”3

Üstat doktorun söylemek istediğini elbette anlamıştı ancak tavsiye hoşuna gitmediği için veya yapamayacağını bildiği için bir nükteyle konuyu sulandırmayı başardı.

İKİ KİŞİLİK BİLET

Yahya Kemal, İsmet BOZDAĞ ve Behçet Kemal ÇAĞLAR birlikte Taksim’deki Park Otel’in önünden otobüse binip Emirgan’a gitmeye niyetlendiler. Yahya Kemal biletçiye dört kişilik bilet parası uzattı. Biletçi,

“–Dördüncü kim beyefendi?” diye sordu.

İri gövdesini koltuklara boylu boyunca yayan Yahya Kemal kendini göstererek cevap verdi:

“–Görüyorsunuz üçüncü de dördüncü de benim.”

Biletçi diklenerek:

“–Olmaz beyefendi… Otobüste yer kapatamazsınız, yasak… Size dört bilet kesemem.”

Yahya Kemal istifini bozmadan sakin bir tavırla nükteli cevabını verdi:

“–Evlâdım sen beni dinle. Gelecek yolculardan hiçbiri benim kucağımda oturmaya râzı olmaz!.. İyisi mi sen biletini kes de hiç olmazsa belediye zarar etmesin.”4

EN LEZİZ ESER

Yahya Kemal’in kilosuyla orantılı olarak yemeğe düşkünlüğü de vardı. Bir gün Abdullah Efendi Lokantası’nda mönüyü büyük bir iştahla gözden geçiriyordu: Tatar böreği, iç pilâv, zeytinyağlı enginar, kuzu çevirme, badem tatlısı, kaymaklı baklava ilh. isimlerle liste bir hayli zengindi.

Listeyi gözden geçirince keyfi yerine gelen şair, ağzını şapırdatarak masadaki arkadaşına şu itirafta bulundu:

“İşte Türkçede okumaya doyamadığım en leziz eser!”5

BİRAZ HAVA

Kiloları sebebiyle özellikle yokuşlarda sıkıntı çekiyordu. Yine bir gün Rumeli Yokuşu’nu çıkıyordu. Kan-ter içindeydi. Mahalle bakkalının önündeki boş iskemleyi görünce tereddütsüz hemen kendini attı. Bakkal yağlı bir müşteri geldi, diye düşünerek dışarı çıktı ve:

“–Bir şey mi emrettiniz efendim, ne alacaktınız?” diyerek onu soru yağmuruna tuttu.

Şair nefes nefesedir ve uzun konuşacak hâlde değildir. Şu muhteşem cevabı verdi:

“–Evet, müsaade ederseniz biraz hava alacağım.”6

MANDA MESELESİ

Yahya Kemal’in fikrî yönü de vardı. O, dönemin hassas konuları üzerine kafa yoruyor, fikirlerini hiç çekinmeden kısa ve özlü bir biçimde söylüyordu. Bazen konuyu alaya alıyor, sayfalarca yazmaktan daha tesirli, daha etkili olabiliyordu. Bir dönem tartışılan Amerikan Mandası’na girme fikrine verdiği iki cümlelik cevap milleti uyarmaya yetmişti. I. Dünya Savaşı’nda bazıları Türkiye’yi yabancı bir devletin «manda»sı altına sokmak istemişlerdi. Bunun üzerine Yahya Kemal;

“Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u almak için tek topunu kırk mandaya koşmuştu. Bunlar koca devleti tek mandaya koşmak istiyorlar.” diyerek konuyu alaya almıştı.7

Bu cevap sonra halkın diline düşmüş, kahvehanelerde, toplantılarda söylenip alay malzemesi olmuştu. Halkın nazarında mandacılar gözden düşürülmüş, ağızlarını açmaya cesaret edemez olmuşlardı. Belki konu bir kitapla reddedilse bu nispette tesir uyandırılamazdı.

HARİKA

Yahya Kemal sözünü esirgemeyen biriydi. Beğendiğini de beğenmediğini de, sevdiğini de sevmediğini de rahatça söylerdi. Bir gün Atatürk, Yahya Kemal’e yanlarında bulunan Behçet Kemal ÇAĞLAR’ı gösterip sordu:

“–Ne dersin Behçet Kemal için Yahya Kemal Bey.”

Cevap kısa ve nettir:

“–Harika efendim.”

Konuşmalardan sonra Çağlar, Çankaya’dan Yahya Kemal ile birlikte çıktı. Kendisini şairden saymayan Yahya Kemal’deki değişikliği çok merak etmişti. Yolda sordu:

“–Üstat, benim için sofrada; «Harika» dediniz. Nasıl oluyor da bana bu alâka ve iltifatı gösterdiniz?”

