GÜNEŞLE BOYANMAYAN HAYAT

Hadi ÖNAL

Bir ses duydum irkildim; döndüm ki bir ihtiyar,
Köşenin kuytusunda yarı uzanmış yatar.
Yüzde derin çizgiler; ağarmış kirpikle kaş,
Apak uzayan saçlar, sakalla sarmaş dolaş.
Üstünde uzun kirli bir palto; bağrı açık,
«Allah için bir yardım!» aynı ses, sanki çığlık.
Yanına yaklaşarak sordum:

“–N’oldu babacık?

Hasta görünüyorsun, doğrul istersen azcık!”
Elini bana doğru kaldırarak:

“–Yok,” dedi.

“Müstahaktır bana bu, müstahaktır efendi!
Ar geldi dilencilik, kaç gün oldu saymadım;
Açım, inan ağzıma bir lokmacık koymadım.
Yarın çok geç olurmuş, sen doğru düşünmezsen.”
Meraklandım iyice:

“–Yok mudur kimin kimsen?

Şöyle yüzüme baktı, iç çekerek derinden,
Anlaşılan vurmuştum onu hassas yerinden.
“–Bak oğul! Anlatayım madem merakta kaldın,
Yüzü temiz bir gençsin, söyle ne idi adın?”
“–Hadi,”

“–Hadi ha! Hadi, hay adınla bin yaşa!
Yaşa, yalnız insanca benim gibi değil ha!
Varlıklı bir ailenin biricik mahdûmuydum,
Mutlulukla kol kola geçmişti çocukluğum.
Har vurup gençliğimi harman edip savurdum,
İmkânların üstünde gün gün tepinip durdum.
Hani bir şarkı var ya: «Ne kış tanır, ne bahar;
Yılları suçlayamaz, içer sabaha kadar.»
İşte ben, o şarkının tarif ettiği adam
Meskenim bar sazdı ya, şimdi bulut bana dam.

Tenimi döver soğuk, açlık midemde sazım,
«Ne ekersen…» diyorlar; diyemem; «alınyazım.»
Kavanozu balına tercih eden ki bendim!
Suçlu olan zaman mı? Yok, yok billâhi kendim!
Velhâsıl şekildeki gördüğün ben evlâdım,

Bir ömrü hem inançsız hem amaçsız yaşadım.
Ölüm kurtuluş bana, değil dünyanın sonu,
İstiyorum inan ki, hem de nasıl ben onu.
Dinle beni genç adam! Keşkeden keşkek olmaz.
Güneş ile boyanan hayatın rengi solmaz.
Gençlik, yaradan Rab’den bir büyük lütuftur bil,
Bu lütfun huzurunda tüm benliğinle eğil.
Benden sana nasihat: Hakk’ı Hak bilmelisin
Hak yolunda ağlayıp Hak için gülmelisin.
Gül kokmayan rüzgârı kapından sürmelisin
Emanetin hakkını genç iken vermelisin.
Bir insan ki yaşarsa sonunu düşünmeden,
Yalnız rûhu kararmaz, çeker acıyı beden.
Kabuğun yaldızları karartmadan dünyanı,
Sen özünü beze ki kabuk emsin yalanı.
Aşk, ince bir damardan akar imiş gönüle,
Yeter söylettin beni, Hadi, git güle güle!”
“–İyi de sohbetinden çok ders aldım tam derken,
Seni böyle perişan, nasıl bırakırım ben?”
“–Git işine evlâdım! Derman olamazsın sen,
Bâtılı Hak görerek terk etmişsem beni, ben…”