Vefatının 50. Yılında Büyük Şair YAHYA KEMAL

Dr. Harun ÖĞMÜŞ

harunogmus@yuzaki.com

Yahya Kemal, bu yazının hudutlarını çok çok aşan dev bir kültür hazinemizdir. Ancak onu yâd etmek için onun ve şiirinin bize ifade ettiği ilk anlamlar üzerinde durmaya çalışacağız.

«Yahya Kemal» denilince ilk başta tarih, vatan, husûsiyle de vatanın süzülüp imbikten geçirilmiş hâli demek olan İstanbul ile mûsıkî akla gelir.

Üstad; kahramanlarını sonunda hep cennete gönderdiği Akıncı, Mohaç Türküsü, Yeniçeriye Gazel, Gedik Ahmed Paşa’nın Rûhuna Gazel ve husûsiyle keyfiyeti yanı sıra kemiyetiyle de büyük bir şiir olan Selim-nâme başta olmak üzere nice şiirinde;

Bu dil, ağzımda annemin sütüdür.

dediği Türkçesiyle, gönül verdiği mûsıkî gibi âhenkli ve Sinan’ın eserleri gibi sapasağlam mısralarla terennüm ettiği Türk tarihinin sanatta bulduğu akisleri bir türlü kâfî görmez. Onu; «İri fîrûzeye benzer nice gök kubbeyle dehre aksetti»ren «büyük mimarî»yi yeterli bulmayıp bu hususta şiir ve resmin rol almamasından yakınarak Türk milletine şöyle seslenir:

Gönlüm isterdi ki mâzîni dirilten san’at
Sana târîhini her lâhza hayâl ettirsin

O, Malazgirt’ten sonraki süre içerisinde Anadolu’nun vatanlaştığını düşünmüş ve şiirlerinde hep bu safhayı işlemiştir. Onun bu düşüncesi, «Itrî» şiirindeki;

O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

mısralarıyla, «Süleymâniye’de Bayram Sabahı» şiirindeki şu mısralarda verdiği rakamlardan ortaya çıkar;

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.

Bu sebepledir ki «Alparslan’ın Rûhuna Gazel»inde, ona; «cedd-i ekber/en büyük ata» der.

İşte Türk milleti, -onun anlayışına göre- bin yıla yakın bir süredir bu vatanda yaşamaktadır. Ancak ona göre, bu topraklar üzerinde bulunanlarla birlikte toprağın altına girenler de hayat sürmektedir.

Yaşayanlar değil Allâh’a gidenlerden uzak

mısraıyla terennüm ettiği bu durumu «Süleymâniye’de Bayram Sabahı» şiirinde uzun uzun işlemiştir.

Onda çok derin olan bu vatan duygusu, başka temaları işlediği şiirlerinde bile kendisini gösterir. Ölümü terennüm ettiği ve;

Cihan vatandan ibârettir, îtikādımca

dediği Yol Düşüncesi’ni şöyle bitirir:

İçimde dalgalı Tekbîr’i en güzel dînin,
Zaman zaman da Nevâ-Kâr’ı, doğsun, Itrî’nin.
Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski hâliyle.

Mütâreke’nin acılarını işlediği «1918» şiirinde, ölenlere şöyle gıpta eder:

Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan
Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan
Bizim diyâr olarak kaldı tâ kıyâmete dek.

Yahya Kemal’in, «Endülüs’te Raks» gibi bazı egzotik şiirleri de vardır. Ancak bunların çok fazla ağırlığı yoktur ve ekseriyetle gurbette duyulan vatan hasretinin terennümü gibidirler. Nitekim «Madrid’de Kahvehane» şiirinde şöyle der:

Durdum, hazin hazin, acıdım kendi hâlime
Aksetti bir dakîka uzaktan hayâlime,
Sâkin Emirgân’ın Çınaraltı’nda kahvesi,
Poyraz serinliğindeki yaprakların sesi.
Bâzen gönül dalar suların mûsıkîsine
Bâzen Yesâri hatlarının en nefîsine.