Cevap beklendiği gibi değildir,

“–Ayol, ben senin için; «Harika» dedim, ama «şair» demedim.”8

YÂ SİYDİ

Yahya Kemal, Paris’te bir kahvehaneye gitmişti. Kahvehanenin garsonlarından biri Arap’tı. Bu garsonun dilinden; «Yâ siydi» sözü düşmüyordu. Üstat garsondan bir kahve istedi. Garson:

“–Baş üstüne yâ siydi” dedi ve gitti kahveyi getirdi. Kahveyi verirken:

“–Buyurun yâ siydi!” dedi.

Üstada bu tekrarlardan ve kötü telâffuzdan sıkıntı basmıştı. Garsona çıkıştı ve aralarında konuşma devam etti:

“–Buyurun yâ siydi, deme!”

“–Peki yâ siydi!..”

“–Bak, yine aynı sözü söylüyorsun!”

“–Affedin, dilim alışmış yâ siydi.”

Adam her sözünde «yâ siydi»yi mutlaka kullanıyordu. Üstat dayanamadı ve irticâlen hak ettiği şu beyti yazdı:

Bir Türkçe demek bugün «yâ siydi»
Halt eylemenin Arapçasıydı9

ŞİİRİN VE NÜKTENİN ATLI SÜVARİSİNİN SESSİZ GEMİYE BİNİŞİ

Yahya Kemal her yönüyle diğer şairler arasında farklıydı. Onlar yıldız, o aralarında güneş gibiydi. Güneşin doğuşuyla ışıkları sönen yıldızlar gibi dönemindeki şairler şanssızdı. Hattâ birçoğu ışığını ondan alıyordu. Ancak her insan için vazgeçilmez olan kader onun için de vardı. Kendisi de bu kaderi son beytine taşıdı:

Ölmek kaderde var yaşayıp köhnemek hazin
Bir çâre yok mudur buna yâ Rabbe’l‘âlemîn?..

1 Kasım 1958’de vefat eti. Mezar taşında «Rindlerin Ölümü» şiirinden şu mısralar yazılıdır:

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Cenab Şehabettin’in şair ve şiirle ilgili orijinal bir tespiti vardır: Der ki:

“Evvelce şiirler vardı, şairler lâ-edrî olabilirlerdi. Şimdi ise şairler meşhur lâkin şiirleri lâ-edrî!”

Bizce Yahya Kemal hem şiirleri hem de kendisi meşhur olan şairlerdendir. Böyle bir makama yükselebilen ender şairlerimizdendir: Bu yüzden ölümü üzerine halk ve aydın herkes üzülmüş gözyaşı dökmüş, hâtıralarını yazmıştır. Yahya Kemal’in çok sevilen ölüm konulu «Sessiz Gemi» şiiri onun gidişini anlatmak için malzeme olmuştur. Bazı kelimeleri değiştirilerek birçok defa kaleme alınmış, nazîreler yazılmıştır. Bunlardan ikisini örnek olarak kaydedelim:

YİNE SESSİZ GEMİ

Sessiz gemi, meçhûle demir aldı zamandan;
Son yolcu değil aldığı, Beyatlı, limandan
Rıhtımda kalan gözlere inmiş, kara perde;
Sallanmadı mendil, ne de bir el, bu seferde.
Bir yolcu ki, görmez bizi artık, bize hicran;
Yaklaşmada bizden çok uzak âleme her an.
Elbette ki memnun kalacak, gittiği yerden;
Yok çünkü dönen, geçti asırlar, bu seferden.
Sessiz gemi, gözlerden uzaklaşmada sâkin,
Sonsuzluğa meydan okuyan hâl ile lâkin.
Bir başka hüzün, başka elem var, bu gidişte;
Heyhat; Bu sefer yolcusu Yahyâ Kemal işte!
(Sıddık Tüzün)

YAHYA KEMAL’İN ARKASINDAN

Bu şiir dolu, bu ebedî ummanda
İnsan bir gemi, dünya bir ada imiş!
Demir alarak yelken açmış bir anda,
O «Sessiz Gemi» de artık yolda imiş!

Kime sunsun artık saf şiiri sâkî?
Dünya öyle boş, öyle yalan ki!..
Bir daha anladım, koca şâir! Bâkî
Kalan bu dünyada bir hoş sadâ imiş!
(Nüzhet Erman)

1 Hilmi YÜCEBAŞ, Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal Hayatı-Hâtıraları-Şiirleri, 4. baskı, İstanbul 1962, s. 243 (Muzaffer AKALIN, Vatan, 11. 11. 1958 tarihli yazısından).
2 Beşir AYVAZOĞLU, «İstanbul’un Sekizinci Tepesi» mad., Yahya Kemal Ansiklopedik Biyografi, Korpus Yay., İstanbul 2007, s. 213.
3 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s.108.
4 Mehmet Nuri YARDIM, Edebiyatımızın Güler Yüzü, Çatı Kitapları, İstanbul Tarihsiz, s. 171-172 (İsmet BOZDAĞ’ın Beyaz Arılar’ından).
5 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s.133.
6 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e., s. 181.
7 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s.131.
8 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e., s. 174.
9 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s.442-443.