GÜZ RÜZGÂRI

LEYLÎ (Şükran IŞIK)

Sonbaharın koynunda güneş bile eriyor.
Sam yeli vurmuş gibi dökülüyor yapraklar.
Kırılan dallar yine acı sesler veriyor,
Kara kış gitmeyince yeşermiyor topraklar.

Çiçekli bahçeleri nefesiyle kavuran,
Gözlerini dikiyor, korkulu gözlerime,
Heder olan yılları yüzümüze savuran,
Pişmanlıklar dağ gibi çöküyor dizlerime.

Güz rüzgârı doluyor göğsümün kafesine,
Çamlıca tepeleri topluyor bulutları,
Martılar, hüzün dolu dalgaların sesine,
Çırpınarak içiyor sulardan umutları.

Bir sonbahar sabahı güneş doğmadan önce,
Bir balıkçı teknesi ayrılıyor sahilden.
Yunusların kalbinden; «Hû!» sesleri gelince,
Duyar duymaz bu sesi sahile döndü birden.

O sırada başladı Hüdâyî’ye yolculuk,
Gönlümdeki Hızır’dan alırım hep teselli.
Rüyamdaki ermişin nur yüzü neden soluk?
Hazret bizi bekliyor saçtığı nurdan belli.

Yavaş yavaş dergâhın kapısı aralandı.
Hüdâyî Dergâhı’ndan tekbirler geliyordu.
Gökyüzü nurla doldu, bulutlar paralandı.
Sanki tekbir sesleri Arş’a yükseliyordu.

Katlanıyor Leylî’nin bu mevsimde kederi,
Aydınlanıyor yolu geçerken Üsküdar’dan.
Tâ ezelden ebede sevmek onun kaderi,
Rabbim ayırma onu nur dolu bu diyardan.