Sütçü İmam DİRENİŞİN FİTİLİNİ NASIL ATEŞLEDİ?

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

Maraş’ın işgali sırasında milletin namusuna uzanan kirli eli, çelik bileğiyle kıran; îmanından kaynaklanan cesur yüreğiyle düşmana ilk kurşunu atan; bu kahramanca davranışla direnişin fitilini ateşleyen Sütçü İmam, 1878 yılında Maraş’ın Fevzi Paşa Mahallesi’nde doğdu. Asıl adı Ali olan bu yiğit vatan evlâdı bir yandan Uzunoluk Semti’nde süt satarak geçimini sağlarken, diğer yandan fahrî olarak eski adı Bektûtiye olan camide (bugün Çınarlı) imamlık yapıyordu.

«YAŞASIN İNGİLİZLER!» ÂVÂZELERİ

İngiliz kuvvetlerinin, Suriye Cephesi’nde, Mondros Mütarekesi’ne aykırı ilk davranışları İskenderun’dan başladı. 9 Kasım 1918’de İskenderun’u işgal eden İngilizler, ardından Adana’nın da boşaltılmasını istedi. 1918 Aralık’ında Adana, 1 Ocak 1919’da Antep işgal edildi. Antep işgalinin ardından sıranın Maraş’a geldiği anlaşılıyordu. İşgalden önce Maraş’ta bulunan askerî malzeme Kayseri’ye nakledilmiş, şehirde bir kıt’a askerle birlikte, sadece Mülâzım Cemal kalmıştı. Nitekim İngilizler, 22 Şubat 1919’da Maraş’ı işgal ettiler.

Şehirdeki Ermeniler sevinç içindeydi. İngiliz birliklerini şehrin güneyindeki Şeyh Âdil Mevkii’nde karşıladılar. Taşkınlıkları son haddini bulmuştu. Avazları çıktığı kadar ve çılgınca; «Yaşasın İngilizler! Yaşasın Ermeniler! Kahrolsun Türkler!» diye bağırıyorlardı. Bando önde, Ermeniler arkada, İngiliz kuvvetleri de onların arkasındaydı. Bu manzarayı görüp de ağlamayan tek Türk yoktu!

MARAŞLILAR BAŞKALARINA BENZEMEZ!

İşgal sırasında Pazarcık’ta öğretmenlik yapan Mehmet Cebe, o acı günlere ait intibâlarını daha sonra şöyle anlatır:

İngilizlerin sinsi işgallerinin buralarda yaşayan kardeşlerimizin rûhunda meydana getirdiği tesiri anlamak ve işgale karşı halkın düşüncelerini yakından takip etmek için, Maraş’a gitmeye karar verdim. Ata binerek yola düştüm, sonunda Maraş’a iki buçuk saat mesafedeki Antep-Maraş şosesine çıktım. O sırada, Antep’ten Maraş’a gitmekte olan bir İngiliz-Hintli süvari kıt’asıyla karşılaştım. Üzüntümden âdeta kendimden geçmiştim ki, Postacı Halil Ağa’ya rast geldim. Halil Ağa yaşlı-başlı, tecrübe görmüş emekli bir jandarmaydı. O da benim gibi Maraş’a gidiyordu. Duygularımı bütün açıklığıyla anlatınca şunları söyledi:

“Bak muallim efendi!” dedi. “Büyüklerimden şöyle duymuştum. İngilizler, sömürge yapmak istedikleri yerlere, bölge halkının karakterine uygun birlikler gönderirler. Maraş’a da Hintli Müslümanları gönderiyorlar. Böylece halkı yumuşatmak, onlara İngiliz hükûmetinin âdil bir idare göstereceğini anlatmak istiyorlar, ama gayretleri boşunadır. Çünkü Maraşlılar başka halklara benzemez. Ayrıca İngilizler, bir ülkeyi tamamen esaret altına almaya karar verdiklerinde, bu işi gerçekleştirmek için hiç acele etmez, tıpkı verem mikrobu gibi davranırlar. Nasıl ki verem mikrobu girdiği vücudu içten içe sararsa, onlar da aynı yolu izler. Hastalığın vücudu iyice sardığına, halkın tamamen uyuştuğuna kanaat ettiklerinde ise işlerini bitirir, insanı âdeta gülerek öldürürler. Fakat onlar bu bölgede istedikleri yaratılışta kimseler bulamayacaklardır. Maraşlılar, dinini ve vatanını çok seven, namuslarıyla hür yaşamak isteyen insanlardır. Göreceksin, zamanı gelince varlıklarını göstereceklerdir.”

Sonraki yıllarda, o yaşlı jandarma emeklisinin dedikleri birer birer gerçekleşince, doğrusu kehanetine şaştım kaldım.

FRANSIZ KILIĞINDAKİ ERMENİLER!

15 Eylül 1919’da İngilizlerle Fransızlar arasında imzalanan Suriye Anlaşması’na göre, bölgenin Fransız kuvvetlerine devredilmesine karar verildi. Maraş’ta bulunan Ermeniler, Fransızların bir an önce gelmesini istiyorlardı. Böylece İngiliz işgali sırasında yapamadıkları zulmü, Fransız işgali sırasında daha kolay yapabileceklerdi. Fransızların Maraş’a geleceği haberi herkesi dehşet içinde bırakmıştı. Çünkü Fransızların, Ermenilerden bir «İntikam Alayı» teşkil ettiği, Adana bölgesindeki Türklere yapılan zulüm ve fâcianın dayanılmayacak bir hâl aldığı haberleri her yana yayılmıştı.

