YAHYA KEMAL MÜZESİ

Sadettin KAPLAN

sadettinkaplan@gmail.com

«20. Yüzyıl Türk Şiirinde BEŞ ŞAİR» adlı kitabımıza aldığımız beş şairden biridir Yahya Kemal… Dîvan edebiyatının öldüğünün söylendiği, «aruz»un şiirimizde artık bir «vezin» olarak kerhen kullanıldığı, bu veznin Türkçe ile bağdaşamadığının savunulduğu bir dönemde; «hâlis şiir» avcısı olarak ortaya çıkan ve büyük bir hayran kitlesinin gönlünde şiirin kaynağı, sanatın kaymağı olan «üstad»ın adıdır Yahya Kemal…

Şiirini aruzla ve konuşulan Türkçe ile söyleyen şair, geniş tarih bilgisiyle de bulunduğu «dost meclisleri»ndeki sohbetleriyle haklı bir üne kavuşmuştur. Derler ki; çağrılı bulunduğu ziyafetlerde, ya da Abdullah Lokantası’nda bir peçete kâğıdına karaladığı bir beyit veya birkaç mısra hayranlarınca «mukaddes birer emanet gibi» saklanırmış…

Abdullah Cevdet’in yardım ve teklifiyle Meaux Koleji’nde bir yıl süren Fransızca öğreniminden sonra girdiği Paris Siyasî Bilgiler Okulu’nda ünlü Fransız tarihçisi Albert Sorel’in öğrencisi olan Yahya Kemal, Sorel’in etkisiyle Osmanlı-Türk tarihini araştırmaya ve çok iyi kavradığı Fransızcasıyla da Mallarme, Baudelaire, Hugo, Rimbaud ve Verlaine gibi Fransız şiirindeki zirveleri inceledi…

Kim ne derse desin. Yahya Kemal; Osmanlı-Türk tarihini, dîvan edebiyatını, döneme damgasını vuran Fransız şiirini, şiir ve mûsıkî sanatını, sosyolojiyi, pedagojiyi çok iyi bilen bir şairdir. Bazen şiirinin konusu «Atik Valde» veya «Koca Mustafa Paşa»ya yaslansa da, o daha çok «Üsküdar’ın Dost Işıkları»nın meftunudur ve şiirlerinin ilhamını «İstinye»den, «Moda»dan, «Fenerbahçe»den, «Adalar»dan alıp, dost meclislerindeki «ışıklı kafalar» için söyler… Şiirlerindeki biçim ustalığı, dil hâkimiyeti asla inkâr edilemez…

Yıllarca hariciyeci ve siyasetçi olarak görev yapması, şaire etkileme ve hayran bırakma yeteneği kazandırmıştır demek abartılı olur. O yetenek, daha çok doğuştan gelmektedir… İleri görüşüyle her türlü didişme ve kavganın dışında kalmayı başaran şair, şahsı ve eserleri ile ilgili en ufak bir eleştiriye bile tahammül edemez…

Yahya Kemal, bu ileri görüşü ve temkinli duruşuyla; “Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra birçok aydının başına gelenlerden uzak kaldı. Yani ne sürgüne gönderildi, ne tutuklandı. Anadolu’da başlatılan Millî Mücadele’ye de katılmadı, işbirlikçi hükûmetlerin yandaşı da olmadı. Şiirlerini dergilerde yayınlamayı sürdürdü. Özellikle İkinci İnönü zaferinin ardından gazetelerde siyasî nitelikli yazılar yazmaya, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemeye başladı. 1922 sonlarında Ankara’ya geçti.”*

Yaşadığı sürece hep saygı ve itibar kazanan «üstad» Yahya Kemal, ölümünden sonra da kendisini geleceğe taşıyacak çok önemli dostlar kazandı…

Hayattayken kitaplaştırmadığı şiirleri ve nesirleri, ölümünden sonra dost ve hayranlarının kurduğu ve kendi adını taşıyan enstitü tarafından yayınlandı.

Kitaplarını yaşarken yayınlamamasına her ne kadar titizliği ve sürekli daha iyiyi araması sebep olarak gösterilse de; bize göre asıl sebebi eleştiriye karşı tahammülsüzlüğüdür…

“Zaman zaman çıkan eleştiri yazılarına Yahya Kemal’in canı sıkılırdı. Canının böyle sıkkın olduğu bir gün Emirgân’da dolaşırken Fikret Âdil’e rastladı. Yanına çağırdı, konuşmaya başladılar. Fikret Âdil, üstadı yatıştırmak için;

“–Aldırmayın.” dedi. “Bunlar küçük şeyler…”

Yahya Kemal, yatışmak şöyle dursun, daha da öfkelenerek;

“–İnsanı…” dedi. “Asıl bu küçük şeyler rahatsız eder. Büyük bir dağa çıkıp oturabilirsin de, küçük bir iğneye oturabilir misin?”**

Kültür Bakanlığı’nca «Yahya Kemal Yılı» olarak ilân edilen 2008’in şu son aylarında, aynı zamanda ölümünün de 50. yılı olması hasebiyle rahmetle andığımız şairimizle ilgili çokça çalışma yapıldığı pek söylenemez. En azından şu satırların yazarı, bu yıl içinde Yahya Kemal hakkında kayda değer bir yazı olsun yazmamıştır.

Ramazan’dan kısa bir süre önce, hiç görmediğim Yahya Kemal Müzesi’ni görmek istedim.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ben umduğumu bulamadım. Delik-deşik iki bavul, dört adet golf sopası, bir takım frak (veya smokin), iki çift Yahya Kemal titizliğine yakıştıramadığım iskarpin, bir diplomat için gayet normal olan epeyce pasaport, hayattayken okuduğu birkaç Fransızca kitap…

Bir fenomen gibi telâkki edilen Yahya Kemal’e ait müze, bana göre böyle olmamalıydı…

Yahya Kemal Müzesi’nde, Yahya Kemal’den çok Fuat KÖPRÜLÜ, Nihat Sami BANARLI vs. vardı… Yahya Kemal’i, Yahya Kemal edenlerin, onunla ilgili eserlerinin orada olmasından daha normal bir şey olamaz elbette. Ama benim gördüğüm sanki bundan öte bir şeylerdi…

Gönlüm istiyor ki; hem Yahya Kemal Enstitüsü, hem Kültür Bakanlığı bu şairimizle ilgili daha çok gayret göstersin. Ve yine gönlüm istiyor ki; (aradan elli yıl geçmesine rağmen) Yahya Kemal’in kullandığı eşyadan, gönderdiği mektuptan, el yazısıyla verdiği şiirlerden, hediye ettiği şeylerden elinde olanlar, bir şekilde bunları müzeye versinler…

«74 yıllık ömrünü bekâr olarak birçok ülkede, ya bir pansiyon, ya da bir otel odasında geçiren birinin geride bırakacağı başka ne olabilir?» derseniz üzülürüm…

Elçiliklerinden, milletvekilliklerinden, üniversite hocalığından kalanları değil; onun insan tarafını ortaya koyacak yazışmalarından, mektuplarından, şairliğinin mirası olan ve yazıp dostlarına verdiği, buruşturup attığı şiirlerinden, müsveddelerinden henüz zâyî olmayanların müzeye dönebilmesini arzu ediyorum… Onu yeni nesle en iyi anlatacak, araştırmacılara en doğru ve en saf bilgiyi verebilecek olan da bunlardır…

* Yergi, Nükte ve Fıkralarıyla YAHYA KEMAL, Kemal ÖZER, Milliyet Yayınları 1984.
** A.g.e.