Ona göre vatan, yaşayan ve âhirete intikal edenlerimizle bin yıldır yaşadığımız bu müşahhas coğrafyadır. Başta;

Şardağ’ında devâmıydı Bursa’nın

dediği ve;

Vaktiyle öz-vatanda bizimken bugün niçin
Üsküp bizim değil, bunu duydum için için

beytiyle hudutlarımız dışında kalışının hüznünü dile getirdiği doğum yeri Üsküp olmak üzere Bursa, İzmir, Beyazıt, Van şeklinde isim isim saydığı bu toprakların tabiî ki en mûtenâ yeri İstanbul’dur. Çocuklarımıza İstanbul’u sevdirmek için Yahya Kemal’in şiirlerini ezberletmeliyiz. Onun İstanbul’un hangi tepesine, hangi sahiline, hangi semtine şiiri yoktur ki? Kocamustâpaşa, Üsküdar, Atik-Valde, Çamlıca, Kandilli, Mihrâbâd, Çubuklu, Kanlıca, İstinye, Fenerbahçe, Moda, Göztepe, Maltepe, Adalar…

Ve mûsıkî… Mimârî ve hüsn-i hat gibi diğer an’anevî sanatlara da şiirlerinde yer vermekle birlikte üstadın nezdinde klâsik mûsıkîmizin yeri apayrıdır. Bundan daha tabiî bir şey de olamaz. Çünkü onun şiiri bi-zâtihî mûsıkîdir.

Mızrâb-ı tab’ımız sözü kalbetti besteye

mısraıyla bunu kendisi de dile getirir. Onun şiir anlayışı şöyledir:

Üstâd elinde ser-te-ser âhenk olur lisan
Mızrâba ses verir kelimâtıyla tel gibi

Elhan duyulmadıkça belâgat giran gelür
Lâf u güzâftan mütehassıl kesel gibi

Ser-te-ser: Baştanbaşa. Kelimât: Kelimeler. Elhan: Nağmeler, etkileyici sesler.
Giran: Ağır. Mütehassıl: Meydana gelmiş. Kesel: Tembellik, üşengeçlik, bıkkınlık.

Itrî, Eski Mûsıkî, İsmâil Dede’nin Kâinâtı ve Tanbûrî Cemil Bey’in Rûhuna Gazel mûsıkî ile ilgili ilk akla gelen şiirleridir. Şiirlerine verdiği mûsıkî ile ilgili isimler ise kabarık bir yekûn tutar. Mûsıkîyi bu denli seven şairin birçok şiirinin Münir Nûrettin SELÇUK ve Cinuçen TANRIKORUR gibi değerli bestekârlarımız tarafından bestelenmesi çok isabetli olmuştur.

Yahya Kemal’in bir husûsiyeti de, haklarında söylediği gazellerle tarih ve kültür adamlarımıza karşı gösterdiği vefadır. Bu gazelleri genellikle onların ruhlarına armağan eder. Sultan II. Selim, Leskofçalı Gālib Bey ve Ali Emîrî Efendi bunlardan bazılarıdır. Sanat ve şahsiyetlerini konu edinmeyip de yalnızca şiirlerini ithaf ettiği zevat ise uzun bir liste oluşturur.

Ölüm temasını işlediği şiirlerle «rind» kelimesine de bir derinlik kazandırmış olan Yahya Kemal, bugün ebedî istirahatgâhında;

Kemâl, Hâfız’a hayran; Fuâd, Hayyâm’a

mısraıyla hayranlığını ifade ettiği şarkın kudretli şairlerinden Hâfız-ı Şîrâzî’nin kabrinin bulunduğu bahçeyi tasvir ettiği; «Rindlerin Ölümü» şiirinin şu dörtlüğünün yazılı olduğu bir taşın altında yatmaktadır:

Ölüm, âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
Hayyâm imiş hakîkati az çok fısıldayan

diyen ve Hayyam’ın rubâîlerini Türkçe söylemesinin yanı sıra bizzat rubâî de söyleyen şairimizin, belki de zamanında ortaya çıkan ve an’anemizi dikkate almayan şiir cereyanlarına bir tepki olan aşağıdaki rubâîsi, âdeta Yüzakı şiir mektebinin üstlendiği fonksiyonu daha o günlerden müjdelemektedir:

Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele

Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadîm
Bir meş’aledir, devredilir elden ele
Rahat uyu, aziz üstat! Söz veriyoruz:

Gaşyolduk eski şi’rin âhengiyle
Çektik uğrunda bir ömür bunca çile
Yahyâ’dan devraldığımız meş’aleyi
Teslîm ederiz bir gün emin bir nesle (Hârun)