YAHYA KEMAL’DEN NÜKTELER

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

noztoprak@marmara.edu.tr

Tanınmış tezkirecilerimizden Latîfî (ö. 1582), bilge kişilere göre şairlerin vehbî ve kesbî olmak üzere iki kısma ayrıldığını söyler. Allah vergisi şairlik kabiliyeti olanlar vehbî, çalışmayla sonradan kazananlar kesbîdir. Bunların arasında sahte altınla altın, billûrla gevher, sihirle mûcize arasındaki kadar büyük fark vardır. Vehbî şair, yeteneğiyle söyler; kesbî şair ise taklit ve inceleme ile söyler. Büyük şiir münekkidi Latîfî bunlar arasındaki farkı da şuna benzetir: Vehbî şiir, cazibe ve güzelliği olan bir dilber; kesbî şiir ise iri gözlü, donuk, cazibe ve albenisi olmayan sade yüzlü bir güzeldir.1

20. yüzyılın büyük şairi Yahya Kemal (2 Aralık 1884-1 Kasım 1958) de bana göre vehbî olanlardandır. Allah tarafından özel olarak şiir yeteneğiyle donatılmış, çağırdığı an ilham perilerinin uçarak geldiği, aradığı ilhamın cömertçe sunulduğu Allâh’ın sevgili kulu olan bir şairdir. Zira ilham, Allâh’ın sevdiği kullarına vâkî olur. Ölümü üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen her geçen yıl hayranlık halkası biraz daha genişlemekte, hâlâ büyük şair olarak dimdik ayaktadır. O hâlâ şiirleriyle kalpleri fethetmeye devam ediyor. Demek ki yıllar kaliteyi eskitemiyor. Onun döneminde hattâ sonra yaşayanların birçoğu unutuldu bile. Zaman denilen bu fânî kalıbı yırtmak ve «ân-ı dâim» sırrına ermek büyük sanatkârlara has bir meziyet herhâlde. Yahya Kemal işte bu değişmeyen zamanı temsil ediyor.

Bu ulvî özelliklerinden dolayı aradan yarım asır geçmesine rağmen edebiyat mahfillerinde hâlâ onun şiirleri konuk edilmekte, hâtıraları anlatılmakta, nüktelerinden, fikirlerinden istifade edilmekte ve Türk milletinin kalbindeki mümtaz yeri korunmaktadır. Onu ebedîleştiren hususları Abdülhak Şinasi HİSAR şu sözleriyle özetlemiştir:

“Kendisi her zaman nükte ile konuşur, mizahî sözleri arasına mısralar yerleştirir, bu nüktelerini, mizahî manzûmelerini de şiirleri gibi itina ile tashih, tadil ve ikmal ederdi. Fakat bilhassa şiirleri öyle tashihlerle o kadar büyük bir ustalıkla yapılırdı ki tashih edilmiş bu mısralar en güzelleri arasında bulunurdu. Onun o sözleri, nükteleri, hicivleri, mısraları, manzûmeleri, değişmeleri o zamanlarımızın günler ve gecelerine karışan zevklerimizdi.”2

Yaşadığı dönemde, şairler ve devlet adamlarıyla sohbetlerinde geçen, ekseriyetle dil, edebiyat, siyaset, şiir ve şair üzerine nükteleri dillerde dolaşırdı. Bazen kendi şiirleri ve şairliği hakkında bazen başka şairler ve şiirleri hakkında gelişen nüktelere kilosu ve yemeğe düşkünlüğü üzerine oluşan nükteleri de ilâve etmek gerekir.

Sözü uzatmadan nüktelerinden örnekler sunalım ve büyük şairi bu nüktelerinden tanıyalım:

NE YALANLAR ATIYORSUN?

