Ecdadın Eskiyi ve Yeniyi MEZCEDİCİ RÛH VE ANLAYIŞI

Aydın TALAY

aydintalay@gmail.com

Hiç dikkat ettiniz mi?

Özellikle son çeyrek asırdır çok menfî bir uygulama var. Bir evlât babasının kurduğu işletmenin başına geçtiği veya yüksek idarî makamlara yeni biri tayin edildiği zaman her şey sil baştan edilir. Mobilyadan halıya, odanın boyasından tarihî hâtıralara kadar her şey değiştirilir ve bundan çalışanlar da nasibini alır. İster sivil, ister askerî kesimde bu fakir ülkenin buna tahammülü olmadığını, önemli olanın eski ile yeniyi birleştirmek ve kaynaştırmak olduğunu pek azımız düşünürüz. Bizi bu seviyeye veya makamlara taşıyan rûhu kavramanın inceliğini hiç düşünmeyiz.

Ama ecdat böyle değildi. Hiçbir şeyi israf etmez ve eşyaları yarı kullanılmış vaziyette sokağa fırlatıp atarak çevre kirliliğine de sebebiyet vermez ve onları yeri gelince kullanmak üzere bir tarafa koyardı.

Meselâ; Yavuz Sultan Selim merhum, elbiselerini eskiyinceye kadar giyerdi. Hattâ bir gün Avrupa’dan namlı bir elçi gelecek diye yeni elbise teklif edilir ve padişah pek sesini çıkarmaz. Ama elçi huzura girdiği zaman çevresi, koca hükümdarı aynı elbise içinde görür. Elçi gittikten sonra sultan birini görevlendirerek elçinin intibâları ve bilhassa padişahın giyimi hakkındaki fikirlerini öğrenmek ister. Sefir şu enteresan cevabı verir:

“Padişahın yanı başındaki kılıç, parlaklık ve görkemiyle o derece gözümü aldı ki elbisesine hiç bakamadım!”

Size bu yazımla arz edeceğim iki örnek; aynı vatan sathının üzerinde olmanın ötesinde iklim ve fizikî yapı benzerliği de göstermeyen uç noktalardan. Birbirine 1200 kilometre uzaklıktaki iki şehir: Aydın ve Van…

Ama ecdadın ince sezgi ve kuşatıcı rûhu her yerde aynı ideali taşıdığı için benzerlikler isimlere bile aksetmiş. Ancak bu husus firâset ve letâfetle yaklaşıldığı zaman sezilebilir yoksa göze batacak hususlar da değil.

Serhat şehri Van’ın doğu ucunda tarihî Toprakkale semtine yakın ve jandarma kışlası aşağısında, Vali Mithat Bey Mahallesi’nden çıkan ve mahallî olarak Eski-Yeni Kehrizi adı verilen Kuyulu Galeri kaynağı mevcuttur. Sızma suları, şehrin bir bölümünün -Rabbin izni ile- hayat bahşedercesine sulama suyu ihtiyacını karşılar. 2600 yıl öncesi Urartular zamanına ait çok eski bir tarihe sahip Kehrizler yakın zamanlara kadar faaldi. Bakım ve temizlik ihmali maalesef şimdi onları tıkanacak hâle getirmiş.

Çevresi söğüt ve kavak ağaçları ile çevrili ve edebiyatımıza «hıyâban» diye nakşedilen yolların kenarlarında şırıl şırıl akar. Bu akış hem derûnî bir mûsıki estirir hem de 15-50 lt/sn arası debilere sahip billûr gibi suları ile çevreye hayat verirdi. İşte Âb-ı Samet, Büyük Kendirci, Çalık, Galip Paşa, Hacı Bekir, Kemer, Kara Mehmet, Hamurkesen, Mercimek, Sofu, Vakıf, Hacı Mustafa gibi isimlerle ellili yıllara kadar içme ve sulama daha sonraları ise sadece sulama amaçlı olarak tanınır ve istifade edilirdi.

Belediye Başkanlığımız zamanında ne yazık ki sadece ikisi faal hâle getirilebildi: Vakıf ve Eski-Yeni. Bugün de bazı su kuyularında arsenik tehlikesinin baş gösterdiği şehirde bu tarihî kaynaklar safiyetini korumaktadır.

