TOPAL TİLKİ AVLANIYOR!

Handenur YÜKSEL

İran’ın millî destanı Şeh-name’nin müellifi Firdevsî, 940 yılları civarında İran’ın Tus şehrine bağlı Taberan’da doğdu. Kaynaklarda asıl adının Ahmed yahut Hasan olduğu belirtilir. 980’li yıllarda ünlü Şehname’sini yazmaya başlayan Firdevsî’yi, bu işe kimin teşvik ettiği bilinmemektedir. 15-20 yıl süren uzun bir çalışmanın sonunda bu destanı tamamlayan Firdevsî, eserini zamanın kudretli hükümdarı Gazneli Mahmud’a takdim etti. Ancak, ünlü hükümdar şaire vereceği ödülü geciktirdi. Şair, bunun üzerine sultanı hicveden 100 beyitlik bir manzûme yazdı. Ömrünü yoksulluk içinde geçiren Firdevsî’nin, kesin olmamakla birlikte 1020 yılı Kasım’ında vefat ettiği söylenir. Kabri doğduğu şehir olan Tus’tadır.

***

İran’ı işgal eden Aksak Timur, Firdevsî’nin kabrini de ziyaret eder. «Şehname» isimli ünlü şâheserin sahibi olan bu büyük şairin, memleketine olan sevdasını bildiği için mezarı başında ona şöyle seslenir:

“–Başını topraktan kaldır da İran’ın elimizdeki hâlini gör!”

Sonra da Firdevsî’nin kendisine ne cevap vereceğini merak ettiğinden, adamlarına Şehname’den rastgele bir yer açıp okumalarını emreder. Bu tefeül sonunda karşılarına şu beyit çıkar:

“–Arslanların geçip gittikleri bu çimenlikte, şimdi topal tilki avlanıyor!”

Rengi sararan ve canı sıkılan Timur, kitabı yere atarak haykırır:

“Vallâhi, Firdevsî ölmemiştir!” (M. Nuri YARDIM, Edebiyatımızın Güleryüzü, İstanbul 2005, s. 27.)

VARIM-YOĞUM TELEF OLSA DA!

İmâm-ı Rabbânî ve «Mü-ceddid-i elf-i sânî (İkinci bin yılda dini yeni bir ruh ile tazeleyen)» unvanlarıyla tanınan büyük İslâm mutasavvıfı Ahmed Sirhindî, 1564’te Doğu Pencap’taki Sirhind şehrinde doğdu. Öğrenimine babasının yanında başladı, daha sonra çağının meşhur âlimlerden hadis, tefsir ve aklî ilimler tahsil etti. Bâbür Hükümdarı Cihangir tarafından tutuklanarak bir yıl kadar hapis hayatı da yaşayan büyük imam, 20 Kasım 1624’te 60 yaşında iken vefat etti. Büyük mutasavvıf, doğduğu yer olan Sirhind’de toprağa verildi. «İsbâtü’n-Nübüvve, Te’yid-i Ehl-i Sünne ve Mektûbat» önemli eserleri arasındadır.

***

Kur’ân âyetleri, İmâm-ı Rabbânî’yi çok derinden etkiler ve ağlatırdı. Kendisi bir mektubunda bunu şöyle ifade eder:

“De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, azalmasından korktuğunuz ticaret, beğendiğiniz meskenler; size Allah’tan, Râsulü’nden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevimli ise… artık Allâh’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Ve Allah, fâsıklar gürûhuna hidayet etmez.” (Tevbe, 24)

Bu âyet-i kerîmeyi okumaktan, bana çokça ağlama geldi ve korku bastı. Bu esnada hâlimi düşündüm ve kendimi şöyle buldum. Bunlardan hiçbiri ile aşırı ilgim yoktur. O kadar ki, bunların hepsi telef olup gitse, şeriatta yasak ve çirkin olan bir işin -dahi- câiz olmasını istemem. Yani şeriata uymayan bir hâlin meydana gelmesinden ise, bütün varımın yoğumun telef olup gitmesi daha iyidir. Bu sayılan dünya varlıklarının hiçbiri, o işe tercih edilmez. (Ekrem SAĞIROĞLU, İmâm-ı Rabbânî, İstanbul 1988, s. 152-153.)

DEMEK ALLAH’TAN KORKMAZDIN!

Köprülü Mehmed Paşa’nın büyük oğlu olan Fâzıl Ahmed Paşa, 1635 yılında Vezirköprü’de doğdu. Babası daha yedi yaşında iken, onu İstanbul’a getirtip medrese eğitimine başlattı. Ahmed, kısa zamanda büyük ilerleme göstererek, 16 yaşında müderris olmaya hak kazandı; 22 yaşında «Sahn-ı Seman» müderrisliğine tayin edildi. Kısa süre sonra mülkiye sınıfına geçerek, vezirlik rütbesiyle Erzurum valiliğine atanan Ahmed Paşa, ertesi yıl Şam valiliğine, Şam’daki başarılı çalışmaları sonucu kısa süre sonra Halep Beylerbeyliğine tayin edildi.