Yahya Kemal kıvrak zekâsıyla müşkül görünen her durumdan kolayca çıkmasını becerirdi. Bir gün Mehmed Âkif’le (ö. 1936) oturmuş sohbet ederlerken patavatsızlığı ve yüzsüzlüğü ile tanınan biri yanlarına geldi. Yahya Kemal’in heyecanla bir şeyler anlattığını görünce;

“–Üstad yine ne yalanlar atıyorsun bakalım!” diyerek hiç beklenmedik bir münasebetsizlik yaptı. Mehmed Âkif şaşırdı, kızardı ve üstadın yüzüne baktı. Üstad hiç bozulmamıştı. Âkif’i de kurtarmak ve de rahatlatmak istercesine bu densize hak ettiği cevabı verdi:

“–Üstad, Âkif’e seni methediyordum!..”3

ŞAŞKIN SERÇE

Üstad, gördüğü olaylar karşısında kolayca beyit söyleyebilen şairlerdendi. Kırşehir mebusu Yahya Galib Bey, bir gün fesinden püskülünü çıkarmış fakat ibiği çıkarmayı unutmuş ve öylece sokağa çıkmıştı. Çarşıdan geçerken tepesindeki sivri ibiği tünek zanneden bir serçe kuşu usulca gelip üzerine konmuştu. Bu manzarayı gören Yahya Kemal gayri ihtiyarî vezn-i benân (parmak ölçüsü/hece ölçüsü) ile şu beyti yazmaktan kendini alamamıştı:

Bakın bir serçe konmuş adaşımın başına,
Hayran olmuş mutlaka fesinin kumaşına.4

ESKİ ŞİİRLE İLİŞKİSİ

GÖZÜ MÜ, KÖKÜ MÜ MÂZÎDE?

Yahya Kemal’i kendi döneminde eleştirenlerin birçoğu onun kabiliyetini, bilgisini, samimiyetini teslim ederler, ancak geçmişte kaldığını düşünerek onun bu yönünü tenkit ederlerdi. Ziya GÖKALP (ö. 1924) onun Osmanlı tarih ve kültürüne düşkünlüğünü îmâ ederek şöyle suçladı:

Harâbîsin harâbâtî değilsin,
Gözün mazîdedir âtî değilsin!

Bu tenkide Yahya Kemal’in yaklaşımı ise aynı tarzda ve muhteşemdir:

Ne harâbî ne harâbâtîyim,
Kökü mazîde olan âtîyim!5

Ziya GÖKALP’in sözlerine irticâlen verdiği bu cevap bizlere büyük şairin köklerini mâzînin engin derinliklerine salarak âtîye kıymetli fikirler ve tahassüsler naklettiğini göstermiştir. Şüphesiz ki bu servet gelecek nesiller için tükenmez bir hazine olarak kalacaktır.

Yahya Kemal dîvan şiirini çok iyi süzmüş ve incelemiştir. Şiirinin teknik ve fikir temellerini eski şiir üzerine oturtarak Ali Nihat TARLAN’ın da dediği gibi yeni şiirler yazmıştır. Eskiye öyle vâkıftır ki bir toplantıda Ziya Paşa’nın, şiir antolojisi sayılan Harâbât adlı eserinde rastladığı bir çok yanlışa işaret etmiştir. Meselâ bu eserde Yavuz Selim (ö. 1520)’e mâl edilen;

Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân,
Beni bir gözleri âhûya zebûn etdi felek.

beyti ile sona eren şiirinin 19. yüzyıl şairlerinden Hızırzâde Said Beyin olduğunu, bunun Yavuz’a ait olamayacağının dilinden de anlaşıldığını anlatmıştı. Yine aynı toplantıda;

Eş’ârı böyle söyler üstâd söyleyince

mısraının sanıldığı gibi Nâilî-i Kadîm (ö. 1666)’in olmadığını, Nâilî’nin bunu tazmin6 ettiğini anlatmıştır.7

