TAKVÂ ELBİSESİ!

Prof. Dr. Ömer ÇELİK

omercelik08@hotmail.com

İnsan için yeme-içme ne kadar zarurî bir ihtiyaç ise giyinmek ve toplum içinde güzel bir görünüme sahip olmak da o derece önemlidir. Vücut, ancak giyim-kuşam yoluyla haricî tesirlerden korunur, ayıplardan kurtulur ve güzelliğini kemale erdirir.

Aslında örtü, zerreden küreye kâinatın hemen her unsurunda müşahede edilen fıtrî bir hakikattir. Dünyanın atmosferi, ağaç ve meyvelerin kabukları, hayvanların deri ve tüyleri, anne karnındaki cenini saran plâsenta zarı bir nevi elbise (tesettür) hükmünde olup bunları dışa karşı muhafaza eder ve görünüşlerini güzelleştirir.

Kur’ân-ı Kerim’de:

“Ey âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek bir elbise, bir de giyip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takvâ elbisesine gelince, işte o daha hayırlıdır. Bu, Allâh’ın âyetlerindendir; umulur ki düşünüp öğüt alırlar.” (A‘râf 7/26)

Âyet-i kerîme bütün insanlara hitap ederek, insanoğluna elbise nimetinin ihsan edilme sebep ve hikmetini şöyle açıklar:

1. Avret yerlerini örtmek,

2. Giyinip süslenmek ve

3. Giyinmeyi takvâ maksadıyla, yani hem bedeni hem de rûhu koruma niyetiyle yapmaktır.

Gerçekten de «takvâ elbisesi» yani takvâ hissiyatı, hayâ, utanma duygusu ve Allah korkusu ile giyilen ve Allâh’ın izniyle maddî-mânevî her türlü ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan «takvâ elbisesi», mutlak mânâda hayır ve faydadan ibarettir. Elbise nimetinden istifade, ancak bununla mümkün olabilecektir.

Ayrıca elbisenin var edilmesi, Allah Teâlâ’nın insanlığa olan ikram ve ihsanını, nusret ve rahmetini gösteren delillerden ve alâmetlerdendir. İnsanların bunun sebep ve hikmetlerini inceden inceye düşünmeleri, Allâh’ın nimetlerinin kıymetini bilip çirkinliklerden sakınmaları beklenir.

«Takvâ elbisesi» ifadesine «îman, sâlih amel, iffet ve hayâ» gibi mecâzî bir mânâ vermek de mümkündür. Buna göre giyilen maddî elbise bedenimizi örttüğü, koruduğu ve süslediği gibi, takvâ da rûhumuzu kötü duygu ve düşüncelerden korur ve onu tezyin eder. Bu mecâzî mânâdan hareketle âyet-i kerîmeden şu incelikleri çıkarmak da mümkündür:

İnsanın her bir âzâsından sâdır olabilecek kötülükleri, hem zâhir hem de bâtın yönünden örten birer elbise vardır:

«Şeriat elbisesi», koyduğu şer‘î hükümlerle zâhirde meydana gelebilecek kötü fiillerin çirkinliklerini örter.

«Tarîkat elbisesi», vaz‘ettiği âdap ve erkânla nefsânî ve hayvânî mezmûm/ayıplanmış sıfatların çirkinliğini örtmeye çalışır.

«Takvâ elbisesi» ise derûnî âleme doğru kalbin, rûhun, sırrın ve hafînin elbisesidir.

Kalbin takvâ elbisesi, sıdk ile Mevlâ’yı talep etmektir. Bu, kişinin dünyaya tamah etmesini önler.

Rûhun takvâ elbisesi, Hak Teâlâ’yı gönülden sevmektir. Bununla Hak’tan başkasına bağlanmanın çirkinlikleri gizlenir.

Sırrın takvâ elbisesi, Allâh’a ulaşma yollarını müşahede etmektir. Onunla Allah’tan başkalarını görme çirkinliği örtülür.