Fransızlar, 29 Ekim 1919 günü şehre girdiler. Ermeniler tarafından onlara yapılan karşılama İngilizlere yapılandan daha abartılı oldu.

Fransızların gelmesiyle birlikte kanlı olaylar da başlamıştı. Ermeniler, Fransız askeri kıyafetinde halkı tahrik ediyor, rast geldiklerine hakaret ediyor, saldırıyor, dövüyor, yaralıyor, hattâ gerektiğinde katlediyordu. Fransız subayları olanların sadece seyircisiydi.

BURASI ARTIK FRANSIZLARIN!

Henüz işgalin ikinci günü olmasına rağmen edepsizlikleri son haddine çıkmıştı. Kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden önlerine çıkana hakaret ediyor, halkın din ve âdetlerine dil uzatıyorlardı. Vakit akşama doğruydu. Ermeni bir meyhaneci, Fransız üniformalı Ermeni neferlerine, kendi îmal ettiği rakıdan ikram ederek onları şereflendirmişti(!) Bu sarhoş Ermenilerin, çarşı ve pazardaki taşkınlıkları bitmiyor, kışlalarına dönerlerken yolda rastladıkları herkese sövüyor, hakaret yağdırıyorlardı.

Uzunoluk Çarşısı’ndan geçerken, sokak içindeki hamamdan çıkıp, anayola inmekte olan kadınları görünce kudurmuşa döndüler. O ana kadar yaptıkları tecavüzlere karşılık görmedikleri için cesaretleri artmıştı. Ana caddeden ayrılarak kadınların inmekte olduğu dar yola yöneldiler. Aralarından biri kadınlara yaklaşıp, önden yürümekte olan en gencinin peçesine saldırdı:

“Burası artık Türklerin değil, Fransızlarındır! Fransız memleketinde peçe ile gezilmez!” diye bağırarak, kadının yüzündeki örtüyü yırttı, sarkıntılığa başladı.

Peçesi yırtılan ve tacize uğrayan kadıncağız bayılıp yere düşünce, diğerleri feryâda başladılar. Bunu duyan ve olay yerinin yakınındaki kahvede oturan halk oraya doğru koştu. Fransız askeri kılığındaki Ermenileri ikaz ediyor, onlara dürüstçe yollarına gitmelerini söylüyorlardı. Fakat bu ikaz ve uyarılar, küfür ve silâhla karşılık gördü. Yardıma gelenlerden ikisi atılan kurşunlarla yaralandı. Çakmakçı Said’in yarası ağırdı, birden yere yuvarlandı ve kısa süre içinde de şehid oldu. Buna rağmen Ermenilerin edepsizliği sürüyordu.

SÜTÇÜ İMAM YETİŞİYOR

Kargaşanın ortasında birden bir kahraman belirdi. Bu Sütçü İmam’dı, âdeta Hızır gibi yetişmişti. Kuşağından çektiği tabancasını ateşleyerek, namludan çıkan kurşunları, kadının peçesini yırtan ve Çakmakçı Said’i şehid eden azgın Ermeni’nin üzerine boşalttı. Yaralı Ermeni, arkadaşlarının yardımı ile kışlaya götürüldüyse de birkaç saat içinde öldü. Sütçü İmam kayıplara karışmıştı. Gerek Ermeni, gerekse Fransızlar tarafından sürekli arandı ise de bir türlü bulunamadı!

O kahraman, komşularından aldığı bir atla Ağabeyli Köyü’nde bulunan Muharrem Beyin yanına sığınmıştı. Gündüzleri bağ evlerinde, geceleri şehirdeki komşu evlerinde gizlendi. Daha sonra ise Ahırdağı’na çıktı. Bu çelik yürekli yiğit, 10 Şubat 1920 sabahı, yani Fransızların Maraş’ı terk etmesinin ardından şehre dönecekti.

21 Ocak 1920 günü şehir muharebeleri başladı. Maraşlılar yediden yetmişe silâha sarılmış, tek yürek hâlinde bütün güçlerini ortaya koymuştu. Bu gayretlerinin sonucu büyük bir zafere kavuştular. Fransız kuvvetleri, 22 gün süren çetin mücadelelerin sonunda 10 Şubat 1920 gecesi İslâhiye’ye doğru çekildi. Maraş, şiddetli bombardıman sonucu harabeye dönmüştü.

Şehrin kurtuluşu sonrasında tarihî kaledeki topun idaresi Sütçü İmam’a verilmişti. Kahraman İmam, 23 Kasım 1922’de Abdülmecid Efendi halîfe ilân edildiği gün, 101 pare top atmak için kaleye çıktı. Fakat henüz mermilerinin yarısını bile atamamıştı ki, barutun ateş alması sonucu yanarak ağır yaralandı. Bu yiğit vatan evlâdı, Alman Hastanesi’nde tedavi altına alınmasına rağmen iki gün sonra, 25 Kasım’da vefat etti.

Aziz na‘şı, gözyaşları arasında Çınarlı Camii Kabristanı’na defnedildi.