MEHTER TAKIMI

Yahya Kemal’in geçmişte kaldığını vurgulayan çok söz söylenmiştir. Bunlardan biri de Moda vapurunda Behçet Kemal’le Çallı İbrahim konuşurlarken vukû bulmuştur. Behçet Kemal, Çallı İbrahim’in Yahya Kemal hakkındaki düşüncelerini sordu. Çallı:

“Mademki bir şair hakkındaki fikirlerimi soruyorsun, hiç şiir söylemedim ama bu sefer cevabımı şiirle vereyim.” diyerek ilâve etti:

Ey mehter takımı gibi geride kalan saz

Bunun üzerine Behçet Kemal gülerek;

Var nüktelerinle bağır avaz avaz
Ey mehter takımı gibi geride kalan saz

diyerek tekrarladı.8

Yahya Kemal’in eskiliğine dair söylenenlere cevabı biz vermeyelim 15.08.1955’te Hamdi AKALIN’ın yazdığı iki dörtlükten ikincisi ile Akalın’a verdirtelim:

Sesi Türk şi’rinde atan bir nabız,
Bir ses ki dolaşır ufku hep yalnız,
O sese nesilden nesle muhtacız,
Gayrısı hicvile taşlanmalıdır!9

Bize göre de Yahya Kemal benliğimizin şiirini yazdı. Onun hayal âlemi bize tarihimizi, çevremizi, kendimizi hatırlattı. Hem de millî rûhu derinden duyan bu insan bu rûhu ve estetiği bize yepyeni bir dille verdi. Aslında o, eski şiirin de poetik anlayışında temel olan yenileşmeyi, taklitten kurtulmayı, bikr-i mânâyı gerçekleştirdi.

İLMİ YOK, VEHMİ VAR

Şairler aynı zamanda dil ustasıdırlar. Çünkü başarılı şiir dilin başarılı kullanılmasına bağlıdır. Yahya Kemal de Tarihî Türkiye Türkçesini en iyi bilen şairlerimizdendir. Onun anlayışına göre Türkçede kullanılan bütün kelimeler Türkçeleşmiştir. Onları atmak bir binanın duvarından tuğla sökmek gibidir. İşte bu hassasiyetinden dolayı Atatürk’ün dil çalışmalarına davetine;

“–Benim yaşayan Türkçeye karşı bir vehmim vardır, benim dilde ilmim yok, yalnız böyle bir vehmim vardır. Bu vehmimle baş başa kalmak istiyorum, beni affetsinler!” diyerek icabet etmez.

Aradan zaman geçer. Bir gün Atatürk, Yahya Kemal’den «Ses» ve «Açık Deniz» şiirlerini dinledikten sonra toplantıdakilere;

“–Beyler işte hakikî ve güzel Türkçe budur.” der ve Yahya Kemal’e;

“–Siz haklısınız.” diye iltifat eder.

Ardından yanındakilere dönerek,

“–Görüyorsunuz ya beyler Yahya Kemal Beyin vehmi, sizin ilminizi mağlûp etti.” der.10

İSTÎDAT

Yahya Kemal kelimelerin anlamlarına göre yerli yerince kullanılmasına özen gösterirdi. Bu yüzden yanlış kullanımları kendi üslûbuyla ince bir nükteyle tenkit ederdi. Nükteleri öyle zarif olurdu ki muhatap üzülemezdi.

Bir gün genç şairlerden biri fena öksürüyordu. Açıklama yapmak lüzumu hissederek;

“–Bende verem istîdadı var da efendim.” demek gafletinde bulundu. Yahya Kemal «istîdat» kelimesinin yanlış kullanımına üzüldü ama baba şefkatiyle yaklaşarak zarifâne şöyle tenkit etti:

“–Yâ evladım, demek sende verem bile istîdat hâlinde.”11

TÜRKÇE SEVDASI

Yahya Kemal’in Türkçe sevdasını ve güzel konuşmaya düşkünlüğünü vurgulayan bir hâdise de şöyle gelişmiştir:

Hâl ve tavrı şairi oldukça etkileyen güzel bir hanımı üstad günlerce takip etmeye başlar. Bir gün Ada vapurunda çıkışta kadının bekçiyle konuşmasına şahit olur. Kadın bed bir sesle;

“A be kuzum, siz İstanbullular ne dubaracı insanlarsınız.” diyerek bekçiye çıkışır.