Hafînin takvâ elbisesi ise Hakk’ın hüviyeti ile bâkî olmaktır. Bu da, yaratılanın hüviyetinde mevcut olan çirkinlikleri örter. (Rûhu’l-Beyan, III, 191-192)

Çevre ve iklim şartlarına karşı korunma duygusu, insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da mevcuttur. Aradaki bariz fark, insanın aklını şuurlu bir şekilde kullanarak toplum içinde namus, şeref ve haysiyetini muhafaza kabiliyetine sahip olmasıdır. Bu ise hayâ duygusunun bir gereği olarak avret sayılan yerlerin örtülmesiyle mümkündür. Âyet-i kerîmede zikredilen «takvâ elbisesi» ifadesiyle bu hususa dikkat çekilmekle birlikte takvâ hâlini elde etmenin, insanı mânevî âfetlerden muhafaza edeceği bildirilmiştir. Hâce Muhammed Lütfi şöyle der:

Zînet oldur hil’at-i mânevî geysün rûh-i pâk
Âsitân-ı ârifânda zer-şirâz etsün seni

“Ziynet olan elbise, aslında pâk olan rûhun giydiği mânevî kaftandır. Bu elbiseyi giy ki seni âriflerin eşiğini süsleyen altın gibi kıymetli yapsın.” (Üsve-i Hasene, I, 383)

Allâh’ın koyduğu bu gayeye uymayan ve insanı takvâdan uzaklaştıracak şekilde giyilen elbiseler, İslâmî bir kıyafet olarak nitelendirilemez. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve:

“Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra, -yüzü ve eline işaret ederek- kadınların şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31)

Yine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, aynı mevzûya temasla şöyle buyurmuştur:

“Cehennemliklerden henüz görmediğim (ve daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen, başkalarını da kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremezler. Hattâ onun çok uzak mesafeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Elbise giymenin esas gayesi, vücudun uygun bir şekilde örtülmesi ve nezih bir görünüm kazanmasıdır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yeni bir elbise giydiği zaman:

“Avret yerimi örttüğüm ve kendisiyle güzel göründüğüm bu elbiseyi bana giydiren Allâh’a hamd olsun.” duasını okur sonra da;

“Yeni bir elbise giyince bu şekilde hamdeden ve eski elbisesini de tasadduk eden kimse, hayat ve memâtında Allâh’ın hıfz u emânında (koruması altında) olur.” buyururdu. (Tirmizî, Deavât, 107)

«Takvâ elbisesi»nin karşısında menfî yönde «şöhret elbisesi» yer alır. Örtünme ve tabiî süslenme gibi iki ana esasa hizmet etmeyen, gösterişe kaçan ve kibre sebep olan bu elbise nevi yasaklanmıştır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Kim dünyada «şöhret elbisesi» giyerse, Allah Teâlâ ona kıyâmet gününde mezellet elbisesi giydirir.” (İbn-i Mâce, Libâs, 24)

“Allah, büyüklük taslayarak elbisesinin eteklerini yerde sürüyen kimsenin kıyâmet gününde yüzüne bakmaz.” (Buhârî, Libâs, 1, 5)

Kişinin insanlar arasında giyimi ile şöhret ve ün kazanması, gösterişli ve lüks elbiseler giymek şeklinde olabileceği gibi, eski ve yıpranmış elbise giyerek, zühd ve takvâ gösterişi sûretinde de tezahür edebilir.

Hâsılı cennet ve cemalullah yolcusu mü’min; farz, vacip ve nâfile ibadetlerini ciddiyet ve samimiyetle îfâya devam ettiği gibi, hayatın normal seyri içindeki giyinmek ve benzeri en tabiî ihtiyaçlarını bile derin bir kulluk şuuru içinde giderir. Âdetlerini bile sevap ve mükâfat kazanabileceği ibadet hâline getirerek, ebedî sermayesine sermaye katmaya çalışır.

Allah dostlarından Ali Seyyidî -kuddise sirruh-’un şu tavsiyesi, bu hususta ufkumuzu aydınlatacak kıymettedir:

“Giyeceğin elbise Rabbimiz’in emir buyurduğu gibi «takvâ elbisesi» olsun. Onu, haramlardan kendini korumak ve Allâh’a en güzel şekilde kulluk yapmak niyetiyle giy. Öyle sadelik, temizlik ve güzellikte olsun ki akl-i selim sahipleri seni ayıplamasın; cahiller de seni küçük görüp alaya almasın.”