26 yaşında Devlet-i Aliyye’nin sadrazamlığına getirilen Fâzıl Ahmed Paşa, Avusturya Seferi sırasında batılıların «zaptedilemez» kabul ettikleri Uyvar Kalesi’ni aldı, Kandiye’yi de fethederek Girit’in fethini tamamladı. Lehistan üzerine sefer açarak Podolya’yı aldı. Osmanlı Devleti’ne yeni bir kudret kazandırdı. 3 Kasım 1676’da 41 yaşında iken Çorlu’da vefat ettiğinde, kendisine lakap olarak verilen «fâzıl» bir kişiliğe sahipti; âdil, dindar ve âlimdi, sanatkâr hâmisiydi, ayrıca icazetli bir hattattı.

***

Köprülü Mehmed Paşa’nın vefatının ardından genç sadrazamı huzuruna kabul eden Sultan IV. Mehmed, hem teselli etmek, hem de iltifatta bulunmak maksadıyla ona şu sözleri söyledi:

“Babanızın devlete yaptığı hizmetlerden çok memnundum. Böyle çalışkan ve güvenilir bir devlet adamını kaybettiğim için ne kadar üzüldüğümü bilemezsin. İnşâallah sen de ona benzersin!”

O sırada huzurda bulunan ve Köprülü Mehmed Paşa’yı hiç sevmeyen şeyhülislam Sun’izâde Mehmed Efendi, hünkârdan müsaade alıp, sözü onun şiddet kullanmasına ve kan dökücülüğüne getirerek şöyle dedi:

“–Pederleri çok kan dökücüydü. Paşa efâzıldandır, (faziletlidir) adalet hükümlerini bilir. Allah göstermesin ona benzemez!”

Disiplinli, fakat aynı zamanda adaletli yönetimiyle dikkat çeken genç sadrazam, bir zamanlar pederine yaltaklanan şeyhülislâmın bu ikiyüzlülüğe hayret ederek:

“–Babam kimi katlettiyse senin fetvan ile katletmişti, niçin fetva verdin?” diye ona çıkıştı.

Bu cevabı beklemeyen Sun’-izâde:

“–Verdiğim fetvalar, zulmünden korkuma mebnîdir! (şerrinden korktuğum içindir)” dedi.

Bunun üzerine paşa:

“–Yâ Efendi! Allah Teâlâ’dan korkmayıp mahlûkundan havf etmek (korkmak) ilm-i diyânete lâyık mıdır? (Din ilimleri sahibine yakışır mı?)” diye mukabele etti.

Sadrazamın bu haklı cevabı sultanı çok memnun etti. Söyleyecek söz bulamayan şeyhülislâm, azledilerek Rodos’a sürgüne gönderildi. (Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihi, c. 3, İstanbul 1960, s. 2107.)

HİZMETÇİSİYİM!

Gazeteci, şair ve yazar Osman Yüksel SERGENGEÇTİ, 1917’de Akseki’de doğdu. Yüksek öğrenimi sırasında haklı bir sebep gösterilmeden tutuklanarak okulunu bitirmesine izin verilmedi. Siyasî iktidarlar tarafından sürekli kapatılan «Serdengeçti» isimli mecmuası, yayında bulunduğu 16 yıl içinde 33 sayı yayınlanabildi! Osman Yüksel Bey, Millî Şef döneminin dindarlar üzerindeki şiddetli baskılarını protesto eden aydınlar arasında daima ön safta yer aldı. 1965 yılında bir dönem milletvekilliği de yapan yazar, 10 Kasım 1983’te Hakk’a yürüdü.

***

Serdengeçti’nin ilk sayısı çıktığında, Osman Yüksel’in kapısını aşındıranların sayısı artmıştı. Bunların arasında çok şık giyimli, önemli adamlar da bulunuyordu. Böyle kimselerden hoşlanmayan alçak gönüllü şair, zaman zaman kendisini «yok» dedirtmeye başlamıştı.

Bir gün evde yalnızdı, kapıyı açmak zorunda kalmıştı. Gelen adam sordu:

“–Osman Bey evdeler mi?”

Osman Yüksel adamı beğenmemişti, şöyle cevap verdi:

“–Yoklar efendim.”

“–Peki siz kimsiniz?”

“–Hizmetçisiyim.”

“–Ya… O hâlde kendilerime selâm ve hürmetlerimi naklediniz.”

“–Hay hay efendim!”