Bu sesi duyan ve bu şîveyi işiten Türkçe sevdalısı şair, kadına yaklaşmak şöyle dursun, ondan köşe-bucak kaçmaya çalışır.12

ŞİİRLE MEŞGUL OLMAK

Şiirlerini yazarken titizlenirdi. Bir kelime, hattâ bir virgül için saatlerce, günlerce düşündüğü olurdu. Ortalarda görünmediği bir gün Yahya Kemal’e sormuşlar;

“–Üstad bugün ne ile meşguldünüz, görünmediniz?”

“–Bir şiir üzerinde çalışıyordum.”

“–Bitirdiniz mi?”

“–Hayır! Sabahleyin bir virgül koymuştum. Akşama kadar düşündüm, onu da beğenmedim sildim.”13

YAHYÂ-YI KEMAL OLMAK

Yahya Kemal’in Türkçe hususunda en ufak bir kusura bile tahammülü yoktu. Lâkin karşısındakinin kusurunu bağırarak, kızarak yüzüne vurmaz, bazen alaylı bazen alaysız ince bir nükteyle bildirmeye çalışırdı. Erbabınca hemen anlaşılan bu uyarılar uzun süre hatırdan çıkmayacak tesirler uyandırırdı.

Benzeri bir uyarıyı da Ahmet Hamdi TANPINAR’ın nezaretindeki mezuniyet imtihanına katıldığında yapmıştı.

İmtihan sırasında bir öğrenci «Elhân-ı Şitâ» şairinden sürekli «Cenâb-ı Şehâbeddin» diye söz ediyordu. Olmayacak yerde yapılan bu terkibi düzeltmese olmazdı. Yanındaki Tanpınar’a dönerek rica etti:

“–Ey Ahmed-i Hamdî sakın ola ki bu delikanlıya beni sorma? Bu yaştan sonra Yahyâ-yı Kemal olmak istemem.”14

Hata sahibini kırmadan yapılan bu tür uyarılar dostlar başına!

KÜÇÜK ŞEYLER

Kendisi bu şekilde zarifâne uyarılarla muhatabı incitmeden tenkitlerde bulunduğu hâlde, onu kıskananlar ve sevmeyenler ona karşı aynı nezaketi çok görüyorlardı. Belki de şairin dediği gibi mayalarında bu vardı. Yine böyle bir yazı yayımlanmıştı. Yahya Kemal bunu duyunca üzüldü. Bir arkadaşı ise onu teselli etmek amacıyla;

“–Üstad aldırış etmeyin gitsin, bunlar küçük şeyler.” dedi.

Üstad ona şu cevabı verdi:

“–Evet ama insanı rahatsız eden bu küçük şeylerdir. Sen büyük bir dağın tepesine çıkıp oturabilirsin ama, iğne üzerinde oturman mümkün mü?”15

GARİP BİR KEŞİF

Mûsıkîye de hayli düşkün olan sanatkâr Yahya Kemal’e bir zat rica eder;

“–Bir çalgı âleti icat ettim. Görenler pek hoşlandı. Sizin de fikrinizi almak istiyorum. Nasıl anlatayım: Şekli kanuna benziyor. Fakat ud gibi de çalınabilir. Dikine tutup yay kullanırsak, kemandan daha latif ses verir! Zahmet olmazsa; bir gün bizim eve teşrif edip dinlemek, fikir vermek tenezzülünde bulunur musunuz?”