Dağından yağ ve ovasından bal akar diye vasıflandırılan velûd Aydın ilinde ise yine Eski-Yeni adı ile bir başka tarihî eser önümüze çıkıyor. Merkez çarşı semtinden Kemer semtine giderseniz beş yüz metre sonra ana cadde üzerinde yer alan tarihî bir cami de aynı adı taşıyor.2 15. yüzyıla ait ve Hasan Çelebi ismindeki bir hayırsever zatın inşa ettirdiği cami âdeta dünya sarhoşu hâline getirilen günümüz insanına haykırırcasına; «Beni ayırmayın aslımdan Eski-Yeni’yim ben!» diyor. Caminin vakfiyesini de inceleme fırsatını buldum. Günümüzde külliyesinden geriye bir cami ile bahçesinin kaldığı mekânda uzun yıllar talebe okutulan bir medrese ve aş ocağı da varmış. Hasan Çelebi’nin vakfiyenamesinde mûtat giriş ve sonuç bölümlerini takiben dikkati çeken bir kısım daha var. Burada ezcümle deniliyor ki:

“Bayram günleri bu talebeler başlarında muallimleri ve yanlarında bevvab (hademe) olmak üzere şehrin ileri gelen erkânının bayramlarına gidilsin ki NESİLLER ARASI İRTİBAT kesilmesin. Turfanda sebze ve meyveler de talebelerden eksik edilmesin…”

Değerli okuyucularım tetkik buyururlarsa eminim ki Eski-Yeni adında daha pek çok esere rastlayabileceklerdir. Kapı komşusundan, akrabasından haberi olmayan ve tarihle ilişkisi zayıflatılan insanımıza bu örnekler ders ve ibret vererek düşündürüyor. Eskinin güzelliklerini yeninin dinamizmi ile bir araya getirip köklü ve kalıcı eserler verin, demek isteniyor. Geçmişi gelecekle, ihtiyarı gençle kaynaştırıp mezcedemezseniz kalkınmanın ve ayakta durmanın mümkünü yoktur. Bu yüzdendir ki İstiklâl Marşı şairimiz merhum Mehmed Âkif Safahat eserinde şöyle der:3

Müstakbeli bul sen de koşanlarla bir ol da
Mâzîyi, fakat yıkmaya kalkışma bu yolda

Bugün Almanya’daki okullarda Alman tarihi en ince ayrıntısına kadar okutuluyor. Bizde ise lise ve ortaokullarda gençlerimizin böyle bir tarih şuurundan mahrum bırakılması ne kadar düşündürücüdür. Tarih şuuru, îman diriliği ile birlikte sevgi ve helecan kaynağıdır. Eskilerle yeniler bir ruh potası içinde yoğrulmazsa geleceğe emin adımlarla gidilemeyeceğini yine Âkif şöyle dile getirir:

Ahlâfa döner korkarım eslâfa hücûmu,
Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu?4

Yıllarca çeşitli kademede öğrenim gören yavrularımıza çeşitli vesilelerle ceddimiz Osmanlı aleyhinde nutuklar atılıp ve bazı ısmarlama kitaplarla verip veriştirildiği oldu. İyi bilinmelidir ki bu sorumsuz davranışlarla ancak hâfızasız ve kimliksiz kişiler meydana gelmesine yol açılmış olur.

Hâlbuki, eski ile yeniyi, ecdadımız ile yeni tecrübeleri birleştirdiğimizde, Yahya Kemal’in dile getirdiği; kökü mâzîde olan bir âtîye ulaşmak mümkün olacaktır. Geçmişe de bugüne de geleceğe de doğru bakış budur.

1 Aydın TALAY, Bizim Eller Van,, s. 296-297.
2 Aydın TALAY.«Vakfın Mânâsı, Çıkışı, Kaynağı ve Önemi», Somuncu Baba Dergisi, Sayı: 41
3 Mehmed Âkif, Safahat, 7. Kitap, Gölgeler.
4 Ahlâf: Bizden sonrakiler. Eslâf: Bizden öncekiler. Âtî: Gelecek.