Mûsıkîye âşık olan üstad bu garip âleti merak edip teklifi kabul etmiş. Görmeye gittiğinde davet eden kişi:

“İşte, keşfim budur, ismi de Şerare’dir.” diyerek keşfini göstermiş. Üstad kıvılcım anlamındaki isminden hareketle;

“–Demek bu, içinizde yanan mûsıkî ateşinin bir kıvılcımı.” demiş.

Üstadın etkilendiğini düşünen kâşif, âletinin hünerini göstermek için taksime başlamış. Gömüldüğü koltukta kulak veren şair bakmış ki adam pek acemî fakat çaresiz dinlemeye devam etmiş.

Aradan yarım saat, bir saat geçmiş ama taksimi bitmemiş. Nihayet bir buçuk saat sonunda meşhur mûsıkîşinas kendisi kadar meşhur (!) «şerare»sini elinden bırakır bırakmaz üstad;

“–Memnun oldum… Hârikulâde bir icat!” diyerek kendini sokağa atmış ve şu kıtayı yazmış:

Bir olmayacak mahalle gittik

Yandık adamın Şerare’sinden

Tercih olunur bu hâle dimdik

Düşsek Beyazıt minaresinden!..16

MÛY-İ JÜLÎDEM

Yahya Kemal’le birlikte yabancıların da bulunduğu bir mecliste «mûy-i jülîdem» çalınmaktadır.

Klâsik mûsıkîmizin en hârikulâde bestelerinden biri olan besteden çok etkilenen bir Fransız kadın tekrar tekrar çaldırıp dinlemiş, mest olmuş. Bir ara Yahya Kemal’e eğilip:

“–Mânâsı da ne güzel kim bilir. Lütfen tercüme eder misiniz?” demez mi?

Fransızcaya tercümesi zor ve sakil olan şarkının mısraı şöyledir:

Mûy-i jülîdem oluptur serde Anka lânesi!

(Güftekârın kafasındaki o karışık, perişan saçlar Ankā yuvası olmuş!)

Fransız kadın bilhassa ilk kelimeleri (mûy-ı jülîdem) tekrar ederek anlamını öğrenmekte ısrar edince üstadımız,

“–Mûy-i jülîdem, «Ma jolie dame!» demektir!” diyerek nüktedanlığı ile bu zor durumu atlatmasını bilmiştir.17

________________

1 Latîfî Tezkiresi, Haz: Mustafa İSEN, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s. 285.

2 Abdülhak Şinasi HİSAR, Ahmet Haşim-Yahya Kemal’e Veda, 3. baskı, Ötüken Yay., İstanbul 1979, s. 169.
3 Hilmi YÜCEBAŞ, Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal-Hayatı-Hâtıraları-Şiirleri, Aka Kitabevi, 4. baskı, İstanbul 1962, s. 111.
4 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s. 120.
5 Beşir AYVAZOĞLU, Yahya Kemal Ansiklopedik Biyografi, Korpus Kültür Sanat Yay., İstanbul 2007, s. 491.
6 Tazmin: Başkasına ait olan bir mısra veya beyti isim belirterek veya etmeyerek intihal ve tesadüf olmaksızın kendi şiirine alma sanatıdır.
7 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s. 241-242. (Muzaffer AKALIN, Vatan, 11. 11. 1958’den nakle
8 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e , s. 126.
9 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e, s. 164.
10 Mehmet Nuri YARDIM, Edebiyatımızın Güleryüzü, Çatı Kitapları, İstanbul (Tarihsiz), s. 174-175.
11 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e, s. 172.
12 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e, s. 179.
13 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e, s. 178.
14 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e, s. 178.
15 Mehmet Nuri YARDIM, a.g.e, s. 177.
16 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s. 77-78. (Necdet Rüştü EFE, Zafer, 28.11.1954’ten naklen)
17 Hilmi YÜCEBAŞ, a.g.e., s. 133. (Vâ-Nû, Akşam, 17.11.1949’dan naklen)